farklı rivayetlerde, ehlibeytin (a.s.) konumu kuranın konumuyla aynı derecede ve aynı seviyede olduğu belirtilmektedir. Sakaleyn (iki değerli ve ağır emaneti açıklayan) rivayeti onlardan bir tanesidir. Evet! Bazı hadis kitaplarında sakaleyn rivayeti bazı nakillere göre kuranı kerim ağırlık bağlamında daha büyük (sıklı ekber), ehlibeyt (a.s.) ise ağırlık bağlamında daha küçük (sıkli asgar) şeklinde yâd edilmiş olduğu söz konusudur. Neden ehlibeyt (a.s.) sıklı asgar ve kuranı kerim sıklı ekber olarak nitelndirildiği noktasında şunu söylemek mümkündür: kuranı kerim Allahın kelamıdır. Bu nedenle onun muteber ve hüccet oluşu zatından kaynaklanmaktadır. Onun muteber olabilmesi için hiç kimsenin teyidine ihtiyaç duyulmamaktadır. Kendisi bizatihi ve zati itibariyle muteberdir. Ama başkaların sözlerinin muteber olabilmesi için zati itibariyle muteber olan birisi; örneğin kuran tarafından teyit edilmesine gerek duyuluyor. Yani isbat (insanlar arasında ve insanlar için hüccet olabilmeleri) merhalesinde, itretin (ehlibeytin) (a.s.) itibarı kuranın kendisine vermiş olan itibara bağlıdır. Zira peygamberin (s.a.a.) sözlerine itibar veren kuranı kerimdir. Kuranı kerim şöyle buyuruyor: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir" (Haşır 7).
Kuranı kerim kendi bu açıklamasıyla Allahın kendisi, kendi resulüne (s.a.a.) itibar verdiğini bildirmektedir. Allahın resulü şöyle buyuruyor: "ben içinizde iki ağır ve değerli şeyi emanet olarak bırakıyorum". Dolayısıyla itret (peygamberin soyu) (a.s.) kuran gibi ve kuranın muteber olduğu seviyede muteberdir. Ancak peygamberin (s.a.a) sözünün muteber oluşu kuran tarafından teyidi edildiği içindir. Bu cihetledir ki kuranı kerim "sıklı ekber" olarak ve itrette (a.s.) "sıklı asgar" şeklinde nitelendirilmiştir. Ancak bilinmelidir ki, "sıklı ekber" ve "sıklı asgar" tabiri bu ikisinin aynı seviyede olmalarına aykırı bir durum ve tezadı teşkil etmiyor.
İlkin şu nokta bilinmelidir ki, birçok farklı rivayette peygamberin (s.a.a.) soyu kuranın seviyesinde ve onun derecesinde, seviye ve konum bakımından ona ortak olduğunu belirtiliyor.
Bu bağlamda peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: "ben gerçekten aranızda iki ağır şey (iki değerli emanet) bırakıyorum. Onlardan birisi Allahın kitabı diğeri de ehlibeytimdir".[1]
İmam Hüseynin (a.s.) ziyaretlerin birisinde şöyle denilmiş: "selam olsun sana ey rahmanın emini, selam olsun sana ey kuranın ortağı ve selam olsun sana ey dinin direği…".[2] Bu rivayetlerin zahiri anlamı şudur: bu ikisi tek bir hakikattir ve bu ikisinden hiç birisi bir diğerinden üstün değildir.
Başka rivayetlerde kuranı kerim "sıklı ekber" ve itrette (a.s.) "sıkli asgar" olduğu şeklinde nakil edilmiştir. Örneğin aşağıdaki rivayette şöyle nakil edilmiştir:"ben gerçekten aranızda iki ağır şey (değerli emanet) bırakıyorum. İkisine (birlikte) sarılsanız delalete gitmezsiniz. Birisi diğerinden daha büyüktür. Bunlardan birisi gökyüzünden yeryüzüne doğru uzatılmış iptir. Diğeri soyumdan olan ehlibeytimdir. Biliniz! (kiyamet gününde Kevser) havuzun başında bana varıncaya kadar bu ikisi birbirinden kesinlikle ayrılamayacaklardır".[3]
İmam Ali (a.s.) da şöyle buyuruyor: "sıklı ekber ile amel ettim sıklı asgari aranızda bıraktım".[4] Acaba bu ve buna benzer tabirler kuranı kerimin itretten (a.s.) daha üstün olduğuna delalet etmiyor mu? Ve bu gibi tabirler göz önünde bulundurarak kuranı kerim ile itretin (a.s.) aynı derecede ve aynı seviyede olduğuna söylemekle tezat değil midir?
Bazı büyük şahsiyetler bu sorunun cevabında şöyle demişlerdir: "imam Ali (a.s.) her ne kadar "konuşan kurandır (kuranı natık)" ise de, ama onun bu üstünlüğü kuranın zahiri ve fiziksel boyutuna oranladır. Yani onun bu üstülüğü sadece yazılmış ve fizikisel boyut kazanmış ve halı hazırda halk ve toplum arasında mevcut olan kurana karşıdır. Ama kuranın hakikati ve ilahi kelam şeklinde olan kurana karşı boynu bükük ve onun öğreticisi ve onun terviç edicisidir. Yani kuranı kerim Allahın kelamı olma cihetiyle ehlibeytten (a.s.) daha üstündür. Başka bir beyanla; kuranı kerim tabiri iki şey için kollanılıyor: birincisi: yazılmış fiziksel bir boyut kazanmış ve matbaalarda basılarak hali hazırda insanların elinde mevcut kitap için, ikincisi: Cebrail (a.s.) vasıtasıyla peygambere (s.a.a.) nazil edilen kurandır. Basılmış ve elimizdeki kuranı kerimde da o hakikate delalet etmekte ve ondan kinayedir. Ehlibeytin (a.s.) kendisini feda ettiği kuran işte bu ikincisidir. Bu ikincisinin bekası için kendilerini kurban ettiler. Sıklı ekber olan kuran budur. Biricisinden kuranın birkaç nüshasının kalmasıyla bu ikincisinin bekası korunuyor. Buna karşı ehlibeyt (a.s.) sıklı asgardir. Ama kuranın tüm nüshalarına şamil gelen birinci anlamdaki kuranı, ehlibeyt (a.s.) menzilesiyle mukayese edilemez. Zira bu kuran samıt yani konuşmayan kurandır, imam ise kuranı natık yani konuşan kurandır. Bu nedenle natık olan kuran ve natık olan kuranın düsturlarına amel etmek ile samıt olan kuranın bazı nüshalarının korunması arasında bir tezat vücuda gelir ve ikisinden birisinin korunması mümkün diğerini kurban etmek gerekiyor ise, kuranı natıkı korumak ve onun düsturlarına amel etmek gerekmektedir. Yazılı kuranın bazı nüshalarından sarfı nazar edilmelidir. Yazılı kuranın bazı nüshalarını korumak ve onlara saygı duymak bahanesiyle imamın (a.s.) düsturundan el çekilmesi doğur değildir. Maalesef sifin vakıasında bu durum yaşandı. Yani bazıları imamı korumaları gerekirken, yazılı kuranın bazı nüshaları düşman tarafından okların uçuna takıldığını gördüklerinde mızraklara takılan bu nüshaları korumak bahanesiyle imamı (a.s.) yalnız bıraktılar ve onun düsturuna emel etmediler.[5]
Yukarıdaki sorunun cevabı noktasında bir diğer kısım âlimler şu görüştedirler: "sıklı ekber" Allahın kelamı olduğu için bütün peygamberler Allahın emir ve yaslarını insanlara ulaştırıp pratik ve ameli olarak insanlar arasında uygulamak için gönderildiler. Bu nedenle ilahi emirleri ve ilahi düsturlar zorunlu olarak büyük hüccettirler. Dolayısıyla eğer her hangi bir rivayette iki sıkl (iki değer) iki parmağa benzetilmiş ise, maksat ikisinin (terazinin iki kefesi gibi) bir birinden ayrılamayacaklarıdır.[6]
Bir üçüncü grup âlimde şöyle diyor: kuran itretsiz ve itrette kuransız insanı maksadına ulaştıramıyor. Kuran ile itret bir hakikat için kullanılmış iki tabirdir. Yani bu ikisi asıl itibariyle bir hakikattir ve iki şekilde tecelli bulmuş. Kuran ile itret her ikisi vahiy ve Allahın kelamıdırlar. Bunlar gece gündüz insanlarla konuşuyor halindedirler. Yani kuranın temessül bulmuş olduğu hali ve kuranı kerimi temsil eden itrettir. Bu cihetledir ki, kuranın sözü hüccet olduğu gibi itretin sözü de hüccet ve muteberdir.[7] Her ikisi sarılması gereken güvenilir tek kulp, tek müstakim sırat ve merkeze alınması gereken hak mihverdirler.[8]
Başka bir beyanla; bu tabir kuranın itreten daha üstün olduğunu açıklamak güdüsünde değildir. Zira kuran ve itret her ikisi ilahi öğretilerin kaynağıdırlar. Her ikisi aynı seviyedeki niteliklere haizdirler. Kuranı sıklı ekber olarak nitelendiren tabir, bir anlamda ehlibeytten (itreten) gelen rivayetlerin, senedi ve muteberliği hakkındadır. Zira kuran Allahın kelamıdır ve onun itibarı zatidir. Ayrı bir teyide ve referansa ihtiyaç duymuyor. Ama başkaların sözü muteber olabilmesi için zaten muteber olan kuranın referans yapmasıyla ancak muteber duruma geliyor. Yani ispat makamında itretin sözlerinin muteber olmaları, kuranı kerim tarafından muteber sayıldıklarına bağlıdır. Zira peygamberi sözüne itibar kazandıran kuranın kendisidir. Kuranı kerim bu bağlamda şöyle buyurmaktadır: "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz, Allah’ın azabı çetindir"[9] Yani Allah resulünün size emr ettiğini alınız ve size yasakladığı şeylerden de sakınınız.
Kuranı kerim bu sözüyle Allah resulünün sözlerine itibar kazandırdı. Allahın resulü de şöyle buyurdu: "ben aranızda iki değerli (sıklayn) şey bırakıyorum; birincisi: Allahın kitabıdır, diğeri benim soyumdan olan ehlibeytimdir". Bu iki mukaddimeden şu netice doğmaktadır: itrette yani peygamberin soyundan olan ehlibeytte (a.s.) kuran gibi ve kuran seviyesinde muteberdir. Elbette Allah resulünün (s.a.a.) sözleri de kuran tarafından tavsiye ve referans edildiği için hüccettir. Bu nedenle kuranı kerim "sıklı ekber" şeklinde ve itrette sıklı asgar şeklinde tabir edilmiştir. Ancak bu tabir kuran ile ehlibeytin fazilet bakımından aynı seviyede olduklarıyla tezat teşkil etmiyor.[10]
Ama her halükarda bu bağlamda var olan rivayetlerin anlaşılması için birkaç noktaya dikkat etmek gerekir:
1- Şüphesiz kuranı kerim ve ehlibeyt (a.s.) hakikati Allah katında idi ve orada var olmaları ittihat ve birlikte olma türünden idi. Bu hakikat peygamberin vücudunda emanet olarak yerleştirildi ve zahiri olarak iki farklı kalıpta tecelli buldu. Birisine kuran, diğerine ehlibeyt (a.s.) tabir edildi ve peygamberin (s.a.a.) kendisinden geri bıraktığı iki emanet olarak ilan edildiler. Bize ulaşan bazı rivayetlerde şöyle denilmektedir ki, peygamber (s.a.a.) iki değerli şeyi tanıtma sırasında şöyle buyurdu: "Allah u Teâlâ bana haber verdi; ikisi havuzda (kıyamette Kevser havuzunun başında) bana gelinceye dek birbirinden ayrılacak değildirler. Bu iki parmağım (iki şahadet parmaklarını yan yana getirdi onlara işaret ederek bu iki parmağım) gibi ve şahadet ve orta parmaklarını yan yana getirerek ve onlara işaret ederek bu ikisi gibi değil, bunlardan birisi bir diğerinden üstündür".[11]
2- Bazı rivayetlerde birinci noktaya işaret edilmiş olsa bile, bazı rivayetlerde kuranın daha büyük ve daha üstün olduğuna açık bir şekilde değinilmiştir. Ancak burada kuranın hakikati ile insani kâmil yani velayetin[12] hakikati arasında her hangi bir karşılaştırma gerçekleştirilmemiştir. Hakeza bu rivayetlerde ehlibeytin vücutsal unsuru ile kuranın (kağıt üzerinde yazılmış ve kuranın bahis ettiği hakikatler ve kavramlardan kinaye olan) yazılı ve (kuranın okunan ) lafızsal vücudu arasında karşılaştırmak yapılması istenilmemiştir. Zira bu ikisinden her hangi birisi bir diğerine oranla üstün değildir. Bunun yanı sıra rivayet, peygamber (s.a.a.) huzurunda bulunanlara, kendinden sonra emanet olarak neyi bıraktığını tanıtmak istiyor. Yakinen bilinmektedir ki, her ne kadar kuran hakikati ve velayetin hakikati, hakeza kuranın lafızsal vücudu ve ehlibeytin vücutsal unsuru bir anlamda peygamberin (s.a.a.) kendisinden sonra bıraktığı emanetler sayılmaktadır ise, ama peygamberin bu toplumun huzurunda bu derin manaya da işaret ettiğini söylemek de çok uzak görünmektedir. Zahiri olarak peygamber (s.a.a.) burada aşağıdaki noktaları söylemek istediği anlaşılıyor: a) lafızsal olan kuranın kendisinden kinaye olduğu kuranın hakiki öğretilerini tefsir eden ehlibeyttir. b) ehlibeytten fasıla almayınız. Açıktır ki, bu karşılaştırmada kuranın sözü ile ehlibeytin sözleri bir derecede ve aynı seviyede oldukları belirtilmektedir. Yani her ikisi bir şahsın ağzından çıktığını vurgulamak istenilmektedir.[13] Ama ehlibeytin sözlerinin muteber oluşu kurandan alıntı yapıldığı için sıklı asgar sayılmaktadır. Yani ispat makamında masum olanları kuranı kerim tanıtıyor ve onların sözüne hüccet bağışlıyor. Diğer taraftan kuranın kendisi ehlibeytin sözlerinin mesnedidir. Bu cihetle kurana sıklı ekber tabiri yakıştırılmıştır.
3- Yazılı ve lafızsal (fiziksel) kuran ile ehlibeyt (a.s.) arasında bir karşılaştırma yapılırsa dini öğretileri esasınca masum kimselerin kuranın lafızsal ve yazılı vücudundan daha üstün oldukları kesin ve onların fiziksel kurana nisbetle sıklı ekber sayılacağı kesindir. Zira lafızsal ve yazılı kitabin delalet ettiği hakikatleri açıklamak kendilerin vazifesidir ve bunu yapmaları gerekmektedirler. Onlar olmamış olsalardı kuranın hakikatleri insanların eline ulaşılmıyordu. Hz Ali'nin (a.s.) sifin vakıasında okların ucuna takılan kurana karşı sergilemiş olduğu tavrın sırrı işte burada yatmaktadır.[14]
[1] SAFAR, Muhammed b. Hüseyin b. Faruh, "basairu'l-deracat", Kum: intişarat-i kitaphahanı-i Ayetullah Maraşi, 1404 h.k. s. 414.
[2] Bkz. İBNİ TAVUS, "ikbalu'l-amel", tahkik; Cevat el-KAYUMİ EL-İSFAHANİ, Kum: mektebu'l-ialam el-islami, muaharrem 1416 h.k. c. 3, s. 341.
[3] MECLİSİ, "biharu'l-envar", Beyrut: muesesetu el-vefa1404 h. k. c. 23, s. 106; başka bir rivayette imam sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: "peygamber (s.a.a.) son olarak okuduğu hutbede şöyle buyurdu: "kuran ve ehlibeyte tabi olun" ve şöyle devam etti: "iki değerli şey (sıklaeyn) aranızda (emanet olarak) bırakıyorum. Onlardan birisi sıklı ekberdir diğeri sıklı asgardır. Sıklı ekber Allahın kitabıdır, sıklı asgar benim soyumdan olan benim ehlibeytimdir. Beni koruyunuz. (ikisine sarılarak bani koruyunuz). İkisine sarıldığınız müddetçe delaleten ve sapıklıktan korunursunuz". (AYAŞİ, ebi Nasr, Muhammed b. Mesut, "tefsiri ayaşi", tahkik: seyit Haşım RESULİ MAHALATİ, Tahran: çaphane-i ilmiye, 1380 h.k.; bu bağlamda bkz. TABRİSİ, "el-ihticac ala ehli el-luccac", birinci baskı, Murtaza, Meşhed, 1403 h.k., c. 1, s. 60; Şeyhi MUFİT, "el-emali", Kum: intişarat kongre-i cihani şyehi Mufit, 1314, h.k., (tek cilt) s. 135; NAAMANİ, Muhammed b. İbrahim, "el-gaybe", Tahran: mektebetu es-Saduk, 1337, h.k., (tek cild), s. 43; MECLİSİ, "biharu'l-envar", c. 74, s. 277.
[4] "ben sıklı ekber ile aranızda amel etmedim mi? Bırakıyorum aranızda sıklı asgarı", "nehcu'l-balaga", hutbe: 87, s. 120,
[5] Bkz. "talikat-u (ala) sıratı'n-necat fi ecvibetu'l-istiftaat", Ayetullah TABRİZİ, Kum: daru'l-itisam lit-tabaeti ve en-neşr, 1417 h.k. c. 2, s. 566 ve 567; "mecelei intizar-i mevuud", sayı 19; "mehdeviyet der kuran" makalesi.
[6] SUBHANİ, "maksud ez sıklı ekber ve asgar".
[7] "O nefsi arzusu ile konuşmaz Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir" necm, 3-4.
[8] "Kuranı kerim hak mihver ve batıldan uzak olduğu gibi (Ona ne önünden ne de ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye lâyık olan Allah tarafından indirilmiştir"(fusilet)) ehlibeyt hakkın mihveridir. Ehlibeytin sözlerinde, davranışlarında ve takındıkları tavırlarında batıl diye hiçbir şey söz konusu değildir. Bu konuda peygamberimiz hz Muhammed (s.a.a.) şöyle buyuruyor: "hak Ali ile birliktedir ve Ali de hak ile birliktedir. Ali hangi yöne dönse hak ta onunla birlikte o yöne dönecektir". (MECLİSİ, "biharu'l-envar", c. 28, s. 369. Başka bir rivayette şöyle denilmektedir: "hak ali iledir ve ali de hak iledir, havuzun yanında bana varıncaya kadar onlar birbirinden ayrılmazlar.", a.g.e.; c. 29, s. 17.; ALLAME EL-EMİNİ, Abdu'l Hüseyin, "el-gadir fi'l-kiabi br es-süne ve el-edeb", Kum: mekezi el-gadir li'd-dirasati el-islamiye, 1416 h.k., c. 3, s. 177.
[9] Haşır 7.
[10] Bkz. AHMEDİ, Habibullah, "imam Ali (a.s.) olguyi zendegi", Kum: intişarati fatimiyan, birinci baskı, 1378 h.ş., s. 73.
[11] MECLİSİ, "biharu'l-envar", c. 23, s. 130.
[12] İnsani kâmilin hakikati ve bu hakikat hakkında bilgi edinmek için bkz. TURHAN, Kasım, intişarat-i çılçırah, 1389 h.ş. 1. Baskı.
[13] Dinin hakikatleri ve kurandaki Allah kelamının asıl ve geçek (ciddi) maksadı söz konusudur. Bu hakikatler ve Allahın kurandaki kelimelerden kast ettiği gerçek anlamlar ile ilgili masumların bilgisi lafızlar vasıtasıyla değil, bilakis Allah tarafından dolaysız ve vasıtasız bir şekilde kendilerine verilmiş ve hasıl olduğuna inanmaktayız. Yani masumların bilgisi ledunidir, (Allah tarafından kendilerine ilham edilmiş). Bu cihetledir ki, masumların sünneti ve kuranın ayetleri tek bir mütekellimin kelamı konumundadır. Bu nedenle dini anlamak için onların kelamına istinat edilebiliniyor. Konuyla alakalı daha fazla bilgi edinmek için bkz. TURHAN, Kasım, "nigeriş irfani, felsefi ve kelami bı şahsiyet ve kıyam imam Hüseyin (a.s.)", Kum: intişarat-i çılçırah, çapı el-hadi, çap-ı evel, 1388 şemsi, s. 150.
[14] Kuranın okların uçlarına takılmasına emir edildiği zaman hz. Ali (a.s.) şöyle buyurdu: "onlar kurana talip değildirler. Sizi Allahın azabına müstahak edecek eylemden sakınınız. Gözlerinizi açınız. Gözünüzü açmaz basiret sahibi olmazsanız bölüp parçalanıp farklı yollara ayrılırsınız. Yolunuzu kayıp edersiniz (sonra) pişman olursunuz ancak pişmanlığın size bir faydası olamayacaktır". (DEYLEMİ, şeyh Hasan, "irşadu'l-kulup ila es-sevap", Kum: naşır: şerif rezi, 1412, kameri. 1. Baskı, c. 2, s. 225.