Gerçek İslam Şiiliğin kendisidir. Hz. Ali (a.s) onun öğretilerini Peygamber-i Ekrem’den (s.a.a) almış ve takipçilerine ulaştırmıştır. Şii düşüncesinin Abdullah b. Sebe adındaki Yahudi bir şahsa dayandırılması aklî ve naklî deliller ile tamamıyla yalandır. Bu hikâyenin aktarıcısı sıfatıyla “Seyf b. Ömer”’in varlığı bu iddianın boş oluşunun delillerinden biridir. Yalnızca bu delil iddiamıza yönelik doğru bir tanık olacak niteliktedir; çünkü Seyf b. Ömer sadece Şia âlimleri arasında itibarsız değildir, bilakis birçok Ehli Sünnet âlimi de onun hadislerini zayıf bilmiş ve kendisinin yalan uydurduğunu söylemişlerdir. Bazıları da onu hadislerde oynama yapan bir zındık (Manevi mezhebine mensup) bilmiştir. Bu şahıs, âlimler nezdinde itibarsız olması nedeniyle onun kitap ve aktarmaları da değerden yoksundur.[1]
[1] Bkn: Abdullah b. Sebe Ve Diger Efsanehay-ı Tarihî, Allame Seyyid Murteza Askerî.
Şiilik Kur’an ile eş dönemli bir ekoldür; zira Peygamber-i Ekrem’e (s.a.a) en yakın kişi Hz. Ali (a.s) idi. O, Kur’an ayetlerinin inişinin ilk günlerinden itibaren Kur’an öğretilerini Hz. Peygamber’den (s.a.a) direkt olarak almış ve diğerlerine ulaştırmıştır. Bazı bilgisiz ve veya kasıtlı yazarlar, Şiiliğin Osman’ın hilafetinin son dönemlerinde ortaya çıktığını söylemişlerdir. Onlar, Abdullah b. Sebe adındaki bir fertten bahsedip şöyle demişlerdir: “O, gerçekte Yahudi dinine mensuptu ama Osman’ın hilafeti zamanında kendini İslam’ı kabul etmiş göstermiş ve gerçekte ise İslam dinini zedeleme hedefi gütmüştür. Bu hedefle o, Ali’nin (a.s) aralıksız hilafet ve imametini dile getirmiş, masumiyeti imamın şartlarından biri olarak bilmiş ve gerçekte siyasi ve normal bir mesele olan imamete kutsiyet süsü vermiştir. Aynı şekilde önceki halifelerin hilafetinin gasıp edilerek ve haksız olduğu konusunu ortaya atmış ve insanları halifenin aleyhine kışkırtmıştır. Bunun neticesinde ayaklananların eliyle üçüncü halife katledilmiştir. Bundan dolayı, Şii mezhebi onun yapı ve ürünüdür.”[1] Aynı şekilde İbn Sebe’yi Sebaiyye adında bir fırkanın kurucusu olarak da bilmekte ve Ebuzer Ğaffari, Ammar Yasir, Abdurrahman b. Adis, Sasaâ b. Suhan, Muhammed b. Ebu Hanife, Muhammed b. Ebubekir ve Malik Eşter gibi büyük şahsiyetleri de bu uydurulmuş fırkanın üyeleri saymışlardır.[2] Ama bu isnadın büyük bir yalan ve namertçe bir iftira olduğu aklî ve naklî delillere müracaat etmeyle açıklık kazanacaktır. Bu hikâyenin aktarıcısı sıfatıyla “Seyf b. Ömer”’in varlığı onun uydurulmuş oluşunun sadece delillerinden biridir. İlerde buna işaret edilecektir. Burada bu aklî ve naklî delillerinden bazılarına işaret edilecektir:
1- Şiiliğin kaynağı Allah’ın kitabı ve Peygamberin (s.a.a) sünneti ve aklın hükmü dışında bir şey değildir.[3] Velayet Ayeti (Maide / 55), Tebliğ Ayeti (Maide / 67), İkmal Ayeti (Maide / 3), Hayru’l-Beriyye Ayeti (Beyyine / 7) gibi ayetler ve aynı şekilde Gemi Hadisi, İki Emanet Hadisi, Ğadir Hum Hadisesi gibi rivayetler ve birçok başka ayet ve hadis yukarıdaki iddiayı ispatlamaktadır. Bahse konu olan soru gereğince bunlara değinme fırsatı bulunmamaktadır ve kendi yerinde ve ilgili kitaplarda bu konu yeterince işlenmiştir.
2- Şia hadisleri ve dinler ve mezhepler kitaplarında Abdullah b. Sebe’den Hz. Ali’nin (a.s) ulûhiyetine inanan aşırı bir fert sıfatıyla bahsedilmiş ve İmam Ali’nin (a.s) onu şiddetlice cezalandırdığı söylenmiştir. İlk önce onu sürgüne yollamış ve sonra da onun ölüm hükmünü vermiştir.[4] Aynı şekilde bu şahıs birçok hadiste imamların (a.s) lanetine uğramıştır.[5] Böyle bir şahsın Şiiliğin kurucusu olamayacağı açıktır.
3- Şia âlimleri masum imamlara (a.s) uyarak bu şahsı her zaman kınamış ve lanetlemişlerdir. Örneğin merhum Kaşifu’l-Ğıta, İbn Sebe hakkında şöyle yazmıştır: Kendisini Şia’ya ve Şia’yı da kendisine isnat ettikleri Abdullah b. Sebe’yi birçok Şia kitabı lanetlemiş ve dışlamıştır. Şia’nın rical âlimlerinin onun hakkında söyledikleri en küçük söz, Abdullah b. Sebe’nin zikredilmeyecek kadar melun biri olduğudur.[6] Oysaki Şiiliğin kurucusu olsaydı, Şia âlimlerinin onu yücelterek kendisinden bahsetmeleri gerekirdi.
4- Bu varsayımın gereği, İslamî hilafet sistemini gerçek ve hadiselerden habersiz veya İslam ve Müslümanların kaderine itinasız veyahut komplolar karşısında kifayetsiz ve yetersiz bilmemizdir. Oysaki tarihî veriler, halifenin (Osman) ve devlet yetkililerinin sahabelerin önde gelenlerinden olmalarına rağmen muhaliflere karşı şiddetlice davrandıklarını aksettirmektedir. Nitekim Ebuzer Ğaffari’yi Rebeze’ye sürgüne göndermiş ve Ammar Yasir’i de şiddetlice dövmüş ve kendisine bedensel darbeler indirmişlerdir. Hal böyleyken hilafet sisteminin bu varsayımın taraftarlarınca öne sürülen böyle büyük bir komplo karşısında suskun ve tepkisiz kalması nasıl açıklanabilir?[7]
5- İşaret edildiği gibi Ebuzer, Ammar, Muhammed b. Ebubekir vb. büyük şahsiyet ve sahabeler, İbn. Sebe taraftarları ve Sebaiyye fırkasının üyeleri sayılmışlardır. Bu da bu efsanenin yalan olduğunun diğer bir delilidir. Ebuzer gibi fertlerin Yahudi İbn. Sebe’nin takipçisi olması nasıl mümkün olabilir? Oysaki Ebuzer Müslüman olan dördüncü şahıstır ve Peygamber (s.a.a) onun hakkında şöyle buyurmuştur: “Mavi gökyüzünün gölgelediği ve yeryüzünde yaşan hiçbir söz ehli Ebuzer’den daha doğru sözlü olmamıştır.”[8] Bir başka yerde de şöyle buyurmuştur: “Allah beni Ebuzer’i sevmekle memur kıldı…”[9] Ammar hakkında ise şöyle buyurmuştur: “Ammar’ın doğası imanla dolmuştur.”[10] Ve “Ey Ammar seni asi bir topluluk öldürecektir”[11] ve…
6- Eğer söyledikleri özellikler ile Abdullah b. Sebe adında bir fert var olsaydı, Alevilere düşman olan ve onların çehresini lekelemek için hiçbir çaba ve propagandadan geri kalmayanların konuşma ve yazılarında neden böyle bir fert ve hikâyeden bahsedilmemiştir? Şüphesiz eğer bu hikâye gerçek olsaydı, herkesten çok Muaviye ve taraftarları, Alevi ve Şiileri bastırmak için ondan istifade ederdi. Oysaki bu konuya yönelik hiçbir tarihî veri ve işaret mevcut değildir.[12]
7- İbn. Sebe efsanesini nakleden ilk ve en genel kaynak, Taberî Tarihi’dir (vefat: 922). İbn. Esir (vefat: 1233), İbn. Kesir (vefat: 1373) ve İbn. Haldun (vefat: 1406) bu hikâyeyi Taberî Tarihi’nden nakletmişlerdir. Taberi’nin senedi de yalnızca Seyf b. Ömer’in naklidir.[13] Oysaki Taberî, kitabının mukaddimesinde şöyle demektedir: “Geçmiştekiler hakkında kitabımızda naklettiğimiz ve okuyucunun inkâr ettiği ve de duyanın doğru ve gerçekle mutabık olmada delil yokluğu nedeniyle dışladığı hususların bizden olmadığı bilinmelidir ve… Biz bu hususları sadece bize ulaşan şekliyle aktarmışızdır.”[14] Bu şekilde o, bazı tarihî verilerinin doğru olmayışını itiraf ederek, bunun sorumluluğunu geçmiştekilerin üzerine atmaktadır. Öte taraftan Osman’ın hilafet dönemindeki hadiseleri nakleden ve onun öldürülmesini işleyen İbn. Sad’ın Tabakat’ı, Belazeri’nin Ensabu’l-Eşraf vb. diğer önemli kaynaklar, İbn. Sebe hikayesini nakletmemişlerdir!!.[15]
8- Merhum Allame Askerî gibi bazı araştırmacılar ve büyük şahsiyetler rivayet ve tarih kaynaklı delil ve kanıtlara atıfta bulunarak İbn. Sebe ile ilgili rivayetleri zedelemiş, esasen tarihte İbn. Sebe’nin varlığını inkâr etmiş ve onu sadece Seyf b. Ömer’in uydurduğu ve ürettiğine kanaat getirmişlerdir.[16]
9- İşaret edildiği gibi bu efsaneyi ilk nakleden kaynak Taberî Tarihi’dir. Hal böyleyken bu hikâyenin aktarıcı silsilesindekilerin tümü meçhul ve tanınmamış veya rical ilmi âlimlerinin nezdinde değer ve itibardan yoksun kimselerdir. Rivayetin silsilesi şudur: 1. Seri. 2. Şuayb. 3. Seyf b. Ömer. 4. Atiyye. 5. Yezid Fekasî. Biz kısa olması için sadece Taberî’nin vasıtasız olarak kendisinden rivayet ettiği “Seri”nin şahsiyetini incelemeye alacağız. Sonra da tarihin bu yalan uyduran şahsiyetine yani Seyf’e işaret edeceğiz.
“Seri”: Taberî’nin Seri’den rivayette bulunduğu esnada onun baba ve aşiret adını vermemesi ve sadece bir yerde şifahi olarak “Seri b. Yahya”’dan naklettiğini söylemesi[17] nedeniyle onun diğer konularda ve bu cümleden olmak üzere İbn. Sebe hikâyesinde “Seri”den kastının “Seri b. Yahya” olduğu belli olmaktadır. Bununla birlikte henüz bu şahıs meçhuldür; çünkü “Seri b. Yahya”nın birkaç kişi arasından kimin olduğu müphemdir.
1- Seri b. Yahya b. Ayas: Bu şahıs, 784 yılında ölmesi ve Taberî’nin 839 yılında doğması sebebiyle Taberî ondan nakilde bulunmuş olamaz.
2- Seri b. Yahya b. Seri İbn. Ehi Henad b. Seri: Bu şahıs Taberî’nin çağdaşı olsa da ne kimseden rivayet nakletmiştir ve ne de kimse ondan rivayet nakletmiştir. Aynı şekilde hiç kimse onu hadisçi sıfatıyla anmamış ve hayatı da rical kitaplarında yer almamıştır. Dolayısıyla meçhul olması nedeniyle eğer Taberî ondan nakilde bulunmuşsa, güvenilir değildir.
Öte taraftan bazıları, Taberî’nin rivayette bulunduğu şahsın Şa’bî’nin amcaoğlu ve kâtibi Seri b. İsmail Hemedanî Kufî olduğuna inanmaktadır. Ama bu inanç doğru olamaz; çünkü birincisi, Şa’bî 722 yılında vefat etmiş ve Taberî ise belirtildiği gibi 839 yılında doğmuştur. O halde Şa’bî’ni kâtibi Seri, Taberî’yi görmüş olamaz. İkincisi, Seri b. İsmail’in Taberî’yi görmüş olduğunu farz etsek de sorun yine hallolmamaktadır; çünkü bu şahıs rical âlimleri arasında itibardan yoksun olup kendisini hileci ve güvenilir olmayan biri saymışlardır. Bir başka grup ise Taberî’nin Seri b. Asım b. Suhel Ebuasım Hemedanî’den rivayette bulunduğuna inanmaktadır. Bu şahıs Taberî’nin çağdaşı olsa da rical bilginleri nezdinde itibar taşımamaktadır. Bazıları, onu rivayet hırsızı, yalancı vb. olarak tanıtmışlardır.[18] Netice itibariyle Seri, meçhul bir şahsiyete sahiptir ve meçhul olan bir şahıs rical âlimleri nezdinde güvenilir değildir. İbn Sebe rivayetinin silsilesindeki diğer fertler de Seri ile benzer durumdadırlar. Bilgi edinmek için rical kitaplarına müracaat edilebilir.[19]
Seyf b. Ömer:
Âlimler, Seyf’in hayatı hakkınsa şöyle demişlerdir: O, Bağdatlı ve soy itibariyle de Kûfelidir. Hadis ve sözleri zayıf ve güvenilir değildir. 787 yılında Harun Reşit’in hilafeti zamanında ölmüştür. Onun el-Fethu’l-Kebir ve’r-Redde ve el-Cemel ve Mesir-ı Ayşe adında iki kitabı vardır. Birinci kitapta vefattan Osman’ın hilafet zamanına kadarki yakın tarihî hadiseleri, ikinci kitapta ise Osman aleyhine yapılan ayaklanma, onun öldürülmesi ve Cemel savaşını işlemiştir. Bu şahsın âlimlerin nezdinde muteber olmaması nedeniyle onun kitap ve rivayetleri de değerden yoksundur.[20] Aşağıdaki noktalara dikkat etmek akıl sahipleri için Seyf b. Ömer’in mahiyetini açığa kavuşturacaktır:
A: Bilim ehli ve rical ilmi âlimlerinin Seyf hakkındaki görüşlerine dikkat etmeyle, bu şahsın yalan uyduran biri olduğu ve İbn. Sebe efsanesinin onun zihninin kurguladıklarından sadece biri olduğu açığa çıkacaktır. Bazı Ehli Sünnet âlimlerinin Seyf hakkındaki görüşleri şudur:
1- Yahya b. Muin: Onun hadisi zayıf ve gevşektir. Hadislerinden bir hayır yoktur.[21]
2- Sahih yazarı Nisayî: Zayıftır. Onun hadislerini terk etmişlerdir. Ne güvenilir ve ne de emindir.[22]
3- Ebu Davut: Değersiz ve çok yalancıdır.[23]
4- İbn. Hammad Akılî: Onun rivayetlerine tabi olunmaz. Onun çok olan rivayetinin hiçbirine tabi olunmamalıdır.[24]
5- İbn. Ebi Hatem: Sahih hadisleri tahrip ederdi ve bu nedenle onun hadisine güvenmemiş ve terk etmişlerdir.[25]
6- İbn. Habban: Kendi uydurduğu hadisleri güvenilir bir ferdin dilinden naklederdi. Ve şöyle demektedir: Seyf Zındıklık ile itham edilmiş ve hadis uydurduğu söylenmiştir.[26]
7- Dar Katnî: Zayıftır. Hadisini terk etmişlerdir.[27]
8- Hâkim: Onun hadisini terk etmişlerdir ve Zındıklık ile itham edilmiştir.[28]
9- İbn. Udey: Onun bazı hadisleri çok meşhurdur. Lakin bana göre hadislerinin tümü güvenirlikten yoksundur. Bu nedenle hadislerine tabi olunmaz.[29]
10- Kamus yazarı Firuzabadi, İbn. Hacer[30] ve Safiyuddin[31]: Zayıftır.
11- Zehebî: Tüm İslam bilgin ve âlimleri onun zayıf ve hadisinin metruk olduğu hususunda görüş birliği ve ittifakı içindedir.[32]
Diğer âlimler de onun hakkında benzer görüşler taşımaktadır. Lakin bu kadarıyla yetiniyoruz.
B: Bu şahıs, hiçbir somut varlığı olmayan ve tümü zihninin ürün ve mahsulü olan bir takım fert, şehir ve hadisenin adını vermektedir. Araştırmacı yazar Allame Askerî (r.a) dört ciltlik Yeksed-u Pencah Sehabi-i Sahtegi ve üç ciltlik Abdullah b. Sebe adlı kitaplarında bunların bazılarını incelemiştir ve biz cevabın uzamasını engellemek için sadece iki örneğe işaret ediyoruz:
1- Seyf Ermas, Eğvas, Amas, Lus, Tavus vb. adındaki bir takım şehirlerden söz etmiştir. Coğrafya kitapları arasında sadece Hamavî (vefat: 1229) Mu’cemü’l-Buldan’da onları Seyf’ten (vefat: 787) nakletmiştir. Ama şehirler hakkında yazılan İbn Haik Yakubî’nin Sıfatu’l-Cezierti’l-Arab eseri, Belazerî’ni Fütûhu’l-Buldan eseri, İbn. el-Fakih’in Muhtasaru’l-Buldan eseri,Ebu Reyhan Birûnî’nin el-Asaru’l-Bakiyye Ani’l-Kuruni’l-Haliyye eseri,Bikrî Vezîrî’nin Mu’cem Ma Este’cem eseri ve İsmail Sahib Hamat’ın Takvimu’l-Buldan eserinde belirtilen şehir ve bölgelerin adları yer almamıştır. Yakın zaman yazar ve oryantalistlerinden Buldanu’l-Hilafeti’i-Şarkiyye kitabının yazarı “Lostrenc” ve Şibh-ı Cezire-i Arabistan kitabının yazarı “Ammar Rıza Kehhale”[33] Hamavî’nin tespitlerine itina etmemiş ve bu şehirleri kitaplarında zikretmemişlerdir.
2- Seyf, Yevmu’l-Cerasim,veya kurak gün, Yevmu’l-Nahib, Ermas, Yevmu’l-Ebakir (sığırlar günü) vb. günlerden bahsetmekte ve bu hususta bir hikaye uydurmuştur. Özeti şudur: Saad b. Ebu Vakkas, Fars savaşında Azibu’l-Hecanet denilen bir suyun kenarına gelir ve Asım b. Amr’ı Fırat’ın aşağı yakasına gitmesi için görevlendirir. O, bir koyun yahut sığır bulmak ister ama başaramaz. Bir müddet sonra bir ferde rastlar ve ondan sığır veya koyun bulabileceği bir yeri göstermesi için kılavuzluk ister. O şahıs sazlıkta olan bir sürünün çobanı olduğu halde yalan yemin içerek Asım’a bilmediğini söyler. O anda sazlıktaki bir sığır bağırır ve şöyle der: Allah’a yemin olsun ki bu şahıs yalan atmaktadır ve biz buradayız ve… Haccac zamanında bu olayın haberi kendisine ulaşır ve o bugünü sığırlar günü ilan eder. Allame Askerî bu efsanenin eleştirisinde şöyle yazmaktadır: “Sığırlar günü rivayetinin senedinde Abdullah b. Muslim Akalî ve Kerb b. Ebi Kerb Akalî’nin adları yer almaktadır. Seyf’in kendilerinden rivayette bulunduğu birçok aktarıcı gibi bu iki aktarıcıdan da rical ilmi âlimlerinin ve senet bilimi kitaplarında bir ad ve nişane bulamadık. Belazerî (Fütûhu’l-Buldan sayfa 265’te Fars savaşında Sad’ın ordusunun hikâyesini) şöyle aktarmaktadır: Sad’ın ordusu erzaka ihtiyaç duydukları her vakit gidip Fırat’ın aşağı yakasından erzak yağmalaması için bir grup süvariyi görevlendirirdi ve Ömer de Medine’den onlara sığır ve koyun gönderirdi.”[34] Bunlar Seyf b. Ömer’in uydurduğu yalanların sadece bir kısmıdır. Bu kısa bilgilerden detayları artık siz tahmin edin! Bu açıklananlar karşısında nasıl böyle bir ferdin söz ve iddialarına inanılabilir ve Abdullah b. Sebe ile ilgili konular kesin gerçekler olarak algılanabilir?
[1] Rabbanî Gülpayganî, Ali, Der Amedî Ber Şia Şinasi, s. 64.
[2] Birinci kaynağa bakın.
[3] İnanç kitaplarına müracaat edin.
[4] Rabbanî Gülpayganî, Ali, Der Amedî Ber Şia Şinasi, s. 66; İhtiyar-u Marifeti’r-Rical (Rical-ı Keşi) Ba Ta’lika-i Mir Damad, s. 323.
[5] İbid, s. 324.
[6] Kaşifu’l-Ğıta, Aslü’ş-Şia ve Usuliha, s. 72.
8 Rabbanî Gülpayganî, Ali, Der Amedî Ber Şia Şinasi, s. 64.
[8] el-İsabe, c. 4, s. 64 ve Müsned-ı Ahmed, c. 2, s. 163.
[9] Biharu’l-Envar, c. 23, s. 326.
[10] Biharu’l-Envar, c. 22, s. 326.
[11] İbid.
[12] Rabbanî Gülpayganî, Ali, Der Amedî Ber Şia Şinasi, s. 65.
[13] eş-Şeyh Esed Haydar, Abdullah b. Sebe Min Manzur-ı Ahir, s. 40.
[14] Tarih-ı Taberî, c. 1, s. 5.
[15] Abdullah Feyyaz, Peydayeş Ve Gostereş-ı Taşayyu’, s. 124.
[16] Bkn: Abdullah b. Sebe Ve Diger Efsanehay-ı Tarihî, Allame Seyyid Murteza Askerî.
[17] Tarih-ı Taberî, c. 3, s. 213.
[18] Abdullah b. Sebe Min Manzur-ı Ahir kitabından iktibas, s. 52-54.
[19] Tehzibu’l-Kemal, c. 13, s. 324 ve Abdullah b. Sebe Min Manzur-ı Ahir, s. 54-56.
[20] Bkn: Abdullah b. Sebe Ve Diger Efsanehay-ı Tarihî, Allame Seyyid Murteza Askerî.
[21] Kitabu’l-Zuafa, c. 2, s. 245.
[22] ez-Zuafa ve’l-Metrukin, s. 51, no. 215.
[23] Tehzibu’l-Tehzib, c. 4, s. 295.
[24] ez-Zuafau’l-Kebir, c. 2, s. 175.
[25] el-Cerh ve’l-Ta’dil, c. 7, s. 136.
[26] el-Mahrucin, c. 1, s. 345.
[27] Tehzibu’l-Tehzib, c. 4, s. 296.
[28] İbid.
[29] İbid.
[30] Tehzibu’l-Tehzib, c. 4, s. 295.
[31] Hulasatu’l-Tehzib, s. 126
32] el-Mana fi’l-Zuafa, c.1, s. 292.
[33] Abdullah b. Sebe Ve Diger Efsanehay-ı Tarihî, s. 301.
[34] İbid, s. 283.