Sadece Ehlibeyt ve Şia mezhebinin istihsana muhalefet ettiği ve onu delil bilmediği Ehlibeyt mezhebine yöneltilmiş bir ithamdır; zira Ehlisünnetin dört mezhebinin önde gelenlerinin birçoğu da istihsanın delil teşkil etmediği konusunda bizim ile aynı inancı paylaşırlar. İstihsan sözlükte iyi saymak ve beğenmek anlamına gelir. Istılahta ise onun için değişik tanımlar ileri sürülmüştür. Hanefi, Maliki ve Hanbelî mezhepleri istihsan kaidesine dayandıklarından her biri bu kaide hakkında bir tanım yapmıştır:
Hanefiler istihsanın tanımında şöyle derler: İstihsan, müçtehidin içine doğan, lakin lafız ve tabirlerin ifade etmekten aciz olması nedeniyle beyan edilmeyen delile denir.
Malikiler şöyle der: İstihsan, külli delil karşısında cüzi ve durumsal maslahata göre amel etmekten ibarettir.
Hanbelîler ise şöyle der: Her ne zaman bir meselede bir hükümden özel bir delile ulaşırsak ve söz konusu meselenin benzeri de aynı hükme sahipse buna istihsan denir.
Örnek: Eğer aklı zayıf bir şahıs mallarından bir miktarın hayırlı bir işte kullanılmasını vasiyet ederse, böyle bir vasiyet doğru addedilir mi? Fıkhi külli kaide şöyle der: Aklı zayıf şahsın mallarında yaptığı tasarruflar geçerli değildir. Onun veli veya sorumlusu bunu geçerli kılabilir. Bu külli kaideyi göz önünde bulundurduğumuzda yukarıdaki vasiyet kesinlikle doğru olmamalıdır. Lakin Hanefi âlimleri istihsana dayanarak bunun doğru olduğuna dair delil getirmişlerdir. Şöyle ki; eğer aklı zayıf olan şahsın tasarrufları geçerli görülmemiş ise bu onun içinde bulunduğu hal ve maslahatı içindir ve bu da kendisinin yaşam zamanıyla irtibatlıdır. Bundan dolayı eğer kendisi öldükten sonra mallarının hayırlı işlerde kullanılmasını vasiyet ederse bu onun yaşamına bir zarar içermemesi ve aksine onun için fayda getirmesi nedeniyle, külli kaideden geçmek suretiyle istihsan kaidesine mutabık olarak böyle bir vasiyet geçerli olacaktır. İstihsanın geniş ve detaylı tanımlarını eleştiri ve örnekler eşliğinde ayrıntılı cevapta okuyabilirsiniz.
İlk önce şu noktanın hatırlatılması gerekir: Salt Şia’nın istihsanı delil kabul etmediğinin söylenmesi Ehlibeyt fıkhına yöneltilmiş bir ithamdır; zira Ehlisünnetin dört mezhebinin birçok büyüğü de istihsanın delil teşkil etmediği hususunda bizim ile aynı inancı paylaşırlar. Nitekim bu ileriki bahislerde aydınlığa kavuşacaktır. Bu yüzden bu makalede istihsan meselesinin birkaç mihverde ele alınması gereklidir.
1. İstihsanın tanımı
2. İstihsanı delil kabul edenlerin kanıtları
3. İstihsanı delil kabul etmeyenlerin kanıtları
Ehlisünnetin âlimlerinin görüş ve bakışlarını inceleyenler, istihsanın tanımı hakkında onların birçok görüş ayrılığı taşıdığı ve değişik tanımlar ilerini sürdüklerini görecektir. Bu cümleden olmak üzere şunlar belirtilebilir:
A. Sözlük Tanımı:
İstihsan sözlükte iyi saymak ve beğenmek anlamına gelir.[1]İstihsanın manası hakkında ilk bakışta zihne gelen şey şer’i hükmün çıkarımında zevk ve eğilimin uygulanmasıdır. O halde müçtehit herhangi bir fiilin insan doğasıyla uyuştuğunu kavradığı an, bu söz konusu fiilin gerçek hükmünün mubah olduğunun keşfedicisi sayılır. Ama söz konusu fiil doğa ve zevk ile bağdaşmaz ve benlik ondan nefret ederse, bu ilgili fiilin gerçek hükmünün haram olduğunu gösterir. Elbette eğer bu nefret etme ve uyuşmazlık yüksek bir düzeyde olması durumunda bu geçerli olur. Lakin aşağı bir düzeyde olması durumunda bu ilgili fiilin Allah nezdinde hükmünün mekruh olduğunu gösterir.[2]
B. Istılah Tanımı
Usulul’l-Fıkıhı’l-Mukarin kitabı yazarı Seyyid Muhammed TakiHakim bu kitapta istihsan hakkında yapılmış tanımları dile getirmiş ve şöyle demiştir: Usulcüler istihsanın tanımı hakkında ciddi bir görüş ayrılığı taşırlar ve onlar tarafından ileri sürülmüş tanımların çoğu gerçek tanımın özelliklerini barındırmaz, aksine bu tanımlar manaların güzellik için kullanıldığı ediplerin kafiyeli sözleri ve mantıkçıların tanımlarına daha yakındır. Burada Sorhusi’nin Mebsut kitabında belirttiği tanımların bazı numunelerini aktarıyoruz:
1. İstihsan, kıyası terk etmek ve halkın haliyle daha uyuşan şeyi almaktır.
2. İstihsan, ister genel ve ister özel kesim olsun halkın ihtiyaç duyduğu hükümlerde tolerans göstermektir.
3. İstihsan, içinden genişlik ve şefkat barındıran şeyi almaktır.
4. İstihsan, içinde tolerans ve rahatlığın bulunduğu şeyi almaktır.[3]
Tanım tekniğinden uzak olma bağlamında bu tanımlara benzer bir tanım da Malik’e isnat edilen şu tanımdır: İstihsan, maslahat ve adalete dikkat etmeye denir.[4] Bu tür tanımlar hakkında tartışmaya devam etmek olumlu neticeler getirmez; zira bu hususlar istihsanın delil teşkil ettiği veya delil teşkil etmediği konusunda faydalı olabilecek bir tanıma bizi ulaştırmaz. Bu yüzden bu konu hakkında sözü uzatmaktan vazgeçiyoruz. Bu mesele hakkında düşünülmesi ve irdelenmesi gereken ve de mantıklı gözüken şey –belirli ve tanımlanmış kavramları taşıması açısından- bir grubun yaptığı tanımdır. Bu cümleden olmak üzere Hanefi alimlerinden Bezdevi şöyle demiştir: “İstihsan, bir kıyastan çıkıp daha güçlü bir kıyasa yönelmektir veya kendinden daha güçlü bir delil nedeniyle kıyasın sınırlandırılmasıdır.”[5] Maliki alimlerinden Şatibi ise şöyle der: İstihsan, iki delilden en güçlüsüne göre amel etmektir.[6] Hanbeli alimlerinden Tufi ise hulâsa kitabında şöyle der: “İstihsan, özel bir şer’i delil nedeniyle benzerinden meselenin hükmüne geçmektir.”[7]İbn. Kudame de istihsan hakkında üç tanım yapmıştır:
1. Kitap veya sünnette alınan özel delil ile benzerinden meselenin hükmüne geçmektir.
2. İstihsan müçtehidin kendi aklıyla iyi saydığı şeydir.
3. İstihsan müçtehidin kendi benliğinde bulup söylemeye güç yetiremediği delile denir.[8]
Bunlar bazı âlimler tarafından istihsan için yapılan tanımlardır. Biz bu makalede bu tanımlar hakkında tartışmaya ve onları eleştirmeye niyetli değiliz.[9] İstihsanın ıstılah mefhumunun daha aydınlanması için iki örnek veriyoruz:
Birinci Örnek: Eğer aklı zayıf bir şahıs mallarından bir miktarın hayırlı bir işte kullanılmasını vasiyet ederse, böyle bir vasiyet doğru addedilir mi? Fıkhi külli kaide şöyle der: Aklı zayıf şahsın mallarında yaptığı tasarruflar geçerli değildir. Onun veli veya sorumlusu bunu geçerli kılabilir. Bu külli kaideyi göz önünde bulundurduğumuzda yukarıdaki vasiyet kesinlikle doğru olmamalıdır. Lakin Hanefi âlimleri istihsana dayanarak bunun doğru olduğuna dair delil getirmişlerdir. Şöyle ki; eğer aklı zayıf olan şahsın tasarrufları geçerli görülmemiş ise bu onun içinde bulunduğu hal ve maslahatı içindir ve bu da kendisinin yaşam zamanıyla irtibatlıdır. Bundan dolayı eğer kendisi öldükten sonra mallarının hayırlı işlerde kullanılmasını vasiyet ederse bu onun yaşamına bir zarar içermemesi ve aksine onun için fayda getirmesi nedeniyle, külli kaideden geçmek suretiyle istihsan kaidesine mutabık olarak böyle bir vasiyet geçerli olacaktır.
İkinci Örnek: Eğer bir hırsızın sağ elinin kesilmesi hükmedilirse ve hükmün uygulayıcısı yanlış yaparak onun sol elini keserse kıyas esasınca uygulayıcı kişi sorumlu olur ve bunun diyetini vermesi gerekir. Lakin Ebu Hanife şöyle der: Her ne kadar sol el yanlışlıkla kesilmişse de faydası daha çok olan sağ el sağlıklı kalmıştır. Bundan dolayı maslahata riayet ederek ve istihsan esasınca (eğer uygulayıcı içtihat esasınca böyle yapmışsa), uygulayıcının sorumlu olmamasına hükmederiz; zira bu varsayımda yeniden onun sağ elini kesmeyeceklerdir.[10]
İstihsanın Delil Oluşunun Kanıtı
İstihsanın delil teşkil ettiğini belirten kişiler birkaç delile istinatta bulunmuşlardır. Seyyit Hekim el-Usulu’l-Amme kitabında bu hususta şöyle demektedir: İstihsanın delil oluşu hakkında iki ayet, bir rivayet ve icmaya istinatta bulunulmuştur. Biz burada bunların delil ve eleştirilerini dile getireceğiz.[11]
1. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “Tâğût’tan, ona kulluk etmekten kaçınan ve içtenlikle Allah’a yönelenler için müjde vardır. O hâlde, kullarımı müjdele! Sözü dinleyip de onun en güzeline uyanlar var ya, işte onlar Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahiplerinin ta kendileridir.”[12]
2. “Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun.”[13]
Onlar bu ayetlere nasıl istinatta bulundukları hususunda şöyle demekteler: Yüce Allah birinci ayette en güzel sözlere uyanları övmüştür. İkinci ayette ise onların kendi tarafından nazil olmuş en güzel şeylere uymakla yükümlü kılmıştır. Övgü ve bağlılık bildiren bu iki ayet yüce Allah’ın istihsanı delil karar kıldığını gösterir.
Bu iki ayet ve benzeri ayetlere istinatta bulunmaya yöneltilen eleştiriler:
1. Bu ayetlerde “en güzel” kavramı, sözlük manasıyla en iyi ve beğenilen manasıyla kullanılmıştır. Bu, sizin algıladığınız mana ve onu ıstılah anlamıyla yorumlamanız ile çelişmektedir. Eğer bu ayetleri istihsanın delil teşkil ettiğinin kanıtları olarak kabul edersek, istihsan için delil oluşturma kabiliyeti taşıması için hangi manalarda nazil olmuştur? Bu manalar birbirleri ile çelişmektedir ve onlar arasında kapsayıcı bir çerçeve bulunmamaktadır. Bir dayatma olmaksızın onları bir arada toplamak mümkün değildir. Bu manalardan birini ön plana çıkarmak da delilsiz bir tercihtir. Elbette istihsanın en güçlü delile dayanmak olduğunu belirten kimseler, bu ayetlere istinatta bulunabilirler ve bu ayetler onların iddiaları için bir delil teşkil edebilir.
2. Birinci ayet her ne kadar en güzel sözlere uyanları övmüşse de ilgili ayet farklı görüşleri göz önünde bulundurmuş ve bazı görüşlerin bazılarından daha tercih edilir olduğunu varsaymıştır. Sözler arasında bazılarını teşhis etmek, şeriat sahibi tarafından mesele belirlendiği vakit gerçekleşir. Bunların taşıdığı önem göz önünde bulundurulduğunda –nitekim en güzel tabiri bunu gerektirir- bu mesele kitap ve sünnetin alanına girer. Çok açık olduğu üzere eğer lâfzî delili diğer delile tercih etme noktasında bir tezat veya çelişki ile karşılaşmamız durumunda bunun gerçekte fiilsel delil olduğunu söylersek, bu istihsanın bunlar karşısında bağımsız bir delil olması zamanında geçerli olur. İstihsanı bu ayetlere benzer deliller esasınca bağımsız bir delil saymak ise ispatlanamaz ve iki delilden en güçlüsüne dayanmanın da iki delilden birine başvurmaktan başka bir şey olmadığı açıktır. Neticede istihsan belirtilen iki delil karşısında bağımsız bir delil sayılmaz. Birinci ayet hakkında söylenen şeyler ikinci ayet hakkında da söylenir. Buna ek olarak bu ayette en iyiye uymak olarak değerlendirilen şey, onlara nazil olmuş şey hakkındadır. O halde bu ayet istihsanın “Rabbinizden size indirilen şey” ayetinin örneklerinden sayılan şeylerden olduğunu ispat veya reddedemez; zira hiçbir önermenin kendi konusunu ispat etmeyeceği hususu apaçıktır.
3. Bu iki ayetin hiçbir şekilde istihsanın delil karar kılınması meselesi ve benzeri hususlar ile irtibat ve ilişkisi bulunmamaktadır; zira bu iki ayet bu konuyu açıklama durumunda değildir. Bunun için eğer en iyi sözcüğünü “onlar çıkarım durumlarında istihsana göre amel eden kimselerdir” şeklinde tercüme ederlerse hiçbir şekilde bu anlam doğru sayılmaz.
İstihsanın Hadis Delilleri
Ehlisünnet istihsanın delil teşkil ettiği noktasında İbn. Mesud’dan nakledilen şu rivayete istinatta bulunurlar: “Müslümanların iyi değerlendirdikleri her şey, Rabbin katında da iyidir.”[14] Bu delile bir takım eleştiriler yöneltilmiştir ve onlar şunlardır:
1. Bu rivayetin senedi İbn. Mesud’a ulaşır ve hiç kimse onu İbn. Mesud’un sözüyle Hz. Peygamberden (s.a.a) nakletmemiştir. Bundan dolayı bu sözün Hz. Peygamberin (s.a.a) bir hadisi değil, bizzat İbn. Mesud’un sözü olması muhtemeldir. Netice itibari ile bu ihtimalle birlikte bu rivayetin delil teşkil etmesi olanaksız hale gelmektedir. (İhtimal söz konusu olduğunda istidlal geçersiz olur.)
2. Bu rivayette iyi sözcüğünün ıstılah anlamıyla istihsan için kullanıldığına dair hiçbir delil mevcut değildir; çünkü istihsan son dönem âlimleri tarafından kullanılan ve yeni anlamlar içeren bir terimdir. Hal böyleyken bu husus İbn. Mesud’a nasıl isnat edilebilir?! Bundan da geçersek, istihsan hakkında ileri sürülmüş anlamların hangisi İbn. Mesud’a isnat edilebilir? Bu anlamların tümü İbn. Mesud’un maksadı olabilir mi? Çünkü açıklandığı gibi bu anlamlar birbirleri ile çelişmektedir. Bu rivayetin belirtilen anlamlardan herhangi birine yüklenmesi de delilsizdir; zira bu anlamlardan hiçbirinin önceliği bulunmamaktadır. Eğer bu rivayetin doğru olduğunu kabul edersek, bu aklın hükmüyle şeriatın hükmü arasında bir gereklilik olduğunu belirten kaidenin vurgulanmasıdır. Yani makul insanlar bir şey hususunda görüş birliğine vardıklarında o görüş Allah katında da beğenilir. Bu delil ancak Müslümanlar sözcüğünden makul insanlar kastedildiği vakit doğru sayılır. Lakin Müslümanlar sözcüğü için bir özellik göz önünde bulundurursak, böyle bir durumda rivayet icma için delil teşkil eder. Elbette bu bütünün geneline yüklendikten sonra geçerli olur. Bundan tek tek bireylerden oluşan bütünün kastedilmediği apaçıktır; zira bunun bir takım problemleri vardır. Çünkü Müslüman birey her ne kadar sıradan ve bilgisiz olsa da benim görüşüm şeriatın hükmü ve gerçek hükmün keşfedicisidir diye bir söz söylemez. Böyle bir durumda büyük bir kargaşa çıkar.
İcma
Ehlisünnet açısından istihsanın delil teşkil etmesinin kanıtlarından biri de icmadır. Buradaki delil şudur: Halk istihsan hususunda icma etmiştir; zira hamama girildiğinde ve sudan sorumlu şahıstan su alındığında insanlar beklemeden ve gecikmeden ücreti ödemektedirler. Bu delili reddetme noktasında şöyle söylemek gerekir: Eğer bu icmanın benzerleri doğru olursa, sadece ilgili hükümleri kapsar, onların istihsan hükümlerini kapsamaz. Dolayısıyla tüm istihsanlar için bir delil teşkil etmez. Sadece bu durumlar ile yetinilir. Bunun lâfzî delillerden olduğu hükmüne binaen minimum ölçüyle yetinilir. Bu icma örneğinin hiçbir temelinin olmadığı apaçıktır. Bu gibi durumlarda Hz. Peygamber (s.a.a) zamanından şimdiye süren ve Hz. Peygamberin (s.a.a) ilim ve tavrıyla belirlenmiş bir yaşam tarzı vardır.[15]
İstihsanı Reddedenler Ve Delilleri
İstihsanı reddedenler arasında en tanınan şahıs Şafii’dir ve onun delilleri şöyledir: Eğer hakkında bir nass ve kıyas bulunmayan bir meselede müftü istihsan yapacağım derse, sana göre başkalarına da kendi görüşünün aksine istihsan uygulaması iznini verir mi? Neticede her şehirde bulunan şer’i hâkim ve müftü istihsanla fetva verecek ve onun karşısında da başka fetvalar verilecektir! Sonuçta bir mesele hakkında birden çok hüküm ve fetva ortaya çıkacaktır. Eğer bu hüküm onların bakışında caiz olursa kendilerini heder edecek, eğilimleri doğrultusunda hüküm verecek, kendileri için sorun addettikleri şeylerde ise haram hükmünü vereceklerdir.[16] Şafii’nin bu sözü ilimden uzaktır; çünkü bu söz doğru kabul edilirse, kaynakları ne olursa olsun mutlak şekilde içtihat imkânsız hale gelir. Zira bazı kaynaklar hariç çıkarım kaynaklarında görüş ayrılıkları vardır ve bu husus istihsana özgü değildir. Böyle bir durumda hâkimin içtihat yapması caiz olursa, onun dışındakiler için de caiz olmalıdır. Böyle bir durumda bir mesele hakkında değişik ve muhtelif fetvalar ortaya çıkacaktır. Böyle bir safsatanın önünü alabilmek için tüm yollardan içtihadın önü alınmalıdır. Buna da bağlı kalmak mümkün değildir. Buna ek olarak istihsanı yasaklama noktasında onun içtihadına bir eleştiri yöneltilir; zira eğer sen kendine içtihadı yasaklamayı caiz görüyorsan, o halde başkasına da bunu caiz görüyorsundur. O halde bir meselede hüküm ve fetva açısından bir ihtilafın meydana gelmesi gerekli olmaktadır.
Netice: Eğer istihsandan maksat iki delilden en güçlüsüne dayanmak ise, bu iyi bir delildir ve hiçbir engeli de bulunmamaktadır. Eğer bu kitap, sünnet ve akıl karşısında bağımsız bir delil sayılacak olursa bunun bir itibarı bulunmaz.[17]
[1] Vilayi, İsa, FerhengiTeşrihiyiIstılahatı Usul, s. 54, Neşri Ney, Tahran, çapı evvel, 1374.
[2] Sungur, Muhammed, el-Mucemu’lUsuli, vajei “Elif” istihsan, çapı evvel, 1421 h.k.
[3] Hafif, Muhadırat fi Esbabiihtilafu’lFukaha, s. 236, Sorhisi’den iktibas, el-Mebsut.
[4] Felefetu’t-Teşrii fi’l İslam, s. 174.
[5] Mesadiru’t Teşrii.
[6] a.g.e.
[7] a.g.e.
[8] a.g.e.
[9] Bu eleştirileri tam olarak öğrenmek için el-Usulu’l-Amme lil-Fıkhı’l-Mukarın Ve’l-Mu’cemu’l-Usuli kitaplarına müracaat ediniz.
[10] Sarehsi, Şemsu’d Din, Mebsut, c. 9, s. 175 – 176, Beyrut, Vilayi, İsa, FerhengiTeşrihiyiIstılahatı Usul kitabından nakledildiği üzere.
[11] el-Mu’cemu’l-Usuli kitabı yazarı detaylı bir şekilde bu delilleri nakletmiştir.
[12] Zümer Suresi, 17 – 18. ayet: "فَبَشِّرْ عِبادِ* الَّذينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ أَحْسَنَهُ أُولئِكَ الَّذينَ هَداهُمُ اللَّهُ وَ أُولئِكَ هُمْ أُولُوا الْأَلْباب".
[13] Zümer Suresi, 55. ayet: "وَ اتَّبِعُوا أَحْسَنَ ما أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذابُ بَغْتَةً وَ أَنْتُمْ لا تَشْعُرُون".
[14] İbtalu’l Kıyas ve’r Rey, s. 50.
[15] Amedi, el-Ahkam, s. 3 – 38.
[16] Felefetu’t-Teşrii fi’l İslam, s. 174 ve sonrası.
[17] İrşadu’lFuhul, s. 241.