Ahlâkta diğer bir çok ilim gibi teorik ve pratik diye ikiye ayrılır:
Ahlâk kurallarını ve konularını bilmenin zekayla direkt bağlantısı vardır. Yani insanın zekası ne kadar yüksek olsa öğrenme gücü de o kadar çok olur ve ne kadar aşağı olsa bu ilimden o kadar az faydalanır.
Galiba sorunuzda ahlâkın kanun ve kurallarına amel etme boyutunu kastediyorsunuz. Bunun daha fazla açıklanmaya ihtiyacı vardır.
Ahlâkı şöyle tarif etmişlerdir: Ahlâk, ‘Hulk’ kelimesinin çoğuludur. Hulk ise insan ruhunun işlerini kolayca ve düşünmeden yapma gücüne denir.
Demek ki ahlâk insan nefsine nüfuz eden meleke olup, nefsin herhangi bir kerahet duymadan amellerini yerine getirmesidir. Öyleyse akıbeti düşünülerek yapılan her hayır amel, ahlâki bir halet olarak övülse de ahlâki fazilet olarak addedilmez. Ahlâklı insan, iyi ve hayırlı işleri adet haline gelmiş ve onları düşünmeden yapan kimsedir. Örneğin iyi bir yüzücü düşünmeden, hemen suya dalar. Ama önce suyu değerlendirip düşünen, sonra temkinle suya dalan kimse yüzücü değildir. Ahlâki meselelerde böyledir. Ahlâki faziletleri adet edinmiş kimse, yani onları düşünmeden yapan kimse ahlâki faziletler melekesine sahip olan kimsedir. Ama önce biraz düşünüp, düşündükten sonra iffetli olma sonucuna ulaşan veya adalete amel eden kimse adalet melekesine sahip değildir. Ahlâki olarak ahlâki iş yapsa da ona ‘ahlâki faziletlere sahip’ kimse denmez.[1]
Sonuç olarak diyoruz ki, zekanın yalnızca ahlâk ilmi ve kurallarını öğrenmeyle ilişkisi olup, bizi ahlâki öğretileri öğrenmeye hazırlar. Ama ahlâk kurallarına amel etme boyutunda önemli olan amel etmek ve ahlak kurallarını yerine getirmektir.
[1] -Şeyh Tabersi, el-Adabu’d-Diniyye Li’l-Hazanati’l-Muayyene, Abdi, Ahmed, s.194-195 (az bir değişiklikle), Zair, 1. Baskı, Kum, 1380.