Gelişmiş Arama
Ziyaret
10443
Güncellenme Tarihi: 2012/04/04
Soru Özeti
İnatçı kâfirlerin hidayete ermemelerine binaen peygamberlerin onların hidayeti konusunda ısrarları ve kıyamette azaba uğramaları ne mana taşır?
Soru
Bakara Suresi’nin 6. ve 7. Ayetinde Allah şöyle buyuruyor: “İnkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da, onlar için birdir; inanmazlar. Allah, (inkârları sebebiyle) onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir; gözlerinin üzerinde de perde vardır ve onlara büyük bir azap vardır.” Bu ayete göre peygamberlerin varlığı anlamsız ve abestir. Bunun yanı sıra Allah’ın kalplerine mühür vurmuş olmasından dolayı hangi suçla Cehenneme gidecekleri belli değildir.
Kısa Cevap

Kuran’da yer alan bu ayetler, ilahi kanun ve sünnetlerin, bir tanesinin beyanıdır. Öyle ki her kim kâfir olsa ve dinin hakikatini anlamasına rağmen kendi irade ve seçimiyle hak dine inat besler ve hakikatten yüz çevirirse onun bu inat ve düşmanlığı, hiçbir zaman hidayete erememesine sebep olur. Ama kendisi bilerek bu yolu seçtiği için bu işin sonuçlarından mesul sayılacaktır. Hiçbir zorlama da söz konusu değildir. Bu durum aynı bilerek kendi göz ve kulağını kör ve sağır eden, böylece bir şeyi göremeyip duyamayan kimseye benzer.

Ama eğer bu kâfirler hidayete erme kabiliyetine sahip değillerse peygamberlerin ısrarı nedendir? Sorusunun cevabında şunları söylememiz gerekir. İlk olarak, ilahi cezalar her zaman insanın amel ve davranışıyla ilişkilidir. Hiç kimse sadece kalben kötü adam olduğu için cezalandırılamaz. Bu surette kısasın cinayetten önce uygulanması gerekir. İkincisi, onların “Eğer bize peygamberler gelseydi ve bize yol gösterselerdi biz hidayet olurduk.” Dememeleri için hüccetin tamamlanması.

Ayrıntılı Cevap

Bu iki ayet inatçı kâfirler içindir. Onlar saptıkları yolda direttiklerinden kendilerine hak aşikâr olsa da onu kabullenmeye hazır değillerdir. Muttakiler için yol gösterici ve hadi olan Kuran, bunlar için hiçbir anlam taşımaz. Anlatsan da anlatmasan da, korkutsan da korkutmasan da, müjdelesen de müjdelemesen de onlar, hakka uymaya ve ona teslim olmaya ruhsal olarak hazır değillerdir.

İkinci ayet, bu taassup ve inada işaret ederek şöyle diyor: onlar inat ve küfürlerinde öylesine dalmışlardır ki teşhis etme hissini kaybetmişlerdir. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde de bir perde bulunmaktadır.”[1]   

Bu nedenle yaptıklarının sonucu şu olmuştur:  “Onlar için büyük bir azap vardır.”[2]

Burada akla ilk gelen soru şudur ki; yukarıdaki ayete göre Allah, onların kalplerine ve kulaklarına mühür vurmuş ve gözlerinin üzerine de perde atmıştır. Öyleyse onlar küfürlerinde kalmaya mecburdurlar. Bu cebir değilmidir? Bu şartlarda onların azaba uğratılması ne manaya geliyor?

Kuran, bu sorunun cevabını başka ayetlerde veriyor ve o da şudur ki; Allah yaratılış düzeninde her şey için bir sebep ve illet karar kılmıştır. Hiçbir işi sebepsiz ve illetsiz görmez. Tekebbür, hava-ı nefse uyma, isyan içeren heveslere kapılma, hakkın karşısında inat ve ısrar ederek zulme devam etme, küfür vb. şeyler insanın teşhis etme hissinin üzerinin örtülmesine ve vesilelerin ortadan kalkmasına sebep olur.[3]

İnsan eğer hata ve yanlışlarını tekrarlarsa onunla arasında bir bağın oluşması doğaldır. Zira ilk merhalede bu bir “halet”tir, sonrasında “alışkanlık” oluşur ve sonunda onda bir “meleke” haline gelir ve sanki canından bir parçaymış gibi olur. Bazen bir noktaya ulaşır ki geri dönmesi imkânsız hale gelir. Ama kendi iradesiyle bu yolu seçtiği için, cebir durumu olmaksızın bu işin bütün sonuçlarından yine kendisi mesuldür. Bu aynı kendi göz ve kulağını bir vesileyle kör ve sağır eden kimseye benzer ki sonuçta ne görebilir ne de duyabilir. Eğer bunlar (kalplerine mühür vurma, sağır ve kör olmaları) Allah’a nispet verilmiş ise, Allah’ın bu özellikleri bu tür amellerde karar kılmış olmasındandır. Bu sebep sonuç ilişkisini Allah karar kılmıştır.

Bunun tersi de yaratılış kanunlarında çok açık ve seçiktir. Yani Allah, takva ve temizliği, doğru ve dürüstlüğü seçen kimsenin teşhis gücünü artırır ve ona özel bir derk, anlama ve aydın görüşlülük verir. Kuran’da da okuduğumuz gibi: “ Ey iman edenler! Eğer takvalı olursanız, (Allah) size hakkı batıldan ayırt etme gücü verir.”[4]

Bu gerçeği kendi günlük yaşantımızda da tecrübe etmişizdir. Yanlış bir işe başlayan insanlar, başlangıçta kesinlikle kanun dışı bir iş yaptıklarını itiraf ederler ve yaptıkları işten ötürü rahatsızdırlar. Ama zamanla ona bağlandıklarında bu rahatsızlık hissi yok olur ve bir sonraki merhalede bazen iş öyle bir noktaya ulaşır ki bu işten üzüntü duymamanın yanı sıra tersine mutludurlar ve bunu bir insanlık vazifesi olarak görürler.

Yukarıda zikredilen ayetlere binaen zihne gelen bir diğer soru da kâfirlerin eğer hidayete ulaşma kabiliyetleri yoksa peygamberlerin ısrarlarının sebebi nedir? Sorusu olacaktır.

Bu sorunun cevabının aydınlanması için bir noktaya teveccüh etmek yeterli olacaktır. İlahi azap ve cezalandırma her zaman insanın amel ve davranışıyla irtibatlıdır. Bir kimse sadece kötü kalpli olmasından ötürü cezalandırılamaz. İlk olarak o hakka davet edilmeli, eğer uymazsa ve kalbindeki kötülük ameline yansırsa azaba ve cezaya müstahak olur. Aksi takdirde verilecek her türlü ceza:  cinayetten önce yapılan kısasa benzer ve bu yanlış bir yöntemdir. Başka bir deyimle bir amelin cezası veya ödülü kesinlikle amelin gerçekleşmesinden sonra olmalıdır. Bir işe karar vermek, hazırlanmak ve ruhi ve fikirsel yeterlilik, cezalandırma ve mükâfatlandırma için yeterli değildir.

İlaveten onlara, eğer bize peygamberler gelseydi ve bize yol gösterselerdi belki hidayet olurduk dememeleri için hüccetin tamamlanması için peygamberler gelmiştir.        

 


[1] Bakara 7

[2] Mekarim Şirazi, Nasir, Tefsir-i Numune, C.1, S.82, Dar-ul Kutub-il İslamiye, Tahran baskısı, birinci baskıi 1995

[3] Nisa Suresi 155. Ayeti: “ Gerçekte inkar etmelerine karşılık Allah kalplerini mühürledi.” Mümin Suresi 35. Ayette: “ Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte böyle mühürler.” Casiye suresi 23. Ayet: “ Heva ve hevesini kendine ilah edinen ve Allah’ın bilerek saptırdığı kulağını mühürlediği ve gözünün üzerine perde çektiği kimseyi gördün mü?”

[4]  Enfal 29

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zifaf gecesinin adabı nasıldır?
    23925 Pratik Ahlak 2011/07/18
    Zifaf gecesi gelinle güveyin (damat) şer’i yolla karı koca olama akdini yaptıktan sonra birlikte kalacakları ilk gecedir. Bu gece her fert için kendi hayatında çok önemli ve çok mübarek bir gecedir. Bu nedenle İslami kaynaklarda bu gece için birçok adap zikredilmiştir. Mübarek oluşuna kaynaklık yapan evlilik hakkında ...
  • Niçin Hz. Âdem’in (a.s) hatası yüzünden yer küresinde kalmaya mecbur olup sonuçta günaha bulaşıp cezalandırılmalıyız?
    15204 Eski Kelam İlmi 2010/06/02
    Hz. Âdem başta olmak üzere bütün Enbiyalar (a.s) her çeşit günah ve hatalardan masum ve beridirler. Hz. Âdemin yaptığı şey ise irşad-i bir emre muhalefetti. Dolaysıyla yapılan bu muhalefete günah denilmez. Aslında insanın ve Hz. Âdemin yeryüzüne gelişi ilahi bir takdir olup ...
  • “Dinde zorlama yoktur, olgunluk sapıklıktan ayrılmış belli olmuştur” ayetinin anlamının çeşitli tefsirleri dikkate alarak açıklayınız.
    12521 Tefsir 2007/10/25
    Farklı tefsirleri nazara aldığımızda ayetin anlamı ile ilgili beş ana görüş ortaya konulmuştur. Bu görüşler arasında doğru olan görüş şudur ki, ayet genel, kapsamalı ve insani bir anlam taşımaktadır. O da şudur: Din bir inançla ilgili kalbi bir konudur. Bu konuyla ilgili zorlama gerçekleşmesi mümkün değildir. Kul ...
  • Ahbaricileri nasıl cevaplandırmalıyız?
    6636 Eski Kelam İlmi 2012/08/01
    Ahbariciliğin mebnasını iki kısma ayırabiliriz: Birincisi epistemolojiktir. Diğeri dini öğretileri elde etmek için takip edilen yöntem problemidir. Epistemolojik bağlamda ahbariler dini öğretileri elde etmek için kabul gördükleri tek bilgi kaynağı rivayetlerdir. Ahbariler “kütübi arb’ada”; dört kitapta (Şianın rivayetler bazında kabul gördükleri dört kaynak kitap) zikredilen tüm rivayetler ...
  • İlahi meşiyyet ile insanın iradesinin ilişkisi nasıldır?
    10850 Eski Kelam İlmi 2007/11/24
    İnsan, varlığını ve varlığıyla ilgili bütün özelliklerini yüce Allah'tan alan mümkün bir varlıktır. Allah, kendi tekvini iradesi ile onu seçme özgürlüğü ve iradesi olan bir varlık olarak yarattı. Bu ayrıcalığı ile ona diğer varlıklar karşısında üstünlük bağışladı. O halde insan, Allah'ın teşrii iradesine (kanun koyma iradesine) muhatap olan en üstün ...
  • Ehlisünnet arasında değişik şekillerde yaygın olan teravih namazının Ehlibeyt mezhebindeki yeri nedir?
    8227 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/27
    Teravih, Ramazan ayı gecelerinde yatsı namazında sonra kılınan nafile namazlara denir.[1] Ehlisünnet bu namazlara ikinci halifelerinin emriyle başlamış ve onu cemaatle kıla gelmişlerdir.[2] Belirttiğiniz gibi onun rekât sayısı farklıdır.[3] Ama Ehlibeytten gelen rivayetler esasınca, aziz İslam Peygamberi (s.a.a) ...
  • Neden Şia geçici evliliği (muta) caiz bilmektedir?
    27933 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2013/04/23
    Başlangıçta bu meselenin fıkhi konulardan olduğuna ve özel bir alan ve ortamda ilgili uzmanlar tarafından incelenmesi gerektiğine dikkat etmeliyiz. Burada kısaca konuları beyan edecek ve konunun detaylarını ayrıntılı cevaba bırakacağız. 1. Geçici evlilik, hiçbir evlilik engeli taşımayan, iki tarafın rızasıyla ve belirli bir zamana kadar belirlenmiş bir ...
  • Şia’nın bakışında sihir nedir? Nasıl iptal edilebilir?
    12586 Tefsir 2011/01/20
     Sihir olağanüstü bir fiil olup bazen bir tür hipnotizma ve hokkabazlıktır ve bazen de sadece ruhsal, hayali ve telkinsel yöne sahiptir. Bazen tanınmamış fiziksel ve kimyasal özelliklerden yararlanarak, bazen bir takım cisim ve unsurlardan istifade ederek ve bazen de şeytanlardan yardım alma yoluyla gerçekleşir. Sihirbazlar sapık ...
  • Neden baldızla evlenmenin haram oluşu zamanın değişmesiyle birlikte değişmemektedir?
    14073 فلسفه غرب 2009/12/20
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Bir annenin çocuğuna süt verme süresi ne kadardır?
    8528 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/08
    Bu konuda fakihlerin bazı görüşlerine yer veriyoruz: Fakihlerin çoğuna göre çocuğa süt vermenin en az süresi yirmi bir aydır.[1] Bazılarına göre ise iki yıla kadar süt vermek caiz ve müstehaptır. Bu açıdan baktığımızda fakihlerin çoğunun bu konudaki görüşlerinin arasında fazla bir fark ...

En Çok Okunanlar