Soru soran vatandaş iki kişiyi; birisi seleften yani Ömer ibni Hatab'ı, diğeri haleften yani Salahttin-Eyyübiyi tanıtmış. Cevabımız bu vatandaşın sorusuyla uyum içinde olsun diye bizde Şia'nın hem selef döneminde, hem de halef döneminde yapmış oldukları cihatları hatırlatmaya çalışırız.
Selef döneminde Şiaların yapmış oldukları cihatla alakalı olarak, peygamber döneminde hz. Ali'nin yapmış olduğu cihadı hatırlatıyoruz. Peygamber döneminde gerçekleştirilen cihatların en ağır yükü hz. Ali'nin (a.s.) omuzlarındaydı. "Genç ancak ve ancak Ali'dir, kılıç ancak ve ancak Zülfükkardır" şeklindeki söz Ali'nin hakkında işitilmiştir. Hendek savaşında peygamberin (s.a.a.) söylemiş olduğu şu söz; "bütün İslam veya bütün iman, bütün şirkin karşısında yer aldı"[1] yine Ali bini ebu Talip içindir. Peygamber (s.a.a.) yukarıdaki sözü söylediği aynı günde (hendek savaşının gerçekleştiği günde), Ebu Talibin oğlu hz. Ali (a.s.), Arapların o meşhur cesuru olan Abdu vedd-i öldürmek ve İslami savunmak için göstermiş olduğu cesaret ve ihlâs nedeniyle Ali hakkında şöyle buyuruyor: "Ali'nin Amru b. Abdu Vedd ile yaptığı savaş ve dövüş insin ve cinin (sakaleyn) yapmış oldukları ibadetten veya ümmetimin kıyamet gününe kadar yapacağı ibadetten daha hayırlıdır".[2] Gördüğün gibi Ali b. Ebu Talibin (a.s.) İslami savunmak noktasında gerçekleştirdiği tek bir eylem, kıyamet gününe kadar peygamberin (s.a.a.) ümmetinin yapacağı tüm amellerinden daha faziletlidir. Halife ve halifelerin takipçilerinin gerçekleştikleri fetihler de kendi yerinde değerlidir.
Hayber savaşından peygamber (s.a.a.) onun hakkın da şöyle buyuruyor: "kerrarun gayru ferrar-un. Yani ard arda düşmana hamle edendir, savaş meydanını terk edip kaçan bir kimse değil". Peygamber (s.a.a.) bu sözü, ondan önce savaş için çıkıp savaş meydanını bırakıp kaçan iki kişiye karşı söylüyor.
Hz Ali müşriklerle savaşmanın yanı sıra üç grupla; ahitlerini bozanlar, zalimler ve itaatsizlik yaparak bozgunluk yapanlara karşı da savaştı.[3] Gerçekleştirilen bu savaşlar Şiaların imamlarına ait, ama Şiaların kendilerine ait olan savaşlar hakkında ise, şunu söylemek yeterlidir sanırım: fetih türünden olan savaşlara Ali'nin (a.s.) Şiaları kâmil bir şekilde katılmışlardı. Kende, Hemdan vd… bir çok kabilelerden oluşan Yemenlilerin bütünü Ali'nin (a.s.) Şiası idiler. Bunlardan bir kısmı İslam-i fetihlere katılmak için Yemden hicret edip Irak'a yerleştiler. Şam'ı, Diyarbakır'ı ve anadolu (Asya'yı sagir) bölgelerini fetih eden fatih, yani Peygambere (s.a.a.) ev sahiplik yapan Eba-Eyüp el-Ensari Ali'nin halis Şia siydi. Onun kabri hali hazırda İstanbul'da tolumun ziyaretgâhı durumundadır. Ruhsal ve düşünsel olarak Hz. Âlinin oğlu olan Muhammed b. Ebu Bekir Hz. Ali tarafından İslam'ın yayılması için Mısır'a gönderildi ve bu hedef doğrultusunda şahadete nail oludu. Ondan sonra Maliki Eşter aynı görevi devam ettirmek için Mısıra gönderildi ne yazık ki, yolun yarısında Muaviye tarafından yapılan desiseyle zehirlendi ve hali hazırda onun kabri de bir ziyaretgâhtır.
Halifeler döneminde Şia ile Sünniler arasında var olan fasıla, günümüzde olduğu denli fazla değildi. O dönemde var olan farklı görüşlere rağmen herkes fetihler doğuran savaşlara katılıyordu.
Anlatılanların hepsi selef ile alakalı idi. Ama halef ile alakalı olarak şunu bilmek yeterlidir ki; Müslümanların en önemli ve en büyük vazifesinden sayılan sınırları koruma görevidir. Bu görev, genellikle Şia devletleri vesilesiyle yerine getiriliyordu.
Hamdaniyan devleti Şamda, Fatimiler devleti Afrika kuzeyinde ve Aleviyan (aleviler) devleti de Taberistan, Deylem ve Geylan'da İslam'ın muhafızlarıydılar. Şia devletleri Hindistan'da putperestlik ve İslam devletini kurmak için yaptıkları mücadele kendi başına geniş bir serüvene sahiptir. Hindistan'da "ekber abad" bölgesi Şii devletlerinin merkezi idi. Şiilerin savaşsal cihadından haberdar olmak isteyen kimseler dr. Semire muhtar el-leysi bayanın "cihadu'ş-şia" adında yazmış ve darul ceyl tarafından baskıya alınmış kitaba müracaat edebilirler.
Sefevilerin İran'ın güneyinde Portekizlilerle ve İran'ın güney ve kuzeyinde Rus ve İngilterelilerle yaptığı savaşlar, Şia'nın kâfirlerle yapmış olduğu cihat, cihadın gümüşlü sayfalarındandır. Portekizliler "Bender Abbas" eyaletini işgal edip ismini değiştirip "bender-i gomberun" yaptıkları dönemde sefevi Padişahı Şah Abbas Şiilerin iman gücüyle geri alıp tekrar ismini "Bender-i Abbas" kodu. Nadır Şahın putperest olan Hintlilere karşı yaptığı cihat, İslami cihat tarihinin putperestlerle yaptığı cihadın en büyük sayfalarıdır.
Bu asırda (14.) İngilizler Irak'ı işgal ettiklerinde Şia mercii yani Ayetullah Muhammed Taki Şirazi yirminci kıyam (sevretu'l-işrin) adıyla bilinen ayaklanmayı gerçekleştirerek İslami bir ülke olan Irak'ı, miladi 1920. Senesinde sülük sıfatlı İngilizlerden temizledi ve bu ülkeyi tekrar bağımsızlığına kavuşturabildi.
Bu son senelerde en büyük darbeyi Lübnan Şiaları İsrail'e vurdular. Lübnan'ın İslami direnişi, Lübnan'ın başkentine kadar giden işgalci İsrail'i birkaç defa zelil düşürerek geri teptirdi ve onlara öyle bir göz dağı verdiler ki şimdiye kadar hiçbir Arap ülkesinden bunu görmemiştir. İran Şiileri de İran'da gerçekleştirdikleri İslam inkılâbıyla sömürgeci Batı ülkelerini bu ülkeden kovdular. Günümüzde İran ve İran milleti orta doğuda; belki bütün dünyada Batı sömürgecilere karşı Savaş bayrağını elinde tutmuş ve şimdiye kadar birçok ülke bu bağlamda İran'ı örnek almıştır. Lübnan, Filistin, Irak ve… Sudan milletleri bu Miletlerden bir kaçıdır.
Biz burada Şiaların ordusal cihadını, detaya girmeden çok kısa bir şekilde hatırlattık. Fakat gerçek şudur ki, bu soruları bir araya getiren kişi tek askeri savaşın söz konusu olduğunu sanmış ve ilimsel ve kültürel savaşlardan gaflet etmiştir. Kelem ile yapılan cihat olmamış olsaydı kesinlikle fedakâr ve canlarından geçmiş olan askerler savaş meydanlarında bu fedakârlıkları göstermezlerdi. Ehli Beyt imamları peygamberden (s.a.a.) şöyle nakil etmişlerdir: "perdeleri yırtıp Allaha ulaşan üç şey vardır;1- alimlerin kalemi, 2- mücahitlerin ayak sesleri, 3- eğirmenci kadınların eğirme sesi"[4]. Hakeza şöyle buyurmuş: "en büyük cihat, zalim Sultanın karşısında söylenen hak sözdür"[5] Şiilerin masum imamları eğer zalimlerin zulmüyle veya zalimlerin kılıcıyla şahadet şerbetini içmiş ve vefat etmişler ise, zalim sultanlara karşı hak sözü söylediklerinden dolayıdır. Oysa kale alınmayacak kadar az kişiler hariç diğer gruplar Emevi ve Abbasilerin halifeleriyle uzlaşmış ve onlarla bir şekilde analaşmışlardı. İnsan cihat meydanını askerlerin güzergâhı olduğunu sanıyor. Oysa tarih bunun tersine şahitlik ediyor. Şiilerin âlimleri ve düşünürleri, yaptıkları kültürel savaşları ve öz Muhammedi İslam-ı yaymak için yapmış oldukları cihat nedeniyle şehit edildiler. Bu şahadetler ya kılıçla ya zehirle ve bazen de âlimlerin bedenleri yakılarak gerçekleştiriliyordu.[6]
Şia ve Sünni âlimleri bunu itiraf etmektedirler ki; yaklaşık bütün İslami ilimler Şiilerin imamları ve takipçileri tarafından temeli atılmış ve ikinci asırdan beşinci asra kadar gerçekleşen İslam'ın büyük medeniyeti Şia imamları ve öğrencilerinin bu bağlamda sarf etmiş oldukları çabaların neticesi ve semeresidir.
Arapça grameri (nahiv ilmi) Ehli Beyt imamları (a.s.) tarafından meydana geldiğini, her iki ekolun âlimleri ittifakla kabul etmişlerdir. Müslüman toplumlar kuranı, peygamberin sünnetini ve diğer Arapça kitapları bu ilmin gölgesinde doğru bir şekilde mana edebilsinler diye Hz. Ali bu ilmi meydana getirdi. Hz. Ali bu ilimle ilgili füruların da onun güdümünde tedvin edilsin diye, bu ilmi kendi öğrencisi olan Ebu'l-Esved-i Düeyli'ye devretti. Ebu'l-Esved-i Düeyli de nahiv ilminin fürularını yazdı ve ondan sonra nahiv ilminden yararlanarak ilk defa kuranı kerimin kelimeleri üzerine alametler (irab) konuldu. Yani kuranı kerim irablandırıldı. Bir asırdan sonra Hz. Ali b. Ebu Talibin, Halil b. Ahmet Farahidi adındaki bir başka öğrencisi (ki, bazı İslami ilimleri meydana getirmiş) kuranı kerimin irabını tamamladı. Şimdi elimizde bulunan kuranı kerim o dönemde bu haline sokulmuş kuranı kerimdir.
Buna binaen İslam'ın ilk döneminden günümüze kadar yapılan bu çalışmadan dolayı, kuranı doğru okuyabilen tüm Müslüman toplumlar Şii'siyle Sünni'siyle hepsi Hz Ali (a.s.) ve öğrencileri tarafından yapılan bu çalışma ve zahmetler vesilesiyledir ki hepsi yapılan bu zahmetlerin semeresidir.
Her halükarda Şialar yapmış oldukları kalemsel ve kültürel cihat neticesinde, kuranla denk olan Ehli Beyt öğretilerinde tecelli bulan öz Muhammedi İslam düşüncesini dünyaya tanıttıkları için iftihar ediyor.[7]
Bunun yanı sıra fertlerin değeri hâkim oldukları coğrafyanın genişliği oranında olursa, ilk iki halife peygamberden (s.a.a) de daha üstün olmaları gerekir. Zira peygamber (s.a.a.) döneminde İslam'ın sahip olduğu güç zikir edilen iki halife dönemine oranla çok daha azdı. Eğer gerçekten hâkim olunan coğrafyanın genişliği, değer ölçüsü olarak kabul görülürse, Harun-iReşid döneminde İslam güneşi her zamanınkinden daha fazla parlamıştı. Dolayısıyla Harun-i reşit herkes den; hatta peygamber (s.a.a.) ve halifelerden de daha üstün olmalıdır.
Kıldan daha ince olan nokta şudur; İslam alanının genişlemesi bu iki kişiye borçlu değil, bilakis İslam'ın can verici öğretilerine ki; kalpler onu kabul ediyorlardı ve toplumların kendi zalim olan hükümetlerinden artık yorulmuş olmalarına borçludur.
Lailaheillallah adalet ve eşitlik sesiyle birlikte insanlar arasında bir cazibeye sahipti ki, toplumların dikkatini İslam'a yöneltiyordu. Elbette bunun yanı sıra İslam'ın getirmiş olduğu cihat ve şahadet kültürünün İslam'ın yayılmasındaki etkisi de göz ardı edilmelidir.
İmam Ali'nin dönemindeki ikilik ve ihtilaflar daha önceki halifelerin özellikle üçüncü halifenin yapmış oldukları hükümet yönteminin neticesiydi. Adaletçi ve insan sever olma anlayışı bu dönemlerde servet edinme ve kabilecilik taassubuna dönüşmüştü. İmam Ali, dünyevileşmiş ve servet toplama anlayışını silip insanları tekrar peygamberin (s.a.a.) dönemine götürmek istedi. Ne yazık ki, dünyevileşmiş kimseler böyleli bir hükümete muhalefet ettiler ve daha önce toplamış oldukları servetlerle Ali ile savaşmak için bir ordu hazırlamışlardı. İmam Ali (a.s.) da peygamber ve kurandaki ayetlerin açık emirleriyle onlarla savaştı.[8]
Buna binaen Ali'nin dönemindeki ihtilaflar Ali'nin kurmuş olduğu hükümetin sonuçları değildi, bilakis daha önceki hükümetlerin yapmış oldukları yanlış eğitimin sonucuydu ki, bu eğitim insanları adalete dayalı hükümeti kabullenebilir duruma getirememişti.[9]
[1] "Keşfu'l-Gumme", c. 1, 205; "Yenabiu'l-Mevedde", s. 94-95; "Alamu'l-Veda", s 149; "Şerhu'l-Nehcu'l-Balaga", ibn. Ebu'l-Hadid, c. 13, s. 261, 285, c. 19, s. 61; "Macmeu'l-Beyan", Tabrisi, c. 8, s. 343.
[2] "Mustedreku'l-hakım", c. 3, s. 32; "menakıb-i Harezmi", s 59; "şerhu'l-mevakıf", c. 8, s. 371; "fevaidu'l-mestin", c. 1, s. 256; "tarih-i bagdad", c. 13, s. 19; "şevahidu't-tenzil" c. 2, s. 14; "tefsir-i kebir", Fahru Razi, c. 32, s. 31; "şerhu'l-Mekasıd" Taftazani, c. 5, s. 298;"mecmeu'l-beyan", c. 8, s 343.
[3] Cemel savaşını çıkaranlar, tarihte ahdine vefasızlık yapanlar, sıffın savaşını çıkaranlar, tarihte zalimler, hekem olayından sonra hz. Aliden ayrılıp kendisine karşı savaşanlar da, tarihte hariciler olarak bilinmektedirler.
[4] "Eş-şehab-u fi'l-hükm-i ve'l-adab" s. 22, Taberi'den alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevan-i Şii", s. 134. (selasetun tehriku'l-hucube beyne yedeyillah; seriru eklamil'-ulema, ve veteu akdami'l-mücahdin, ve sevtu megazi'l-munsenat"
[5] "avali el-laii" c. 1, s. 432, h. no: 131, "kale Resullulah (s.a.a.) afzelu'l-cihad-i kelimetu'l-hakk-i inde Sultan'in cairi"
[6] Emini "Şuhedau'l-fezile" taberiden alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevanan-i şii", s 135.
[7] Taberi, Muhammet, "pasuh-i cevan-i şii", s. 131-135.
[8] "Sahih ibn. Habban", c. 15, s. 285, h. no: 6937; "mustedrek-i hakim", c. 3. s. 122; "Müsned-i Ahmet", c. 17, s. 360, h. no 11258; taberiden alıntı: Muhammed, "pasuh-i cevan-i şii", s. 106-107.
[9] Muhammed, "pasuh-i cevan-i şii", s. 105-107.