İslami felsefe tarihinde bu burhan hakkında birçok takrir ve beyanlar sunulmuştur. Birincisini ibni Sina “işarat” adlı telifinde sunmuştur. Bununla birlikte en iyi takrirlerinden birisini “Hikmeti Mutaliye” mektebinin kuruyucusu olan Molla Sadra –bu mektebin usullerine dikkatle- tarfından şöyle takrir edilmiştir. Asaletul-vücut aslına ve anlayışına göre vücut asıldır. Eğer vücut asıl ise kendi dışındaki başkadan müstağnidir. Dolayısıyla bizim istediğimiz (matlubumuz) hâsıl olmuş ve “vacibul-vücut (varlığı zatından ve zorunlu olan varlık)” ispatlanmış oluyor. Ama eğer zati itibariyle müstağni değilse bu durumda malul ve zati itibariyle muhtaç ve bağlılığın ve rabt’ın aynısıdır. Dolayısıyla müstakil ve bağımsız ve tam olan varlıksız var olması muhaldir.
Bu burhan bazı imtiyazlara sahiptir ki onu en derin ve güçlü olan delillerin arasına sokmuştur. Zira:
- Siddikin burhanı yakinin en yüksek ve kesin derecesini ifade ediyor.
- Bu burhan Allah ı tanımak için belirtilen en değerli ve şerif bir yoldur. Zira vücudun hakikatine dayanarak vacip olan Allah’a varıyor. Allah’ı tanıtan diğer burhan ve delillerde ise yaratıkların kendileri Allah ı ispatlamak için vasıtadırlar. Oysaki onlar noksanlık ve yoklukla karışmışlardır.
- Bur burhan en sade ve en basit delildir. Molla Sadranın sunmuş olduğu takrire göre bu burhan devri ve teselsüli iptal etmeye gerek kalmıyor.
- Vücudun asıl ve besit (mürekeb olmayışı) olmasının iktizası olan “İmkani vücudiden” istifade edilmiştir. Meşşa hikmetinde ise bunun tersine imkani zatiden istifade edilmiştir.
- Hakkın zatini, zatin tevhidi, hakkın sıfatlarını, sıfatların tevhidi, hakkın fiillerinin ve tevhidi efalini tanımak için bu burhanın kendisi yeterli geliyor ama diğer burhanlar ise bunu sağlayamıyor.
Allahın varlığını ispatlayan delilleri bir cihetle iki gruba ayırmak mümkündür. Burhanlardan bir kısmı yaratıkları vasıta ediyor ve yaratıklardan yardım alarak Allaha ulaşmaya çalışıyor. Burhanlardan ikinci kısmı ise yaratıklar Allahın varlığını ispatlamak için vasıta kılınmıyor. Bilakis varlık hakikatinin bizatihi kendisinden ve vücut mefhumundan hareketle Allaha varıyor.
Birinci türden olan burhanlara inni (malulden (yaratılmış) illete doğru yol kat etmek) ikinci türden olan burhana da limmi (illetin kendisinden illete doğru yol kat etmek) veya lime benzer (şübhi limmi) burhanlar denilmektedir.[1]
İncelemek ve açıklamak istediğimiz siddikin burhanı ikinci tür burhanlardandır. Siddikin burhanı öyle bir burhandır ki Allah ı ispatlamak için hak Teala’nın zatinin kendisinden yararlanarak hak Teala’nın zatına istidlal ediliyor. Allahın dışında var olan şeylerden yararlanarak Allahın zatına istidlal yapılmıyor. Siddik kelimesinin anlamına dikkatle bu burhanın bu isimle adlandırılması aşağıdaki konulardan birisi olabilir.
- Siddik olan insanlar hak Teala’nın makamında hak Teala’nın zatine istişhad etmek için bu yöntemden yararlanıyorlar.
- Bu burhan en muhkem ve en değerli bir burhandır.[2]
- Hakka kavuşmak için takip edilen bu yöntem ve yol sidik olan enbiyaların yoludur. Enbiyalara oranla mertebeleri enbiyaların ardından gelen siddikinlerin yöntemi ve yolu da budur. İslam filozofları geçmiş zamanlardan günümüze kadar bu burhan için farklı ve değişik takrirler ve beyanlar sunmuşlardır. Konun uzamaması için bunların en mühimlerinden bir kısmına işaret edeceğiz:
- İbn. Sina’nın Burhan-i Siddikin Hakkındaki Takriri:
“Burhan-i Siddikin” kavramını ilk olarak ibn. Sina Allahın varlığını ispatlamak için kendisine özgü olan burhana ıtlak etti. O bu burhanı “işarat” adlı eserinde şöyle takrir etmiştir: “Var olan (mevcut) ya “vacibu’l – vücuttur” (yani vücudu zorunludur) ya “mümkünü’l – vücuttur”, yani ne vücudu ve nede ademi zorunlu değildir. Eğer “vacibu’l – vücut” ise bizim peşinde olduğumuz istek ve matlubumuz ispatlanmış olur. Ama eğer “mümkünü’l – vücut” ise mümkün olan varlık var olması için (onun varlığını yokluğuna tercih eden) bir müreccihe ihtiyacı vardır. Eğer söz konusu olan müreccih mümkün olursa onun kendisi de başka bir müreccihe muhtaçtır. Aynı şekilde sonsuza dek bu devem ediyor. Ama devr ve teselsül batıl olduğu için mümkün olmayan (yani vacip olan) bir müreccihe (mümkün olan şeyin varlığını yokluğuna tercih edene) kavuşmamız gerekmektedir. İşte vacibul vücut olan bu müreccih Allahtir”.[3]
- Şeyh İşrakin Burhani Siddikin Hakkındaki Takriri:
“Hiçbir şey yok olmasını iktiza etmiyor. Aksi takdirde var olamazdı. Nurların nuru zati itibariyle tek bir varlıktır. Varlığı ve zatının takarrur (vücut) bulmasında hiçbir şart söz konusu değildir. onun dışında var olan ne varsa ona tabidir. Onun için ne her hangi bir şart gerektir ne zıddı var, dolayısıyla onun zatını iptal eden bir şeyde yoktur. Bu nedenle varlığı daimi ve zatiyle kaimdir”.[4]
- Kayseriye Göre Burhan-i Siddikin’in Takriri:
Kayseri “Fusus’ul Hikem” adlı İbn. Arabinin kitabına yazmış olduğu Mukaddimede “burhan-i siddikin” için beş takrir (beyan) zikretmiştir. Onlardan birisini numune olarak zikredeceğiz: “Vücudun hakikati kendinden başka değildir. Zira vücudun hakikati kendinden başka olmuş olsa mezkûr hakikat tahakkuk ve vücut bulmakta icad edici olan (mucide) bir varlığa muhtaç olacaktı ve böylece teselsül lazım gelirdi ki teselsül batıldır. Dolayısıyla vücudun hakikati kendinden başka bir vücut değildir. Bu nedenle bu hakikat “vacibi bi zat”; zati itibariyle zorunlu bir hakikattir. Zira bir şeyin zati kendisinden ayrılması imkânsızdır”.[5]
- Hekim Sebzevariye Göre Burhan-i Siddikin’in Takriri:
“En muhkem ve en kısa yol şudur ki eğer vücut (hesti) asıl ve mahiyet vücudun tabii ve gölgesi ise ve vücudun aslı azad, sırf, ve mutlak ise ne sınırlı ve ne karışık ve ne de mukayyettir. Yokluk (nisti) ise vücudun (hesti) karşıtı ve zıddıdır. Hiçbiri kendi karşıtını, çelişkisini kabul etmez. Öyle ise hiçbir zaman vücudun aslı yokluğu (adem) kabul etmez. Zati itibariyle yokluğu tardediyor. Yok, olmaya kabil değildir ki bunun neticesi şudur: vücut hakikatin zarureti ezeli ve vücubi zati olmasıdır”.[6]
- Allahme Tabatabainin Burhani Siddikin Hakkındaki Takriri:
Allahme Tabatabai “usuli felsefe” adlı kitabında “burhani siddikini” şöyle takrir ve teybin ediyor: “vücut gerçeği ki subuntunda (var oluşunda) hiçbir şüphe yoktur, kesinlikle nefyi kabul etmez ve yok olmayı tahammül etmez. Başka bir ifadeyle vücut gerçeği (hakikati hesti) her türlü kayıt ve şarttan ari vücut gerçeğidir. Hiçbir kayıt ve şartla la vakiyet (gerçeklik olmama) olmuyor. Bu âlem ve eczalarıyla böyle olmadığı ve nefi (yok olmayı) kabul ettiği için bu cihetle bu âlem nefiy (yokluğu) kabul etmeyen bir gerçeğe dayanıyor, onun vücuduyla gerçeğe sahiptir. O olmazsa bu alem ve onun eczaları da olamazdı. Elbette bunun anlamı o gerçeğin eşya ile bir olması veya onlarda nüfuz veya hulul etmesi veya o gerçeğin kendisinden bazı parçalar ayrılıp eşya ile bağ kurmak anlamında değildir. Belki şu anlamdadır ki o gerçek nur gibidir ki karanlık olan cisimler onunla aydınlanır ve onsuz karanlıktırlar”.[7]
Allamenin burhan-i siddikin için getirmiş olduğu beyanın özeti şudur: “Mutlak gerçeklik (vakiiyet-i mutleka) kesinlikle zeval pezir (yokluğu kabul ediyor) değildir. Zeval pezir olmayan ve zevalı (yokluğu) mumtenii bizzat olan bir şeyin vücudu vacibi ezelidir. Bu nedenle gerçekliğin aslı vacibi ezeli olacaktır. Bu durumda zeval pezir olan gerçeklikler ve sınırlı mevcudatlar zeval pezir olmayan gerçeğe dayanıyor”.
- Molla Sadranın Burhanı Sıddıkin Hakkındaki Takriri:
Sadrul Muteellihin “hikmeti Mütealiye” usullerine göre ki bu usulleri kendisi beyan etmiştir, bu burhanı teybin ve takrir etmiş ve bu burhanı en muhkem delil ve siddikin kimselerin yolu olarak bilmiştir.[8] Onun burhanı bazı usullere bina edilmiştir ki ilkin bu usullerin açıklanmasına ihtiyaç var. Dolayısıyla ilkin bu usulleri açıklıyor ve daha sonra burhanın kendisini takrir ve tebyin edeceğiz.
6-1- Asaleti Vücut Ve Mahiyetin İtibari Oluşu: Zihnin ötesindeki dış âlemde her varlık tek bir gerçeğe sahip ve bu gerçek dışında başka bir gerçeği yoktur. Ama zihin dış âlemde var olan tek gerçekten vücut ve mahiyet olmak üzere iki kavram (mefhum) algılıyor ve üretiyor. Örneğin bir insan veya bir ağaç dışsal iki bölüme sahip değildir ki bu bölümlerinin birisine vücut ismini diğer bölümüne mahiyet ismini taksın. Böyle bir durum söz konusu değildir. Ama zihinsel tahlilde ise her şeyin mahiyeti ve nitelikleri o şeyin vücut ve oluşunun (buden) aslından farklıdır.
Şahsın veya ağacın “mahiyeti” ve “nasıllığı” dış âlemde oluğu şekliyle zihne geliyor. Ama onun zihindeki ve dışarıdaki vücudu tamamen farklıdır. Dışsal ateş ve ağaca hamledilen eserler onların zihinsel varlıklarına hamledilmiyor. Buna binaen vücut ile mahiyet başka bir ifadeyle vücut (hesti) ve nedirlik (çisti) bir birinden ayrı iki meseledir. Eğer vücut olmazsa yaratıklardan hiçbirinin mahiyeti (nedirliği) şekillenmez. İnsan ve ağacın mahiyetini yokluk merhalesinden zuhur merhalesine çıkaran gerçek vücuttur. Vücuttan olmazsa eşyaların mahiyetinin kendisi olmak veya olmamakla (buden ve nebuden) hiç dışsal bir taalluku yoktur. “el mahiyetu min haysu hiye leyset illa hiye la mevcudetün ve la madumetün= mahiyet mahiyet olma itibariyle kendisi dışında başka bir şey değildir ve mahiyet olma cihetiyle ne mevcuttur ne madumdur”. Şey vücut ile tahakkuk buluyor olması ve vücudu kaldırmakla aradan yok olunması mahiyet değil onun dışındakinin asıl olduğuna delildir.
6-2- vücuttaki Teşkik: Vahdeti teşkiki vücut (vücuttaki vahdet ve teşkik) şundan ibarettir: vücut tek bir hakikat ve şiddet ve zaaf mertebelerine sahiptir. Vacibu’l-vücuttan” tutun ta heyula (madde) denilen varlıkların her birisi sahip olduğu mertebe oranında vücut hakikatine sahiptir. Yani bütün bu varlıklar vücutta birbiriyle müşterektir. Ama mertebe bakımından bir birinden farklılaşıyorlar.
6-3- Besatet-i Vücut: Vücut besit (mürekep olmayan, eczadan ari) bir hakikattir ki ne cüz’ü vardır ve ne başka şeyin cüz’üdür. Zira vücut dışında başka bir şey yoktur.
- 4- Malulun İlletine Oranla Bağın (rabt) ve muhtaçlığın Kendisidir: Molla Sadra illet ile Malul arasındaki ilişki ve rabıtayı fakirsel (fakri) bir ilişki şeklinde olduğu kanısındadır. Malul varlığının ve hüveytinin tamamını illetten aldığı için bağımlı (rept) vücuda sahiptir. İlletsiz olan vücut sahibi değildir. Mutlak bir şekilde illete bağlıdır. Malulün zatından sınırlılık, ihtiyaç ve fakirlik dışında başka hiçbir şey beklememek gerekmektedir.
Bu usullere Dikkatle Molla Sedra Kendi Burhanını Şöyle Takrir ve Tebyin Ediyor:
Anlatıldığı gibi vücut dışsal, muşekkik ve besit bir hakikattir. Vücudun en şiddetli kemal derecesi ondan daha tam ve tamam olamayışı ve kendi zati dışında başka bir şeye bağlı ve müteallik olmayışıdır. Buna binaen vücut ya kendi dışındakilerden müstağnidir veya zati itibariyle kendi dışındakine bağlı ve muhtaçtır. Birinci suretteki vücut “vacibul-vücut’tur” ki kemalin nihai derecesidir, noksanlık ve yokluk kendisinde yoktur. İkinci suretteki vücut muhtaç ve başkasına bağlı olduğu için “vacibul-vücut” yani varlığı zorunlu değildir. Belki zati itibariyle vacip olan varlığa bağımlıdır. “vacibu’l-vücut” dışında onun varlığını sağlayan ve vücudunu ayakta tutan başka bir varlık söz konusu değildir.[9]
Başka bir beyanla; Asaletu’l vücut esasınca eğer vücut başkasından müstağni olursa bizim maslubumuz ve isteğimiz hâsıl olmuş olur ve “vacibul-vücut” ispat ediliyor. Ama eğer vücut zati itibariyle müstağni değilse bu durumda malul ve zati itibariyle müstağni olan varlığa muhtaçtır. Zira zati itibariyle muhtaç, bağımlılığın aynısıdır. Dolayısıyla fakir ve bağımlı olan bir şeyin kendiliğinden tahakkuk bulması imkânsızdır. Böyle bir varlık bağımsız, müstağni ve tam olan bir varlığın olmaksızın var olması muhaldir”.[10]
Şu noktanın hatırlatması lazım gelmektedir ki bu burhan İslam felsefesinde Allahın varlığını ispatlamak için sunulan burhanlardan en muhkem ve en güçlü ve derin bir burhandır. Anlatıldığı gibi bu burhanı “siddikin adıyla adlanmasının nedenlerinden birisi işte bu niteliktir. Konunun devamında burhani siddikin’in diğer burhanlardan ayıran imtiyazları anlatmaya çalışacağız.
Burhan-i Siddikin’i Allah ı İspatlamak İçin Sunulan Diğer Burhanlardan Ayıran İmtiyazlar:
- Burhani Siddikin Allah ı ispatlayan burhanlar içinde en muhkem burhandır ve metanet bakımından nihai derecededir. Kesinlik ve yakin bakımından da en yücedir.
- Bu burhan Allah ı tanımak için belirtilen en değerli ve şerifli bir yoldur. Zira bu yolda vücudun hakikatine dayanarak vacip olan Allah’a varılıyor. Vücut da saf hayır ve diğer hayırların kaynağıdır. Allah’ı tanıtan diğer burhan ve delillerde ise yaratıkların kendileri Allah ı ispatlamak için vasıta kılınmışlardır. Oysaki onlar noksanlık ve yoklukla karışmışlardır.
- Bu burhan en sade ve en besit (soyut, mürekkeb olmayan) delildir. Zira vacip olan Allah’ı, sıfatlarını, fiillerini tanımak için devrin ve teselsülün iptaline ihtiyaç olmadığı gibi Allah dışında başka bir varlığı vasıta kılmaya da ihtiyaç yoktur.
- Vücudun asıl ve besit (mürekeb olmayışı) olmasının iktizası olan “İmkan-i vücudi’den” veya “imkân-i fakri”den istifade edilmiştir. Meşşa hikmetinin yönteminde ise bunun tersine imkan-i zatiden istifade edilmiştir.
- Burhanı siddikin tek başına Hakkın zatini, zatin tevhidini, hakkın sıfatlarını, sıfatların tevhidi, hakkın fiillerinin ve tevhidi fiillerini tanımak için yeterli geliyor ama diğer burhanlar ise bunu sağlayamıyor.
- Bu burhan hazret-i bari’i Teala’nın vücudunun aslını ispatlamanın yanı sıra “hakkaiki hakikiye’nin tevhidini de ispatlıyor ve açıklıyor. Allahın ilim, kudret, irade ve kaymumiyet gibi diğer ilahi isimler ve güzel sıfatlanırını da ispatlıyor.[11]
Sonuçta bilmemiz gerekir ki, burhan-i siddikin’in önemliliği ve değeri asıl itibariyle irfansal bir hakikate bina edilmektedir. Sırf zihinsel ve mefhumsal değildir. Burada siddikinden maksat da diğer varlıklardan hareketle Allaha giden kimseler değil bilakis Allahtan hareketle Allah dışındaki diğer varlıkları isbate giden kimselerdirler. (Başka bir ifadeyle; Allah’ı baz (mihver) alarak Allah dışındaki diğer varlıkları O’nun vasıtasıyla ispatlayan kimselerdir, diğer varlıkları baz alarak Allah’ı ispatlayan kimseler değildir). Yani Allahın vücudu onlar için aşikâr olmuş dolayısıyla başkasını vasıta ederek onu ispatlamaya ihtiyaç duymuyorlar. Bilakis Allah dışındaki başka varlıklar ispatlanmaya muhtaç olduğunu söylerler. Marifet ve bilgi edinmek için bu makam üstün bir makamdır ki her kes için hâsıl olmuyor. Bu hakikat ve yakinsel dayanakları işte budur. Böyleli bir marifet ve irfanın olmaksızın bu istidlal sadece yakinsel olan o hakikattin bir suretini ve formunu beyan ediyor. Vücut kavramı ve mefhumunun (saf vücut) bedihiliği ve yakini oluşu vücudun hakikatinin yakinliliğinin ve mutlaklığının yani Allah’tan sadece bir suret gösteriyor. Hal böyle olunca bu arada var olan farklılık mantıksal istidlal ile yakini görüm arasında var olan ihtilaf gibidir. Bu noktadan gafil kalmamak gerekir. Buna binaen siddikinlerin (imamlar ve arifler) bu tür beyanında acaba bir tür tezekkür ve uyarmak mı var? Veya felsefi istidlallerin hâsılında dikkat ve teemmül edilmesinin yeri midir? Akla gelen şu ki fesefeciler sadece irfani olan bu beyandan felsefi bir takrir ve beyan sunmuşlardır. Şayet irfansal olan ilkelerin hazfedilmesiyle bu tür beyan kendi asıl muhtevasından boşalır oluyor.
Makalenin bu kısmında sıddıkin kimselerinin en kamil reel örneği (misdakı) olan İmamların (a.s.) beyanlarından birkaç numune zikredeceğiz: Bu tür sözler şunu göstermektedir ki Allah ı tanımak ve Onun marifeti (irfan) Onlar için yaratıkları tanımaktan öncelik taşımaktadır. Bu nedenden dolayıdır ki Allah hakkında vermiş oldukları beyanda Allah çok aşikâr bir asıldır. Tanınması başkaların vasıtasıyla sağlanan meçhul bir varlık değildir. Bunun yanı sıra bu hakikate burhan ve felsefe yoluyla kavuşmamışlardır. Belki Allahın kendisini tanıtmakla Allah ı tanımışlardır. Siddikinlerin (imamlar ve Allahın velileri) bu beyanıyla burhan-i siddikinden buna benzer felsefi beyan arasında dakik bir fark var olmaktadır ki bu fark maksat olan hakikate varmak için izlenen epistemolojik yöntemden kaynaklamaktadır:
- Bir rivayette Casulik imam Ali’den (a.s.) şöyle soruyor: Beni bilinçlendir ki Allah’ı Muhammedi tanıma yoluyla ya Muhammedi Allah vasıtasıyla? Müminlerin emiri cevabında şöyle buyuruyor: “Ben Allah ı Muhammed vasıtasıyla tanımadım belki Muhammedi (s.a.a.) Allah vasıtasıyla tanıdım… Allah kendi teatini melekler ilham ettiğinden anladım ki peygamber Allah’ın özel tedbiri altında olan yaratılmış bir varlıktır”.[12]
- İmam başka bir yerde şöyle buyuruyor: “Ben eşyayı görmeden önce Allah ı görüyorum daha sonra eşyaları görüyorum”.[13]
- İmam Hüseyin (a.s.) arefe duasında şöyle buyuruyor: “Acaba senin dışındakiler senden daha mı aşikârdır ki onlar seni aşikâr etsinler? Ne zaman gaiptin ki ta delile muhtaç olasın ve delil sena delalet etsin, ne zaman uzaktın ki ta senin eserlerin sena getiren yol konumunda olsunlar, seni görmeyen gözler kör olsunlar…”.[14]
Başka bir yerde şöyle buyuruyor: “Kendini her şeyde bana tanıttın ta ki her şeyde seni aşikâr gördüm. Öyle ise sensindir ki varlıkların her şeyini aşikâr eden”.[15]
[1] MUHAMMED, RIZAYİ, Muhammed, “Mukayesei beyn burhan Sıddıkin-i Felasefe-i İslami ve Vücut Şınahti Felasefe-i Garbber ber İspat-i vücud Huda”, “Feslname-i Kelam İslami”, 1376 nın gözü, sayı 23.
[2] SADRUDDİN ŞİRAZİ, Muhammed b. İbrahim, “el-Hikmetu’l-Mutealiye fil-Esfari’l-Akliyeti’l-Arba’a”, baskı, 3, Beyrut: darul-ihyaut-Turasil-Arabi, 1981 mildi, c, 6, s. 13.
[3] İbni Sina, “el-İşaratu vet-Tenbihat”, baskı, 1, Kum: neşri el-Belaga, 1375, s. 97-98.
[4] Şeyh-i İşrak, “Hikmeti İşrak” Hanri Korbun, baskı, 2, Tahran: Müesesei Mutalaat-i ve Tahkikati Ferhengi, 1373, s. 121.
[5] KAYSERİ, Muhammed Davut, “Şerhi Fususi’l-Hikem”, baskı, 1, intş. İlmi ve ferhengi, 1375, s. 18.
[6] HEKİM SEBZEVARİ, “et-Tahkikat Ala eş-Şevahidi’r-Rububiye”, baskı, 2, Meşhet: el-Merkezu ec-Camii linneşr, 1360, s. 461, 462.
[7] ALLAME TABATABAİ, “Usuli Felsefe ve Revişi Realizm”, Tahran: İntişarat-i Sedra, c. 5, s. 76-86.
[8] Esfar, c. 6, s. 13-14.
[9] Esfar, c. 6, s. 14-16.
[10] MİSBAH YEZDİ, Muhammed Taki, “Talikai Nihayetu’l-Hikme”, Kum: Müesesei Der Rah Hak, 1405, hicri, kameri, s. 413.
[11] Esfar, c. 6, s. 24-26.
[12] MECLİSİ, Muhammed Bakır, “Biharu’l-Envar”, Beyrut: Müesesei el-Vefa, 1404, kameri, (110 ciltlikli) c. 3, s. 272.
[13] MUSEVİ, Seyit Abbas, Ali, “Şerh-i Nehcül Balaga”, baskı, 1, Beyrut. Darul-Mehacetül-Beyda, 1376, şemsi, c. 5, s. 291.
[14] “Biharu’l-Envar”, c. 64, s. 143.
[15] A.g.e.