Please Wait
10050
Kuran’da yer alan bu ayetler, ilahi kanun ve sünnetlerin, bir tanesinin beyanıdır. Öyle ki her kim kâfir olsa ve dinin hakikatini anlamasına rağmen kendi irade ve seçimiyle hak dine inat besler ve hakikatten yüz çevirirse onun bu inat ve düşmanlığı, hiçbir zaman hidayete erememesine sebep olur. Ama kendisi bilerek bu yolu seçtiği için bu işin sonuçlarından mesul sayılacaktır. Hiçbir zorlama da söz konusu değildir. Bu durum aynı bilerek kendi göz ve kulağını kör ve sağır eden, böylece bir şeyi göremeyip duyamayan kimseye benzer.
Ama eğer bu kâfirler hidayete erme kabiliyetine sahip değillerse peygamberlerin ısrarı nedendir? Sorusunun cevabında şunları söylememiz gerekir. İlk olarak, ilahi cezalar her zaman insanın amel ve davranışıyla ilişkilidir. Hiç kimse sadece kalben kötü adam olduğu için cezalandırılamaz. Bu surette kısasın cinayetten önce uygulanması gerekir. İkincisi, onların “Eğer bize peygamberler gelseydi ve bize yol gösterselerdi biz hidayet olurduk.” Dememeleri için hüccetin tamamlanması.
Bu iki ayet inatçı kâfirler içindir. Onlar saptıkları yolda direttiklerinden kendilerine hak aşikâr olsa da onu kabullenmeye hazır değillerdir. Muttakiler için yol gösterici ve hadi olan Kuran, bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Anlatsan da anlatmasan da, korkutsan da korkutmasan da, müjdelesen de müjdelemesen de onlar, hakka uymaya ve ona teslim olmaya ruhsal olarak hazır değillerdir.
İkinci ayet, bu taassup ve inada işaret ederek şöyle diyor: onlar inat ve küfürlerinde öylesine dalmışlardır ki teşhis etme hissini kaybetmişlerdir. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de bir perde bulunmaktadır.”[1]
Bu nedenle yaptıklarının sonucu şu olmuştur: “Onlar için büyük bir azap vardır.”[2]
Burada akla ilk gelen soru şudur ki; yukarıdaki ayete göre Allah, onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuş ve gözlerinin üzerine de perde atmıştır. Öyleyse onlar küfürlerinde kalmaya mecburdurlar. Bu cebir değilmidir? Bu şartlarda onların azaba uğratılması ne manaya geliyor?
Kuran, bu sorunun cevabını başka ayetlerde veriyor ve o da şudur ki; Allah yaratılış düzeninde her şey için bir sebep ve illet karar kılmıştır. Hiçbir işi sebepsiz ve illetsiz görmez. Tekebbür, hava-ı nefse uyma, isyan içeren heveslere kapılma, hakkın karşısında inat ve ısrar ederek zulme devam etme, küfür vb. şeyler insanın teşhis etme hissinin üzerinin örtülmesine ve vesilelerin ortadan kalkmasına sebep olur.[3]
İnsan eğer hata ve yanlışlarını tekrarlarsa onunla arasında bir bağın oluşması doğaldır. Zira ilk merhalede bu bir “halet”tir, sonrasında “alışkanlık” oluşur ve sonunda onda bir “meleke” haline gelir ve sanki canından bir parçaymış gibi olur. Bazen bir noktaya ulaşır ki geri dönmesi imkânsız hale gelir. Ama kendi iradesiyle bu yolu seçtiği için, cebir durumu olmaksızın bu işin bütün sonuçlarından yine kendisi mesuldür. Bu aynı kendi göz ve kulağını bir vesileyle kör ve sağır eden kimseye benzer ki sonuçta ne görebilir ne de duyabilir. Eğer bunlar (kalplerine mühür vurma, sağır ve kör olmaları) Allah’a nispet verilmiş ise, Allah’ın bu özellikleri bu tür amellerde karar kılmış olmasındandır. Bu sebep sonuç ilişkisini Allah karar kılmıştır.
Bunun tersi de yaratılış kanunlarında çok açık ve seçiktir. Yani Allah, takva ve temizliği, doğru ve dürüstlüğü seçen kimsenin teşhis gücünü artırır ve ona özel bir derk, anlama ve aydın görüşlülük verir. Kuran’da da okuduğumuz gibi: “ Ey iman edenler! Eğer takvalı olursanız, (Allah) size hakkı batıldan ayırt etme gücü verir.”[4]
Bu gerçeği kendi günlük yaşantımızda da tecrübe etmişizdir. Yanlış bir işe başlayan insanlar, başlangıçta kesinlikle kanun dışı bir iş yaptıklarını itiraf ederler ve yaptıkları işten ötürü rahatsızdırlar. Ama zamanla ona bağlandıklarında bu rahatsızlık hissi yok olur ve bir sonraki merhalede bazen iş öyle bir noktaya ulaşır ki bu işten üzüntü duymamanın yanı sıra tersine mutludurlar ve bunu bir insanlık vazifesi olarak görürler.
Yukarıda zikredilen ayetlere binaen zihne gelen bir diğer soru da kâfirlerin eğer hidayete ulaşma kabiliyetleri yoksa peygamberlerin ısrarlarının sebebi nedir? Sorusu olacaktır.
Bu sorunun cevabının aydınlanması için bir noktaya teveccüh etmek yeterli olacaktır. İlahi azap ve cezalandırma her zaman insanın amel ve davranışıyla irtibatlıdır. Bir kimse sadece kötü kalpli olmasından ötürü cezalandırılamaz. İlk olarak o hakka davet edilmeli, eğer uymazsa ve kalbindeki kötülük ameline yansırsa azaba ve cezaya müstahak olur. Aksi takdirde verilecek her türlü ceza: cinayetten önce yapılan kısasa benzer ve bu yanlış bir yöntemdir. Başka bir deyimle bir amelin cezası veya ödülü kesinlikle amelin gerçekleşmesinden sonra olmalıdır. Bir işe karar vermek, hazırlanmak ve ruhi ve fikirsel yeterlilik, cezalandırma ve mükâfatlandırma için yeterli değildir.
İlaveten onlara, eğer bize peygamberler gelseydi ve bize yol gösterselerdi belki hidayet olurduk dememeleri için hüccetin tamamlanması için peygamberler gelmiştir.
[1] Bakara 7
[2] Mekarim Şirazi, Nasir, Tefsir-i Numune, C.1, S.82, Dar-ul Kutub-il İslamiye, Tahran baskısı, birinci baskıi 1995
[3] Nisa Suresi 155. Ayeti: “ Gerçekte inkar etmelerine karşılık Allah kalplerini mühürledi.” Mümin Suresi 35. Ayette: “ Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” Casiye suresi 23. Ayet: “ Heva ve hevesini kendine ilah edinen ve Allah’ın bilerek saptırdığı kulağını mühürlediği ve gözünün üzerine perde çektiği kimseyi gördün mü?”
[4] Enfal 29