İnsan Allah’ı kalp veya fıtrat yolu, duyu ve bilimsel yol, akıl ve istidlal yolu ile tanıyabilir. Duyusal yollar ve bilimsel araştırmalarla Allah’ın kendisi ve Onun alemdeki düzenin kurucusu olduğu gibi bazı sıfatları ispat edilebilir, ama bilimsel araştırmalar Allah’ın bütün sıfatlarını ispat edemezler. Bilimsel gelişmelerden pozitif bilimler kastediliyorsa eldeki araçların yetersizliği nedeniyle bilim insanları metafizik aleme ulaşamazlar. Bu yüzden bilim insanları, varlık aleminin sırlarının hakikatını anlamakta aciz olduklarını her zaman itiraf etmişlerdir.
İstidlal ve şuhud (sezgi) gibi duyusal olmayan yollarla insan Allah hakkında daha fazla bilgilere sahip olabilse bile yinede Allah’ı tam olarak tanımak imkansızdır. Zira insan sınırlıdır ve sınırlı bir varlık sınırsız bir varlık olan Allah’ı tam olarak tanıması mümkün değildir.
Allah’ı Tanımanın Yolları:
Allah’ı tanımanın yolları üç kategoriye ayrılır:
a) Duyu ve bilimsel araştırmalar veya tabiat yoluyla. Bu yolda kendi içinde üçe ayrılır: 1-Kainatın yapısındaki teşkilat ve düzen; 2-Varlıkları kendi güzergahına götüren görünmez hidayet yolu; 3-Alemin hadis olması (ortaya çıkışı).
b) Akıl veya istidlal (felsefe) yolu. Bu yoldan gidebilmek için önce hazırlık aşamasından geçmek gerekir. Bu yol Allah’ı tanımada ve rububi marifete ulaşmada en sağlam yol sayılabilir.
c) Kalp veya Fıtrat yolu; buna göre her insan yaratılışının ve ruh yapısının gereği olarak, ilim öğrenmeden de Allah’ı tanır. Fıtrat yolundan maksat akli yöntem değildir. Bundan maksat kalp ve şuhuttur.[1] Ancak bu son iki yolla da Allah’ı tam olarak tanımak olmaz. Zira akıl ve insan kendi kapasitesi ölçüsünde Allah’ı tanıyabilir. Sınırlı insanın akıl yoluyla sınırsız olan Allah’ı tanıyabilmesi imkansızdır. Şuhud yoluda böyledir.
Bu üç yoldan her biri bir yönden birbirlerine tercihleri vardır:
Kalp ve fıtrat yolu kişisel olarak en kamil yoldur; yani her insan için en iyi, en güzel ve en etkili yol Allah’ı kalp yoluyla tanımasıdır. Ama bu yol, eğitim ve öğretimle başkalarına aktarılamaz.
Yaratılışı duyu organlarıyla ve bilimsel yolla araştırmak sade, açık ve genellik olarak en iyi yollardan olsa da metafizik hakkında söyleyecek sözü yoktur.
Allah’ı tanımanın en güzel yolu realist, tutarlı, mantıklı ve başkalarına aktarılabilecek tek yol olan akıl yoludur.[2]
Demek ki insan çeşitli yollarla Allah’ı tanıyabilir. Bunu kimi zaman akıl yoluyla yaparken kimi zaman kalp yoluyla yapar. Bazen bir filozof gibi ilim öğrenerek ve duyu organlarının ve akılın yardımıyla iddiasına delil getirip anlarken, bazende bir arif gibi huzur-i ilimle maşukunu nezare eder ki buna şuhud denir.[3]
Bilimsel gelişmeler hakkında demek gerekir ki, birincisi, labaratuvar çalışmalarıyla ve yalnızca bilimsel keşiflerle Allah’ın varlığı ispat ya da reddedilemez; çünkü bilimsel deneyler çok yetersiz olup metafizik aleme ulaşmaz. Öyleyse duyusal tanıma yalnız başına çözüm değildir, önce istidlalin hazırlık aşaması öğrenilmelidir. İkincisi, İslami metinlerde kainatta araştırma yapma hakkında ayetler gelmesine ve bu yöntem istidlali olmasından dolayı akli sayılmasına rağmen, kainatta ve ilahi hikmette araştırma yapmak sadece güçlü ve kudretli bir elin onu idare ettiği sonucuna götürür. Ama onun sıfatları nelerdir, kendi zatına mı dayalıdır vb. gibi sorulara bu yol cevap veremez.[4]
Belirtmek gerekir ki duyular, öğrenmenin engellerinden biri sayılmaktadır. Zira duyularla iç içe olmak insanın bilgilerini daha çok duyu yoluyla kazanmasına, hatta sadece bu yolla sınırlamasına neden olmaktadır. Doğayla ve duyu organlarla iç içe olmak, onlarla kolay bağlantı kurabilmek duyusal olmayan şeylerde bile duyulardan faydalanmaya, duyusal işlerin peşinden gitmeye sebep olmaktadır. Bu yüzden hikmet ehli diyor ki: ‘İnsanın vehimi onun doğru bir şekilde düşünmesine engel olmaktadır.’[5]
Bu durum birçok insanın, peygamberlerin daveti olan duyuların dışında kalan gayba iman etme karşısında direnmelerine neden olmuştur.
Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Duyusal algılar tümüyle hatalı değildir. Bunlar eğer gerektiği şekilde kullanılırlarsa birçok doğrunun öğrenilmesine yardımcı olurlar. Öyleyse duyulardan kastedilen şey, aşırı derecede duyusal algılara yönelmektir.[6]
İnsanlar ve büyük bilginler, ne derecede olursa olsun bilgi seviyelerine baksalar ve bildiklerini bilmedikleriyle karşılaştırsalar sonsuz ve derin bir deryanın kenarında oturduklarını ve ondan ne kadar çok içselerde, içtiklerinin bir damladan fazla olmadığını göreceklerdir.
Bilim insanları kainatın sırlarını anlama konusunda aciz kaldıklarını defalarca itiraf etmişlerdir. Hatta gözleriyle gördükleri, dilleriyle tattıkları ve burunlarıyla kokladıkları ‘madde’nin hakikatını bile henüz tam olarak anlayabilmiş değillerdir.
İnsan kendisine en yakın olan şeyleri tanımakta aciz ise sınırsız olan, cisim olmayan, ezeli ve ebedi olan Allah’ın hakikatını nasıl anlayabilir?
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Hamd, Allah'a ki övenler onu lâyıkıyla övemezler; nimetlerini sayıp dökenler, onları söyleyip bitiremezler; çalışıp çabalayanlar, hakkını edâ edemezler. Öyle bir ma'buddur ki derin düşünceler onu idrâk edemez; akıl-fikir denizine dalanlar, zâtının künhüne eremez.’[7]
Alman Leibniz diyor ki: ‘Akıllarınız, Allah’ı algılamakta noksan ise, sizin aklınızın bu noksanlığı Allah’ın olmadığına delil olmaz. Zira birçok gerçeği gerekli olduğu şekilde algılayamamışsınız demektir. Halbu ki, gerçekte vardırlar ve akli deliller onların varlığını gösterirler.’[8]
Pascal da diyor ki: ‘Akıl, temel olan şeylerde fıtri düşüncelerin yardımıyla hakkı derkedebilir ve Allah’ın varlığını kavrayabilir. Ama bunun ötesi olan varlığın, yaratılmışın ve yaratanın sırrı bizlere gizlidir.’[9]
Son olarak şu noktayı yeniden hatırlatalım ki, Allah’ın zatını tanımak imkansızdır. İnsanın akıl ve düşüncesi, Allah’ın gaybi zatını asla kavrayamaz. Şaşkınlık, başıboşluk veya sapmadan başka bir sonuç getirmez.[10]
Beşer bilinen şeyleri algılayabilir, ama zatı, bütün herşeyin üstünde olanı algılayamaz. Her şey o zat’tan sonra gelir ve onun mahluklarıdır. Duyusal ve akli işaretlerle Onu algılayalamazlar.[11]
Öyleyse, Allah Teala’yı tanımaktan maksat Onun mukaddes zatını tanımaksa, bilim ilerlemiş olsa bile, bu imkansızdır. Bundan dolayı Allah’ın zatında düşünmekten sakındırılmıştır. Nitekim İmam Rıza (a.s) şöyle buyuruyor: ‘Allah’ın benzeri olduğunu söyleyen Onu tanımamıştır; Onun zatının künhünü kavramak isteyen Onun tevhidine nail olmamıştır; zihninde Onun zatını tasvir eden Onun hakikatına ulaşmamıştır; zatına sınır getiren Onu tastik etmemiştir; Ona işaret eden (yön tayin eden) ona yönelmemiştir...’[12]
[1] -Kaşifi, Muhammed Rıza, Hüdaşinasi, s.11-12, Nehad-ı Nemayendegi-i Makam-ı Muazzam-ı Rehberi Der Danişgahha, Defter-i Neşr-i Maarif, 6. Baskı, HŞ.1386.
[2] -a.g.e, s.12
[3] -Dizin:98 (Site:889), Kısa Cevap
[4] -Dizin:98 (Site:889), Ayrıntılı Cevap
[5] -Şirvani, Ali, Ahlak-i İslami ve Mebani-i Nazari-i An, s.132 (az bir değişiklikle), İntişarat-ı Daru’l Fikr, Çaphane-i Kuds, Kum, 4. Baskı, HŞ. 1384.
[6] -a.g.e.
[7] -Feyzu’l İslam, Seyyid Ali Naki, Tercüme ve Şerh-i Nehcü’l Belağa, s.22-23, İntişarat-ı Fakih, Çaphane-i Emir, 2. Baskı, HŞ:1376.
[8] -Safi Gulpaygani, Lütfullah, Be Sui Aferidegar, s.71, Defter-i İntişarat-ı İslami, 3. Baskı, HŞ:1377.
[9] -a.g.e. s.72-73.
[10] -Kaşifi, Muhammed Rıza, a.g.e, s.52, Nehad-ı Nemayendegi-i Makam-ı Muazzam-ı Rehberi Der Danişgahha, Defter-i Neşr-i Maarif, 6. Baskı, HŞ.1386.
[11] -a.g.e. s.53.
[12] -Şeyh Saduk, et-Tevhid, Babu’t Tevhid ve Nefyi’t Teşbih, s.34.