‘Cennet-ul Asime’ kitabının yazarı bu rivayeti, Salih b. Abdulvahhab’ın eseri olan ‘Keşf-ul Leali’den naklediyor. Yine Müstedrek-u Sefinet-il Bihar adlı kitap, Merhum Fazıl Merendi’nin eseri olan Mecme-un Nureyn’den aktarmaktadır. Cevahir-ul Kelam kitabının yazarının anne tarafından dedesi ve Ziya-ul Alemin adlı eserin yazarı da bu hadisi kitabında getirmiştir.
‘…Fatıma olmasaydı ikinizide yaratmazdım’ hadisinin açıklaması için kısaca şöyle diyebiliriz: Ubudiyyet (kulluk) makamı olmasaydı nübüvvet ve imamet amacına ulaşmayacaktı. Çünkü nübüvvet ve imametin hedefi insanı mutlak abd (kul) makamına ulaştırmaktır. Bu makam Hz. Peygamberde (s.a.a) ve Hz. Ali’de de (a.s) vardı, ama Hz. Fatıma’da (s.a) sadece bu makam tecelli etti. Dolayısıyla bu rivayette daha çok Hz. Fatıma’nın üzerinde durulmuştur.
Giriş
Hz.Fatımanın yüce makamı hakkında birçok hadis vardır. Bu hadislerin bazılarının manası sadece Ona (s.a) özgü olan ve insanı hayran bırakan makamlarına işaret etmektedir. Hadislerde de belirtildiği üzere Fatıma kelimesi, insanların kendisini tanımaya güçleri yetmediği kimse manasına gelmektedir.[1] Sanki Allah’ın gizli sırrı Fatıma’da saklanmış ve sanki Allah’ı ve hak irfanı tanımayla Hz. Fatıma’yı tanımanın yakın bir ilişkisi vardır. Nitekim Fatımiyyet zihinlere, tanıyamama sıfatını, hicapta olmayı ve ilahi haremde ikamet etmeyi getirmektedir.
Hz. Fatıma’nın (a.s) zahirde peygamber ve imam olmadığını biliyoruz. Öyleyse alemde böyle bir makama sahip olmaya neden olan hakikat, zahiri nübüvvet ve imametin dışında bir şeydir. Bu kutsi hakikata ne ad verirsek verelim yine de Onun künhüne kesinlikle yetişemeyiz. Ama söz aleminde ona ‘ubudiyyetin (kulluğun) hakikatı’ diyebiliriz. ‘Abd’ (kul) olmak kelimenin tam manasıyla kendinden hiç bir şeye sahip olmamak ve bütünüyle Allah’a ait olmak demektir. Allah’ın kulu Allah’ın aynasıdır. İşte bu yüzden İmam Sadık (a.s) ubudiyyetin hakikatı hakkında: ‘Ubudiyyet, özü rububiyyet olan hakikattır.’[2] diye buyurmaktadır. Bu hakikat insanın kaybolmuş hakikatı ve irfan sırlarından bir sırdır.
Bir başka rivayette Fatıma’yı tanımanın kadir gecesini tanımak olduğu belirtilmiştir.[3] Bütün ariflerin hedefi kadir gecesinin hakikatını derketmektir. Ermiş arif, kadir gecesinde Kur’anın nazil olma olayına şahid olan kimsedir.
Öte yandan İmam, batınî makamında Kur’an-ı Natık makamına sahiptir. Yani imametin sırrı Kur’an’ın gaybi hakikatını almaktır. İşte imametin zatı da Hz. Fatıma’nın (s.a) hakikatıyla bu şekilde, çok özel bir bağla bağlanmaktadır.
İnsanların gördüğü nübüvvet makamıdır, dinin kemali olan imamet ise nübüvvet vasıtasıyla ulaştırılmış ve ancak has bir grup tarafından anlaşılabilmektedir. Herkesin imamet makamından bilemediği (Allah’ın sırrını bilen mahremlerin dışında) şey ise ismet hicabı ve gayret-i ilahiyye’de saklı olan Fatıma’nın varlığının sırrıdır.
Öyleyse imamet, nübüvvetin sırrı, ibadetin özü’de imametin sırrıdır. Ancak buradaki nükte şudur: Bu üç makam ve mertebe Allah Resulü’nde tam bir vahdet ve kemal haddinde vardır. İşte bu yüzden on dört masumun içinde en üstün makam Hz. Peygamberin (s.a.a) makamıdır. Bununla birlikte Muhammedi imamet makamı Hz. Ali’de (a.s), ubudiyyet makamıda Hz. Fatıma’da tecelli etmiş ve belirgin özellik olarak ortaya çıkmıştır. Buna göre Hz. Muhammed’in (s.a.a) varlık hakikatının zuhurunun seyri hakkında, ‘ubudiyyet makamı nübüvvet ve imamet makamından daha üstündür’ demek gerekir. Dolayısıyla Hz. Fatıma’nın varlığında gerçekleşen şey bir insanın ulaşabileceği en son makamdır. Nübüvvet ve imametin hedefide zaten budur.
‘Fatıma olmasaydı...’ Hadisi
Hz. Fatıma’nın (s.a) makamı ve mertebesi hakkında Peygamber ve diğer Masum İmamlardan gelen rivayetler, yine Onun (s.a) hakkında Allah-u Teala’nın buyurduğu birçok hadis-i kutsi[4] yukarıda anlatılanlara delil teşkil etmekteler. Ama Hz. Fatıma’nın özel makamına açıkca işaret eden ve bazı alimlerinde kendi kitaplarında naklettikleri şu hadis-i kutsi -İslam Peygamberini muhatap alarak- şöyle buyurmaktadır: ‘Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım, Ali olmasaydı seni yaratmazdım ve Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.’[5]
Hadisin senedine gelince, Rical ilminin kaidelerine göre bu hadis her ne kadar zayıf hadisler grubundan ise de bir çok büyük Şii alimi onu kitaplarında nakletmişlerdir. ‘Cennet-ul Asime’ kitabının yazarı hadisin son kısmını (Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım), Salih b. Abdulvahhab Arendes’in eseri ‘Keşf-ul Leali (s.148)’den naklediyor. Müstedrek-u Sefinet-il Bihar (c.3, s.334) adlı kitapta onu Merhum Fazıl Merendi’nin eseri Mecme-un Nureyn’den aktarıyor. Cevahir-ul Kelam kitabının yazarının anne tarafından dedesi ve Ziya-ul Alemin adlı eserin yazarıda bu rivayeti kitabında getirmiştir.
Mirza Ebulfazl Tahrani, ‘Şifa-us Sudur Fi Şerh-i Ziyaret-il Aşur’ (s. 84 ve sonrası) adlı eserinde şöyle nakleder: ‘Salih b. Abdulvahhab ve ondan önce gelen bazı raviler meçhuldürler, ama bu durum rivayetin yalan olduğuna delil olmaz.’
Ayrıca belirtmek gerekir ki, Masumlar’ın özel makamlarına ait olan bu tür rivayetlerde ravinin meçhul olması olağan bir şeydir; zira Masum İmamlar’ın zamanında toplumsal ilişkilerde sorun yaşamayan fıkhî hükümlerin ravilerinin aksine itikadi meselelerin ravileri (takiyye şartlarından dolayı) normal muaşeretten uzak kişilerdi. Güncel konularda belli çevrelerle ilişkileri olmadığından adalet ve güvenirlikleri incelenmezdi. Bu yüzden onların meçhul olması -özellikle (ricalî) kaidelere uygun olursa- hadisin itibarına herhangi bir zarar vermez. Masum İmam’ın bu konularda böyle kimseleri muhatap alması onların ‘sırdaş’ kimseler olduğunu göstermektedir. Nitekim Masum İmamlar’ın makamları hakkındaki bu sözlerin benzerleri böyle kimseler tarafından nakledilmiştir.[6]
Hadisin ne manaya geldiği konusuna gelince diyoruz ki, hadis birkaç kısımdan oluşmaktadır:
1- İnsan-ı kamilin, yaratılış aleminin gayesi olması.
2-İmamet makamının nübüvvetten daha üstün olması.
3-Ubudiyyet makamının diğer bütün makamlardan üstün olması.
Hadiste söz konusu bu üç makama şu ibarelerle işaret edilmiştir:
‘Sen olmasaydın alemi ve kainatı yaratmazdım.’ Hadisin bu bölümü başka hadislerlede teyit edilmiştir. Bunun manası şudur: İnsan-ı kamil, hilkat aleminin asıl hedefi, Allah’ın nazarının asıl merkezi ve Onun hilkat alemindeki iradesinin icra edildiği yerdir. Bu konu hakkında filozoflar ve ariflerin bir çok açıklaması var ki, biz onlardan birini getiryoruz: Alemin vahdet yönü olmasaydı, kesret (çokluk) olmazdı. İllet (sebep) ve malulun (sonuç) arasında uygunluğun olması, her yönden vahid olan ve hiç bir kesretin olmadığı alemin ilk illeti ile kesret ve çeşitliliği olan alemin malulları arasında bir vahdetin gerçekleşmesini gerektirmektedir ki, bir yandan vahdetle irtibatı olmalı, diğer yandan kesret alemiyle uygunluğu olmalıdır. Bu da her varlığın işi değildir, yalnızca alem-i nefs’de gerçekleşir. Bu önemli iş yalnızca Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt’in (a.s) nefislerinin yapacağı bir iştir. Öyleyse Peygamber olmasaydı alemde vahdet olmazdı, vahdet olmadığında kesrette olmazdı.[7]
Hadisin ikinci bölümü şöyle buyuruyor: ‘Ali olmasaydı seni yaratmazdım.’ Bu bölüm imamet makamının nübüvvet makamından üstün olduğu konusuna aittir. Nübüvvetin ‘haber getirmek’ manasına geldiğini biliyoruz, ama imamet daha üstün bir makamdır; bu makam kamil bir tevhide ve insanın kendinden (heva ve hevesinden) kurtulduktan sonraki Allah’a ulaşma makamıdır. Kur’an, Hz. İbrahim’in peygamber olmasına rağmen çeşitli imtihanlardan geçtikten sonra imamet makamına ulaştığını söylüyor. Peygamber Efendimiz’de imamet makamına sahipti, ama Hz. Ali’nin özelliği imamet, Peygamberimizin zahiri özelliğide nübüvvet olduğundan imamet makamı Hz. Ali’de (a.s) daha çok öne çıkmıştır.
Dolayısıyla burada, Hz. Ali’nin (a.s) Peygamber’den üstünlüğü asla söz konusu değildir. Burada söz konusu olan şey imametin nübüvvete olan üstünlüğüdür. Çünkü hiç bir şüpheye yer bırakmayan delillerle Peygamberin makamının Hz. Ali’den (a.s) üstün olduğunu biliyoruz. Bu delillerin en önemlisi Hz. Ali’nin (a.s) kendisinin şu sözüdür: ‘Ben Muhammed’in kullarından bir kulum.’[8]
Konumuzun veya hadisin üçüncü kısmında buyurulan ‘Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.’ cümlesi ubudiyyet makamına işaret etmektedir. Bu makam her ne kadar Peygamder’de (s.a.a) kamil derecesinde varsa da Fatıma’da (s.a) asıl özellik olarak kendini göstermiştir.
Bu durumda ‘Fatıma olmasaydı siz ikinizi yaratmazdım.’ İbaresinin açıklaması şöyle olacaktır: Ubudiyyet makamı olmasaydı imamet ve ve nübüvvet makamıda eksik olacak ve gayesine ulaşmayacaktı. Zira nübüvvet ve imamet ‘mutlak abd’ (mutlak kul) makamına ulaşmak için mukaddemedir. Bu makam Peygamber (s.a.a) ve Hz. Ali’de de vardı, ancak Fatıma’da (s.a) Ona münhasır özellik olarak tecelli etmiştir. Bu yüzden hadiste asıl vurgu Onun (s.a) üzerine olmuştur. Yoksa bu mukaddes zatlarda ikilik ve kesret düşünülemez.
Buna göre ubudiyyet makamı kemal haddinde bir kimsede ortaya çıkarsa nübüvvet ve imametten de üstün olacağı kesindir. Peygamber ve imam bile ubudiyyetten dolayı o makama ulaştılar ve nübüvvet ve imamet sorumluluğunu üstlendiler. Ayrıca Onların Allah katındaki en üstün makamı ubudiyyetin son derecesidir.
Başka bir ifadeyle nübüvvet ve imamet Onların (a.s) yaratılmışlarla olan ilişkilerine aittir; oysa ubudiyyet Onların (a.s) ilahi yönlerini ortaya koymaktadır ki, bu da ubudiyyetin imamet ve nübüvetten daha üstün olduğunu göstermektedir.
[1] - Bihar-ul Envar, c.43, s.65
[2] - ‘Ubudiyyet (kulluk) özü rububiyyet olan hakikattır; ubudiyetle elde edilemeyen rububiyette bulunur ve rububiyette gizli olana da ubudiyetle ulaşılır.’ Misbah-uş Şeria, s.7 (Müesseset-ul A’lemi)
[3] - Muhammed b. Kasım b. Ubeyd (muanan olarak) İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder: ‘Biz onu kadir gecesinde indirdik, (ayetinde) gece Fatıma’dır, kadir Allah’tır. Kim Fatıma’yı hakkıyla tanırsa şüphesiz kadir gecesini idrak etmiştir...’ Meclisi, Bihar-ul Envar, c.43, s.65
[4] - Hz Fatıma’nın makam ve faziletleri hakkındaki hadis-i kutsilerin yalnızca 252 tanesi İsmail el-Ensari’nin yazdığı ‘el-Kutsiyye Fi Ahadis-il Kutsiyye’ adlı kitapta toplanmıştır.
[5] - el-Esrar-ul Fatımiyye (Şeyh Muhammed Fazıl Mes’udi); Cennet-ul Asime, s.148; Müstedrek-ul Sefinet-ul Bihar (Mecma-un Nureyn’den, s.14 ve el-Avalim, s.44’den naklen), c.3, s.334. Bu hadis güvenilir hadislerden olup onu Cabir b. Abdullah el- Ensari Resulullah’tan (s.a.a), O da (s.a.a) Allah-u Tebareke ve Teala’dan nakletmiştir. (Şeyh Muhammed Fazıl el-Mes’udi, s.231)
[6] - Muhammed Ali Gerami, ‘Levla Fatıma’, s. 141-143, hadisin mefhumu nakledilmiştir.
[7] - a.g.e.
[8] - Kuleyni, el-Kafi, c.1, s.89