İsm-i A’zam’ı ve diğer yüce ve derin manaları içeren ‘Semat’ ya da ‘Şebbur’ duası meşhur irfani dualardandır.
Semat duasının bazı bölümleri hakkında özetle şöye diyebiliriz: Bu duada Allah’ın İsm-i A’zam’ına, Peygamberlere ve Allah’ın peygamberiyle konuştuğu, vahyettiği mukaddes yerlere yemin verilmiş veya dua edilmiştir. Duanın cümle ve terimlerinin çoğu Kur’an’dan alınmış ve vahye dayalıdır. Belirtmek gerekir ki Kur’an’da ve Masum İmamların (a.s) birçok sözlerinde gelen gök, yer, miğlaklar, miftahlar, sırat, mizan vs. kelimelerden maksat genel hakikatler ve manalardır. ‘Ayrıntılı Cevap’ bölümünde de ele alıncağı gibi onların her birinden ayrı manalar kastedilmektedir.
Giriş
İsm-i A’zam’ı ve diğer yüce ve derin manaları içeren ‘Semat’ ya da ‘Şebbur’ duası meşhur irfani dualardandır.
Dua, İmam Mehdi’nin (a.s) özel naiplerinden Muhammed b.Osman Amri tarafından İmam Bakır (a.s) ve İmam Sadık’tan (a.s) rivayet etmiştir. Duanın tümünü ele almak ‘Semat Duasının Şerhi’ adı altında bir kitap yazmayı gerektirdiğinden bu alanda yazılan kitaplara başvurmanızı tavsiye ediyoruz. Ancak duanın bazı bölümleri hakkında özetle diyoruz ki: Masum İmamlar (a.s) bu duada rahmet kapıları açılması ve sıkıntılarının gidrilmesi için Allah’a Esma-i Hüsnay’la İsm-i A’zam’la, Resullerle, dergahına yakın olanlarla, peygamberleriyle konuştuğu, onlara vahyettiği mukaddes mekanlarla dua etmiş, yemine vermişlerdir.
Belirtmek gerekir ki duanın cümle ve terimlerinin çoğu Kur’an’dan alınmış ve vahye dayalıdır. Kur’an’da ve Masum İmamların (a.s) birçok sözlerinde gelen gök, yer, miğlaklar, miftahlar, sırat, mizan vs. kelimelerden maksat genel hakikatler ve manalardır. Onların her birinden ayrı bir mana kastedilmektedir. Örneğin ‘Mizan’dan maksat; ister maddenin tartıldığı terazi olsun, ister doğru ve yanlış fikirlerin ölçüldüğü mantık ilmi olsun, ister hak ve batıl inancı veya iyi ve kötü ahlakın birbirinden ayıran adl-i ilahi ve hak din olsun kendisiyle ölçülen şeydir. Nitekim Kur’an şöyle buyuruyor: ‘Öyle bir Allah'tır ki gerçek olarak kitabı ve mizanı indirmiştir ve ne bilirsin, kıyamet belki de pek yakındır.’[1]
Ayette geçen ‘Mizan’ ilahi öğretilere, hak akaidin, saadetin ve sırat-ı müstakim ubudiyetinin temeli olan ilahi ahkama sahip Kur’an’ın[2] veya dinin[3] özelliğidir. Bazı ziyaretlerde de Emirü’l-Müminin’in (a.s) ‘Amellerin mizanı’ diye tanıtılmıştır.[4]
Kelimelerin ve Terimlerin Açıklaması
el-A’azzi’l-Ecelli’l-Ekrem
Yani Allahım seni kerem yönünden en aziz ve en büyük olan isminle çağırıyorum. Allah’ı övmek olan ilahi sıfatlardan bu üç sıfatı duanın başında zikretmek demek, bu sıfatlarla sıfatlanmak demektir; yani Allah Teala hacetlerin başlangıcı, isteklerin sonu ve güzel dilekleri yerine getirmekte merhametli olandır. Hiç bir kerimin keremi ona yetişmez. Çünkü O, kimsenin vermeyeceği şekilde nimet verir. O’ndan gelen her nimeti ya O var etmiştir veya sebeplerini hazırlamış ve ona ulaşmanın yolunu açmıştır. Bundan dolayı ‘Ekrem’ sıfatı burada ‘Bağışı herkesten çok olan Rab’ demektir. Çünkü başkaları insana hakkettiğini verir, oysa Allah hakketmese de ona verir. Ayrıca başkalarının bağışınıda Allah vermektedir.[5]
İsm-i A’zam
Allah’ın isimlerinden biri İsm-i A’zam’dır. İsm-i A’zam’a herkes önem vermiş, özellikle hikmet, irfan vb. ilimlerin büyükleri[6] bu konuyu genişçe ele almışlardır. Büyük ariflerden biri olan İmam Humeyni’de İsm-i A’zam’ın gaybi hakikatleri hakkında şöyle demektedir: ‘İsm-i A’zam, gaybi bir hakikat olduğundan Allah’tan başka kimse onu bilmez.’
Hz. İmam Humeyni’nin İsm-i A’zam hakkında buyurduğu sözlerden bir diğeri onun lafız makamıdır. İmam bu konuda şöyle buyurmaktadır: ‘İsm-i A’zam’ın hakikatı lafız ve ibaret bakımındandır. Dolayısıyla onu yalnızca riyazet ehli veliler ve ilimde derinleşenler bilirler. Onların dışındakilere gizlidir. Ariflerin ve alimlerin kitaplarında İsm-i A’zam’ın harfleri veya kelimeleri hakkında yazılanlar ya sahih rivayetlerden alınmıştır veya dünyadan uzaklaşmanın neticesinde elde ettikleri keşf ve riyazetle elde edilmiştir. İsm-i A’zam’ın hakikatı, bütün varlık aleminde Allah’ın halifesi olan insan-ı kamil’dir. İnsan-ı Kamil ise ayn-ı sabit’i İsm-i A’zam’la müttahid olan Hakikat-ı Muhammediye’dir. Diğer ayn-ı sabitler, hatta ilahi isimler bu hakikatın tecellileri sayılmaktalar. Çünkü ayn-ı sabitler ilahi isimlerin taayünleridir (belirginlikleridir). Hakikat-ı Muhammedi’nin ayn-ı sabit’i İsmullah-ı A’zam’ın özüdür. Diğer isimler, sıfatlar ve a’yan onun mazharı ve dallarıdır. Demek ki yaratılış düzeninin bütün olayları Hakikat-ı Muhammediye’nin tecellisi ve zuhurudur.’[7]
Miftahlar ve Miğlaklar
Miğlak, kapıları kapatan şeydir. Miftah ise kapanan kapıları açan alettir. Bunlardan maksat İsm-i A’zam ile düğümlerin çözülmesidir. Burada da gök, yer, onun kapıları, miftahlar ve miğlaklardan maksat mukaddimede söylenen şeylerdir. Yani genel hakikatlerdir.
Bu duada göğün kapılarından kasıt ya rahmet feyzinin bereketlerinin nazil olması sebebiyle bağış ve ikram kapılarının açılması veya yağmurun gönderilmesi ve duanın isticabeti yahut duanın kabul olması ve onun göğe yükselmesidir. Yerin kapılarının açılmasından maksat ise zorluklar ve sıkıntılardır.[8]
Özetle duanın ilk birkaç bölümünün manası şöyledir: Allahım! Senden yalvararak ve ahu-zar ile istiyorum ve sana zatı büyük, sıfatları ve fiilleri büyük ve galip isimlerinle yemin ediyorum, öyleki sıfatlardan hiç biri büyüklükte ona eş ve yakın değildir.
İsm-i A’zam çeşitli hayır ve şerefleri içine almaktadır. Öyle isim ki ne zaman onunla çağırılsan ve yemine verilsen, zorluk ve sıkıntıları olan kurtulur ve kimin başına gelse insanı dize getiren yeryüzünün darlıkları giderilir.[9] Dolayısıyla duada gelen gökten maksat tabiat alemi değil, metafizik alemdir.
Mecd
Mecd, geniş bir şerafet ve azametli bir yüceliktir. Macid, şerif ve kerim demektir. Bu sıfat, celal sıfatlardan olduğun için Allah’a has bir sıfattır.[10] Allah’ın mecd’inden amaç Onun büyüklüğü ve yüceliğidir. ‘Bi-Mecdike’ (Senin mecdinle) cümlesi ya ‘Senin mecdine tevessül ederek’ demektir ya da ‘Ba’ yemin manasında tutulur ve ‘Mecdinin hakkına’ manasına gelir.
Mukaddesler ve Kerublar (Kerrublar)
Mukaddesler ve Kerublar’dan maksat ilahi dergaha yakın olan meleklerdir.
Arz-ı Mısrin Bi-Tis’a Ayat
Bu cümle, cümlenin başında gelen ‘Kellemte’ kelimesine atfedilmiştir ve manası şöyledir: ‘Mecdine andolsun ki mukaddeslerde ve Mısır topraklarında Musa’ya dokuz mucize vedin. Bu cümle ‘Ve elini koynuna sok da bir hastalık yüzünden olmaksızın bembeyaz bir halde çıksın; bu, Firavun'la kavmine gösterilen dokuz delil içindedir.’ ayetine işarettir.[11]
Dokuz delil şunlardır:[12]
1) Elin parlaması, 2) Asanın yılana dönüşmesi, 3) Düşmanı yerle bir eden tufan, 4) Çekirgelerin ağaçlara ve tarıma zarar vermesi, 5) Haşerat (mahsulleri yokeden bir çeşit bitki hastalığı, 6) Kurbağaların Nil nehrinden insanlara saldırıya geçmeleri, 7) Burundan kan gelmesi veya Nil nehrinin kan renginde akması, 8) Kıtlık ve kuraklık, 9) Denizin yarılması.
Mescid-i Hayf
Hayf, selin ulaşamadığı yer demektir.[13] Hayf, Mina’da böyle bir yerdedir. Mina’da olduğu için de ona Hayf denmiş olabilir. Peygamber Efendimiz (s.a.a) ve bin tane peygamber orada namaz kılmıştır.[14]
Bi’r-i Şiya’ veya Bi’r-i Seb’ (Şiya veya Seb’ Kuyusu)
Yakınında Hz. İshak’a ilahi teccelinin görüldüğü mukaddes kuyudur. Rivayete göre, o kuyuyu Hz İbrahim kazıp Eba Malik adlı şahısa orayı koruması için yedi tane koyun verdiği için oraya Bi’r-i Seb’ denmektedir. Allah, İshak’a Bi’r-i Şiya’da tecelli etti. Orada kendisine Mısır’a yerleşmemesi, aksine Allah’ın dediği yere, Ona rahatlık vereceği ve mübarek kılacağı yere gitmesini vahyetti...[15]
Tur-u Sina
Şam’da bir dağın adıdır.
Rebavatu’l-Mukaddesin
Hz. Musa’ya vahyin nazil olduğu yüksek ve dağ köklerine sahip yerlerdir.[16]
Cebelu’l-Huveyris
Cebelu’l-Huveyris, Şam’da bir dağın adıdır. Allah Teala, Musa’ya ilk olarak orada hitap etmiştir. Ama Tebük’ün karşısında ve Medine’yle Şam arasında yer alan Şuayb’ın şehiri olduğu da söylenmiştir. Musa (a.s) orada bulunan kuyudan Şuayb’ın kızları için su çekmiştir.[17]
Amudi’n-Nar (Ateş Sütunu)
‘Mukaddesin’e atfedilmiş ve ‘Kellemte’ için zarfdır. Manası ise ‘Ateşin sütununda Musay’la konuştun’ demektir. Hz. Musa’nın Tur-u Sina tarafında gördüğü ateştir. Allah Teala Kur’an’da Ondan şöyle bahsediyor: ‘Oraya gittiğinde, kendisine nida edildi: 'Ateşin bulunduğu yerdekiler ve çevresindekiler kutlu kılınmıştır. Alemlerin Rabbi olan Allah yücedir.’[18]
Ateş sütunundan maksat gece onlara ışık veren ve yollarını aydınlatan ateşte olabilir.
Tabut-u Şehadet
Hz. Yusuf’un Tur-u Sina tarafında Huveyris dağı civarına götürdüğü ve gündüzleri beyaz bulutun gölgelediği, geceleri de ateş sütunu ve ateşin aydınlattığı sandıktır. Dediklerine göre Allah’ın, Musa’nın annesine Onu denize atması için gönderdiği tabuttur. Bugün İmam Zaman’ın (a.s) elinde olan Adem’den Hateme (s.a.a) bütün peygamberlerin miraslarının içinde bulunduğu tabutta olabilir.[19]
Gamaimmu’n-Nur (Nur Bulutları)
Musa için çeşitli mekanlarda görülen ve Hakk’ın nurunun tecelli ettiği beyaz buluttur. Biri Tur-u Sina’nın üstünde görüldü ve Musa, bulutlardan Hakk’ın sözünü duydu.[20]
Kubbetu’r-Rumman
Hz. Musa ve Hz. Harun’un Allah’ın emriyle içinde Şehaddet Tabut’unun bulunduğu Habau’l-Mahdar’ın arasında yaptıkları kubbedir. Ancak Kubbetu’z-Zumman’da olabilir. Beytu’l-Mukaddes olduğu da söylenmiştir ama galiba bu doğru değildir. Zira Hz. Musa’nın zamanında Beytu’l-Mukaddes yapılmamıştı. Sonraları Hz. Davud ve Hz. Süleyman tarafından yapıldı. Meclisi şöyle diyor: Kubbetu’z-Zumman’ı Musa ve Harun Allah’ın emriyle Tiye çölünde yaptılar ve onların mabedi oldu.[21]
Cebel-i Faran
Peygamberimizin münacaat ettiği Mekke dağlarından biridir.[22] Allah’ın Sair’de doğuşu ve Cebel-i Faran’da zuhuru şudur: Vahyin Musa’ya Tur-u Sina’da, İsa’ya Sair’de, Resul-i Ekrem’e (s.a.a) Faran dağında geldiği gibi vahyin, emrin, ilahi irade ve kudretin zuhurudur.
Beytu’l-İl
Hz. Yakup, dayısının kızıyla evlenmek için dayısının yanına gittiği zaman yaşamak için değil, mescit ve mabedi olması için taştan yaptığı evdir.[23]
Sair
Allah’ın İsa’ya vahyettiği dağın adıdır.[24]
Misak-ı İbrahim
Allah’ın yaşlı iken İbrahim’e önce İshak’ı sonra Yakub’u müjdelemesidir. İmam Sadık (a.s) buyuruyor: ‘Bu misaktan maksat Allah’ın İbrahim’e vaadettiği Al-î Muhammed’in imametidir.’ Ravi Ebu Basir diyor ki: İmam Sadık’tan (a.s) ‘Bu birlik sözü, soyu arasında da daima kalacak vasiyet olarak bıraktı.’ ayeti hakkında sorduğumda şöyle buyurdu: ‘Allah’ın kıyamete kadar İmam Hüseyin’in (a.s) nesline verdiği imamettir.’[25]
Bazıları da İbrahim’in Misak’ından maksadın risaletin tebliği, tevhide ve sırat-ı müstakime davet olduğunu söylemişlerdir.[26]
Duanın manaları hakkında daha fazla bilgi için bkz::
1) Seyyid Ali Kadı Tabatabai, Şerh-i Duay-ı Semat
2) Seyyid Hasan Mir Cihani Tabatabai, Revayihu’n-Nesemat.
3) Molla Abdurrasul Medeni Kaşani, Ab-ı Hayat Der Şerh-i Duay-ı Semat
4) Allame Meclisi, Biharu’l-Envar, c.87, s.101-127
[1] -Şura/17
[2] -Hüseyni Hemedani, Seyyid Muhammed Hüseyin, Envar-ı Dırahşan, c.15, s.37, Tahkik: Muhammed Bakır Behbudi, Kitapfuruşu-i Lütfi, Tahran, 1. Baskı, HK.1404.
[3] -Tababatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c.18, s.38-39, Defter-i İntişarat-ı İslami, Kum, 5. Baskı, HK.1417.
[4] -Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 97, s.287, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, HK.1404.
[5] -Mekarim Şirazi, Nasir, Tefsir-i Nümune; Tabersi, Mecmau’l-Beyan, Alak suresi 3. ayetin tefsiri, (Farsça tercümesinden.)
[6] -Tababatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, (Musevi Hemedani, Seyyid Muhammed Bakır’ın Farsça çevirisi), c.8, s.464, Defter-i İntişarat-ı İslami, Kum, HŞ.1374.
[7] -İmam Humeyni, Şerh-i Duay-ı Seher, s.188-201.
[8] -Mir Cihani Tabatabai, Seyyid Hasan, Revayihu’n-Nesemat Der Şerh-i Duay-ı Semat, s.141, Kitaphane-i Sadr, Tahran, 2. Baskı, HŞ.1370.
[9] -a.g.e. s.142
[10] -Mecmau’l-Bahreyn, c.3, s.143, ‘Mecd’ kelimesi.
[11] -Neml/12
[12] -İsra/101 ve Neml/12’nin tefsirlerine bakınız.
[13] -Hayf, dağdan daha aşağıda, suyun ulaşacağın yerden daha yukarıda olan yerdir. (Ferheng-i Dehhuda, ‘Hayf’ kelimesi.)
[14] -Kuleyni, Kafi, c.4, s.59, H.4, Daru’l-Kütübi’l-İslamiyye, Tahran, HŞ.1365.
[15] -Revayihu’n-Nesemat, s.394
[16] -Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c.87, s.123.
[17] -Revayihu’n-Nesemat, s.348
[18] -Neml/8
[19] -Revayihu’n-Nesemat, s.334-337
[20] -a.g.e. s.334.
[21] -a.g.e. s.408-420.
[22] -Mecmau’l-Bahreyn, c.6, s.294, ‘Feren’ kelimesi.
[23] -Revayihu’n-Nesemat, s.399
[24] -Mecmau’l-Bahreyn, c.3, s.331, ‘Sa’r’ kelimesi.
[25] -Biharu’l-Envar, c.25, s.260.
[26] -Medeni Kaşani, Molla Abdurrasul, Tashih: Medeni Muhammed Hüseyin, s.145, Bostan-ı Kitap, Kum, 1. Baskı, HŞ.1389.