Gelişmiş Arama
Ziyaret
14957
Güncellenme Tarihi: 2009/07/23
Soru Özeti
Salâvat getirirken Al-i Muhammed’i demezsek niçin savat eksik sayılır?
Soru
Salâvat getirirken al-i Muahmmed denilmediğinde günah işlenmiş olduğu söylenir. Şunu biliyoruz ki Suyuti kendi tefsirinde, Buhari, Muslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn-i Mace şöyle naklederler: Resulullah’a, Ey Allah’ın Resulu! Sana selam verme yolunu biliyoruz, nasıl sana salavat getirelim diye sorduklarında Peygamber: “Şöyle deyin dedi: Allahumme sallı ala Muhammed ve al-ı Muhammed kema sallayte ala İbraihe ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid. Allahumme Barik Ala Muhammedin ve al-i Muhammed kema barekte ala İbrahime ve al-i İbrahim İnneke Hamidun Mecid.” Suyuti bu hadisten başka aynı manayı ifade eden 18 hadis nakletmektedir ve bu hadislerin tümü salâvat getirirken al-i Muhammedin de eklenmesinin gerekli olduğuna işaret etmektedir. İbn-i Hacer es-Savaık kitabında Peygamber’in, eksik salâvat getirilmesini ve sadece “Allahumme sallı ala Muhammed” denilmesini yasakladığını ve salavat getirirken Allahumme sallı ala Muhammedin ve Al-i Muhammed denilmesini emrettiğini nakletmiştir. Bu konuda Şia kaynaklarında gelen hadisler ise daha fazladır.
Ancak benim sorum şu ki: Kur’an ayeti Peygambere yalnız başına salâvat getirmeyi emretmiyor mu? Buna rağmen nasıl al-i Muhammed’in de salâvata eklenmesinin farz olduğunu söyleyebiliriz? Bu dinde bir bidat sayılmaz mı? Alimler Eşhedu anne aliyyen veliyullah’ı ezanda mustahap olarak söylemenin sakıncası olmadığını ancak ezanın bir parçası olarak söylemenin dinde bidat sayıldığını ve haram olduğunu açıkça vurgulamışlardır. Buna göre al-i Muhammed’i söylemenin salavatın bir parçası olduğunu söylemek neye dayanır oysa Kur’an açıkça şöyle diyor: “Allah ve melekleri Peyamber’e salat eder ey iman edenler siz de ona salat edin.” Oysa Peygamber kelimesi Ehl-i Beyt’i içine almaz. Buna göre al-i Muhammed salavatın bir parçası nasıl sayılır.
Lütfen bu soruyu kelami ve felsefi açıdan cevaplandırın. Al-i Muhammed’i salavatta getirmenin hakkındaki şia ve Sünni kaynaklarında var olan hadisleri zikretmekle yetinmeyin.
Kısa Cevap

Al-i Muhammed’e salâvat getirmek bidat olmadığı gibi Kur’an ve hadis ve akıl ve irfanla da uyumludur, çünkü:

Bidatin manası dinde olmayan bir şeyi dine dahil etmektir. Biz Al-i Muhammede salâvat getirmenin bidat olmadığını söylüyoruz çünkü bu konu Peygamber ve Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde yer almıştır.

2- Allah Kur’an-i Kerim’de birçok hükmü genel olarak açıklamıştır ve onun bütün özelliklerini açıklamamıştır. Bu hükümlerin ayrıntılarını ve özelliklerini açıklamak için Kur’an’ın gerçek müfessirleri olan Peygember’e ve Ehl-i Beyt’e bırakmıştır.

Buna göre Peygember ayetin tefsirinde al-i Muahmmed’i salavatta getirilmesini emrediyorsa bunun Kur’an’ın gerçek tefsiri olduğu anlaşılır.

3- Kur’an, zahiri anlamından başka derin batini anlamı da içerir. Bu anlamları Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bize bildirmeleri gerekir. En-Nebi kelimesi zahiri anlamı gereği Al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği bunu içerir.

4- Kur’an-i Kerim, Peygember’i ve Ehl-i Beyt’i bir gerçek olarak nazara alır. Bundan başka insanların örfü de aynı fikir ve akide olan kimselere aynı gözle bakarlar. Dini kaynaklar Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nurdan olduklarını vurgular. Bu yüzden irfan ilminde Peygamber ve Ehl-i Beyt bir nur olarak bilinmekte ve hakıkat-i muhammediye olarak ifade edilmektedir.

Diğer nokta şu ki Peygambere salavat getirmek hadd-i zatında farz değildir sadece namazın teşehhüdün de farzdır elbette. Hz. Muhammed’e salavata getirmek farz olduğu yerlerde Al-i Muhammed’e salavat getirmek farz olur müstehap olan yerlerde al-i Muhammed’i söylemek de müstehaptır.

Ayrıntılı Cevap

Cevabın açıklık kazanması için aşağıdaki noktaları dikkatte almak gerekir:

1- Bidat,  dinde olmayan bir şeyi dine ekleyip dini bir parçası bilmeye denir. Bu ilke kendi yerinde ispatlanmıştır ki Peygamber ve Ehl-i Beyt’in söz ve tutumları dinin öğelerini belirler. Buna göre Al-i Muhammed Kur’an’da olmadığına göre bu bir bidattir demeniz yanlıştır. Çünkü bunun hadislerde yer alması onun dinin bir öğesi sayılması için yeterli delil oluşturur ve Kur’an’da geçmediği için bidat sayılması doğru değildir.

2- Taheret, namaz, oruç, hac, cihat, humus, zekât vb. hükümler Kur’an’da yer almalarına rağmen bunların ayrıntıları ve şartları Kur’an’da açıklanmış değildir. Örneğin namazın farz olduğu Kur’an’da açıklanmış ve bazı cüz ve şartlarına da özet bir şekilde işaret edilmiştir. Ancak bunların ayrıntılarına gelince örneğin namazda okunacak zikirler, kaç rekat olduğu ve nasıl kılınacağı gibi hüküm ve şartlar açıklanmamıştır. Müslümanların yöntemi bu hükümlerin ayrıntılarını Peygamber’den öğrenmekti. Onlar bir hükmün nasıl yerine getirilmesini öğrenmek için Peygamber’in huzuruna varıp o hükümle ilgili bilmedikleri hususları soruyor ve Peygamber’de açıklıyordu. Müslümanlar da bu emirler doğrultusunda o farizayı yerine getiriyorlardı.

Salâvat hakkında da aynı yöntem uygulanmıştır. Salâvat ayeti olan “İnnellahe ve melaiketehu yusallune alennebi ya ayyuhellezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslima[1] ayeti inince Müslümanlar Peygamber’in huzuruna varıp Peygambere nasıl salavat getirileceğini sordular. Ehl-i Sünnet ve şia’nın çeşitli kaynaklarında yer alan bir hadis uyarınca bunun üzerine Peygamber şöyle deyin dedi: “Allahumme salli ala Muhammed ve al-i Muhammed…”[2] Böylece Müslümanlar salavatla ilgili kendi görevlerini öğrenmiş oldular.[3]

Başka bir ifade ile Allah Teala Peygamber’i Kur’an’ın açıklayıcı ve müfessiri olarak tanıttığına göre[4] Peygamber de yukarıdaki ayeti yani “Ya eyyehullezine amenu sallu aleyhi ve sellimu teslime’yi[5] Allahume salli ala Muhammed ve al-i Muhammed olarak tefsir ettiğine göre al-i Muhammed’e salavat getirmenin de Kur’an’dan anlaşılacağını söyleyebiliriz.

3- Kur’an zahiri anlamının yanı sıra derin batini anlama da sahiptir. Bu batini anlamı Peygamber ve Ehl-i Beyt bize bildirmelidir.[6] Buna göre salâvat getirirken al-i Muhammed’i de söylemenin gerektiğini emreden hadisler işte Kur’an’ın bu batını anlamına işarettir sayılabilir. Yani En-Nebi kelimesi zahirde al-i Muhammed’i içermese de batini anlamı gereği al-i Muhammed’i de içerir.

4- Kur’an ayetlerinden anlaşıldığı üzere Allah Teala Peygamber ve Ehl-i Beyt’i bir nur saymaktadır. Örneğin Allah Teala tathir ayetinde şöyle buyurmaktadır. Allah siz Ehl-i Beyt’ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak istemektedir.”[7] Bu ayette Allah Peygamber ve ailesini bir gerçek olarak değerlendirmektedir.

Yine meveddet ayetinde şöyle demektedir: “De ki sizden yakınlarımı sevmekten başka hiçbir karşılık istemem.”[8] Peygamber’in elçiliğinin karşılığı olarak yakınlarını sevmek olduğu bildiriliyorsa bunun anlamı Ehl-i Beyt ile peygamberin birbirinden ayrılmazlığıdır. Mubahele ayetinde şöyle buyurmaktadır: “Deyin ki gelin kendi çocuklarımızı ve çocuklarınızı kendi kadınlarımızı ve kadınlarınızı ve kendimizi ve kendimizi çağıralım…[9] bu ayette Hz. Ali, Peygamber’in nefsi olarak ifade edilmiştir. Bu ayette Peygamber, duasının kabulü için Ehl-i Beyt’ini de yanında bulundurmakla görevlendirilmiştir.

5- Birçok hadiste Peygamber ve Ehl-i Beyt’in bir nur olduğu belirtilmiştir. Örneğin şu hadise dikkat edin. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Ben Allah’ın nurundan yaranmışım Ehl-i Beyt’im de benim nurumdan yaranmışlardır.[10]

6- Arifler de Peygamber ve Ehl-i Beyt’in nurlarından Hakıkat-i Muhammediye ve sadır-i evvel olarak söz etmektedirler. Onlara göre bunlar değişik tecelli ve belirtileri olan bir gerçeğin ifadeleridirler.

7- Halk ve örfün nazarında bir görüş ve fikri paylaşan kimseler bir gerçek olarak görülür ve bir gözle onlara bakılır.

Sonuç şu ki: Ehl-i Beyt’e salâvat getirmeyi de Peygamber’e salâvat getirmekle birlikte zikretmek bid’at olmadığı gibi hem Kur’an, hem hadisler, hemde akıl ve örfle uyumludur. Gerçekte Ehl-i Beyt’e salâvat Peygamber’e salavatla aynı gerçeği ifade etmektedir.

Son noktada şu ki: Peygamber’e salâvat her yerde ve mutlak şekilde farz değildir. Elbette önemle vurgulanan müstehap amellerdendir. Sadece namazın teşehhüdü gibi özel durumlarda farz olur.[11] Elbette Peygameber’e salavat farz olduğu durumlarda al-i Muhammed’e de salavat getirmek de farz olur. Müstehap olduğu yerlerde de müstehap olur.



[1] Ahzab: 56

[2] Numune Tefsiri: c. 17 s. 419

[3] Bkz. s. 428

[4] Haşr: 7

[5] Ahzab: 56

[6] Biharu’l-Anvar, c. 89 s. 90-95

[7] Ahzab: 33

[8] Şura: 23

[9] Al-i İmran: 61

[10] Biharu’l-Anvar: c. 15 s. 20

[11] Tehrirul’Vesile c. 1 s. 143 Mesele 1

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Rastgele Sorular

  • Abdest alırken ve zorunlu bir durum yokken bir başka şahıs elimize su dökerse, bu bir sakınca ifade eder mi?
    31388 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/04/04
    Abdestin bir takım şartları vardır ve onlardan her birine riayet etmeme durumunda abdest geçersizdir. Abdestin şartlarından birisi, bizzat insanın yüzünü ve ellerini yıkması ve de baş ve ayaklarını mesh etmesidir. Eğer bir başkası insana abdest aldıracak olursa veya yüz ve ellere su ulaştırmada ve baş ve ayakları ...
  • Kadın, temkini (şer’i olarak farz olan şeylerde kadının kocasına itaati) mihrin tümünün taksitle ödenmesi şartına bağlayabilir mi?
    5962 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/07/13
    Sorunuz taklit merciilerinin bürolarına gönderildi ve alınan cevaplar şöyledir:Hz. Ayetullah el-Uzma Hamanei: Soruya göre kadının temkin etmeme hakkı yoktur.[1]Hz. Ayetullah el-Uzma Mekarim Şirazi: Kadın mihriyesinin ilk taksitini aldığında temkin etmelidir.
  • Arkadaşlıkta yaş, bedensel ölçüler vb. gibi fiziksel uyumluluk gerekli midir?
    8202 Pratik Ahlak 2012/05/30
    Her ne kadar toplumda insanı töhmet altında bırakacak kimselerle arkadaşlık yapmak gibi bazı maddi ve fiziki özelliklere riayet etmek gerekse de İslamın arkadaşlık için başlangıçta önemsediği şey maddi özellikleri değil, maneviyattır. İmanlı olmak, maddi ve manevi ihtiyaçları karşılamak vb. şeyler maneviyatın özelliklerdendir. ...
  • Muaviye’nin Hz. Ali’ye (a.s) muhalefet etme nedeni neydi?
    19332 تاريخ بزرگان 2011/11/22
    Muaviye’nin Hz. Ali’ye (a.s) muhalefet etmesi, iki kültür ve düşünce şeklinin birbirine muhalefet etmesi ve aykırı olmasıdır. Bunun nedenini de tarafların özelliklerinde aramak gerekir. İmam Ali (a.s) ilim, imanda geçmişi olmak, cesaret, mertlik, fedakarlık ve adalet gibi sıfat ve özelliklere sahipti. Bu değerli sıfat ve özelliklerin neticesinde Yüce Allah ...
  • Niçin evli erkekler eşlerinin izni olmadan geçici evlilik yapabiliyorlar?
    8080 فلسفه غرب 2009/12/20
    Cinsel istek, en güçlü cismi isteklerden birisidir ve insanın diğer doğal istekleri gibi bu cinsel istek de doğru bir şekilde karşılanmalıdır. Çünkü insanın doğasından kaynaklanan istekleri söndürmek mümkün değildir. Eğer bu istekleri bastırmayı başarsak dahi, bu akıllıca bir iş değildir ve yaratılış ...
  • Hz. Adem (a.s)’ın çocukları kimlerle evlendiler?
    50456 Kur’anî İlimler 2010/03/07
    Hz. Adem (a.s)’ın çocuklarının evlenmesi konusunda İslam alimleri arasında iki görüş vardır: 1-     O zamanlar Allah tarafından kız ve oğlan ...
  • Arafat’ta durmanın sır, fazilet ve adabı nedir?
    10331 Pratik Ahlak 2011/08/17
    Arafat’ta durmanın sırrı hakkında birçok rivayet bulunmakta ve hepsi bu mübarek günün azamet ve faziletini göstermektedir. Arafat günü insanın kendisini tanıdığı ve de dua ve yakarış ile Allah’ın kerem ve ihsan sofrasında yer edinebilmek için arı bir niyet ile Allah’ın misafirliğine kabul olduğu gündür. Şeytan bu günde ...
  • İmam Seccad’ın ahlaki yaşam tarzını açıklar mısınız?
    11624 Masumların Siresi 2010/12/22
    Dördüncü önder; Hak tarafından seçilen kâmil bir insan olup ahlak, ibadet ve ilim başta olmak üzere tüm alanlarda yetkinliğin zirvesine ulaşmıştı. Kendisi Kur’an ve Allah Resulü’nün (s.a.a) tecessüm etmiş ve aynî örneğiydi. İnsani değerlerin ve ahlaki faziletlerin unutulmaya yüz tuttuğu Emevilerin karanlık egemenlik döneminde o ulu imam ışıldayan ve ...
  • Mevcudat nasıl Allahu Teâlâ nın ayet ve nişaneleridir?
    6182 Teorik İrfan 2011/08/20
    Mevcudat hem zati olarak hem de sıfat yönüyle Allahu Teâlâ'nın vücudunun nişaneleridir.  Bu konunun açıklaması şu şekildedir: Mevcudat zat ve mahiyet açısından mümkünü'l-vücutturlar. Vücut bulabilmeleri için vacipu'l- vücut olan Allaha muhtaçtırlar. İşte bu yüzden onların vücutları ve varoluşları vacipu'l-vücut olan Allahın varlığına delildir. Dahası Hikmet-i Mütealiye göre mümkünü'l- vücut ...
  • Duanın suya etkisi hakkında İslam’da ne tür hadisler mevcuttur?
    59541 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/02
    Masumların (a.s) rivayetlerindeki tabirle dua ibadet sayılmakla ve Hak Teâlâ’nın nezdinde sevilen ve yakınlaştırıcı bir amel olmakla birlikte her olağan ve meşru hususa ulaşmak için de etkilidir. Yüce Allah kendine yaklaşılması ve hacetlerin giderilmesi için duayı bir vesile karar kılmıştır. Duanın suya ve suyun duanın kabul ...

En Çok Okunanlar