Please Wait
10068
Cennete gitmenin şartı, 'İman' ve 'Salih ameldir.'
Şii olan birinin de cennete girebilmesi için yanlızca 'ben Şia'yım' demesi yeterli olmaz, Şialığın gereklerini yerine getirmeli veya kendisine şefaat edilebilmesi için gerekli liyakati kendinde oluşturmalıdır.
Semavi dinlere mensup olanlar, bir sonraki şeriat gelmeden kendi dinlerinin düsturlarına göre amel ederlerse cennete giderler. Ancak Resulullah (s.a.a)'in bi'setinden sonra Allah katında makbul olan din yanlızca İslamdır. Gerçek İslam ise Ehl-i Beyt mektebinde tecelli bulmuştur.
Kur'an ve rivayetlerden, mustazafların, yani bir hidayetçiye ulaşamayan, başka bölgeler hicret etme imkanı olmayan, ama insan fıtratına uygun şekilde yaşayan kimselerin ilahi rahmete mazhar olacakları anlaşılmaktadır.[i] Mustazaflık, hakkı öğrenmeye gücü yetmeyen cahillerin yanı sıra büluğa ermemiş (büluğa ermeden önce ölenler) ve zihinsel özürlüler (deliler vb.) gibi kimselere de şamil olmaktadır.
Buna göre, hakkı tanıdıktan sonra inatlarından dolayı onu
Cennete gitmek etiket ya da iddiayla olmaz. Cennete gitmek 'iman' ve 'salih amel'e[1] sahip olmayı gerektirir. Dolayısıyla dünyada bu iki özellik ve azığı alan herkes, ahirette cennet yolcusu olacak, yoksa cehenneme gidecektir. Ama mustazaf olursa geniş ilahi rahmet onu da kapsar veya bir şefaatçinin şefaatiyle azaptan kurtulur.
Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor:
'Şüphesiz, iman edenler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Sabiiler'den her kim Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih iş yaparsa, şüphesiz mükafatları Rableri katındadır. Onlar için artık korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir.' [2]
Bu ayet, Yahudi, Hıristiyan ve Sabiin olmanın cennete girmek için yeterli olmayacağını belirtmenin yanı sıra cennete girmenin iman ve salih amelle mümkün olacağını göstermektedir. Bir dine iman edebilmenin şartı o dinin, ondan sonra gelen din ve peygamber tarafından batıl edilmemesidir. Hz. Musa (a.s.)'a inanmanın süresi Hz. İsa (a.s) gelinceye kadardır. Aynı şekilde Hz. İsa (a.s)'a imanın meşruiyeti İslam Peygamberi (s.a.a) gelinceye kadardır.
Elbette yanlızca iddiada bulunmak yetmez, iman lazımdır. İman ise inanç, amel ve ahlaki gerekleri yerine getirildiği zaman gerçek iman olur. Buna göre Hz. Musa (a.s)'a iman, kendisinden sonra gelen peygamber ya da peygamberlere iman etmekle olur. Hz. İsa (a.s)'a iman etmek, Hatem-ul Enbiya (s.a.a)'in nübüvvetini
Başka bir deyişle Hz. Muhammed (s.a.a)'în bi'setinden sonra meşru ve makbul din 'İslam'dır.[4] İslam ise imamet ve velayet olmadan gerçek ve kamil iman olmaz. Böyle olunca cennete giriş izni de verilmez. Ancak sırf 'ben şiayım' demekle de bu iş olmaz. Cennetlik olabilmek ve şefaate nail olabilmek için gerçek bir mü'min ve salih amele sahip olmak gerekir.
Fakat hakikatı bulamayan mustazaflar (kasır cahiller, zihinsel özürlüler, çocuklar vs.) ilahi hükmü ve büyük rahmete şamil olmayı bekleyecekler. Onlar için özel durum söz konusudur.[5]
Burada bir kaç şeyi belirtmekte fayda var:
1-Kasır cahil, hakkın kendisine ulaşmadığı ve hakkı bulmak için ihmalkarlıkta yapmayan kimsedir. Bu yüzden bir günahı yoktur. Zira bu durumda ona ilahi hüccet tamam olmamıştır ve ilahi hüccetin tamam olmadığı kimseyi de Allah-u Teala'nın cezalandırması mümkün değildir.[6]
Buna göre en az üç grup kasır cahil olarak düşünülebilir:
a) Kimileri var ki bulundukları muhit vb. durumlardan dolayı hak kendilerine ulaşmıyor.
b) Düşünce mustazafları; böyleleri hakikatleri derkedemeyen kimselerdir, onların düşünme ufukları açık değildir.
c) Kimileri de cehl-i mürekkeptir ve kesinlikle bildiklerini zannediyorlar. Oysa yanıgı içindedirler.
İlahi azaba düçar olacak olanlar mukassır cahiller, yani hakkın kendisine ulaştığı ve bilerek onu reddeden veya hakka ulaşma imkanı olupta bunda ihmalkarlık
2-Şu noktaya dikkat etmek gerekir ki, iman ve küfür yanlızca düşünce ve ilmi çabalarla olmaz. Düşünce ve davranışların birlikteliği, bunda beraberce rol oynmaktadırlar. Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
'Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalan saymaları ve onları alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu.' [7]
Öyleyse demek gerekir ki: Kötülük yapmayan veya siyasi, hizbi ve grupsal bağnazlıklara kapılmayan yani aklın ve mantığın
Bu hususu akıl da idrak etmektedir.
Kur'an-ı Kerim, hidayet yolunda ciddi çabalar harcayanlara hidayet yollarını göstereceğini vaadetmiştir.[8]
3-Rivayetlerde çocuklukta ölenler hakkında şu hususlara yer verilmiştir:
a) Çocuklar
Berzahta Hz. İbrahim ve Hz. Sara (a.s) veya Hz Fatıma'nın hizmetinde olurlar, gerekli eğitimi alırlar, ruhi tekamüle ulaşır ve kemale ererler.
2)Tur suresinin 21. ayetinde şöyle buyuruluyor: 'İman edenler ve soyları da imanda kendilerine tabi olanlar, biz onların soylarını da kendilerine katıp ekleriz.' [9]
b)Kafir ve münafıkların çocukları olursa:
1)'Çevrelerinde ölümsüzlüğe ulaşmış gençler dönüp dolaşır.'[10] Ayetinin tefsirinde deniliyor ki, müşrik ve kafirlerin çocukları, kıyamette cennet ehlinin hizmetçileri olacaklardır. Ancak bu onlar için bir ceza sayılmaz, bu hizmet dünyada ki hizmet gibi olmadığı için aşağılanma, yorgunluk vb. şeyler onda yoktur. Aksine onlar orada mutlu, şen ve güzel olacaklar.
2)Bazı rivayetler bu konunun Allah'ın ilmi ile ilgili bir şey olduğunu söylüyor ve şöyle buyuruluyor: 'Allah onların ne yapacaklarını ve neye mürtekip olacaklarını biliyor.'[11]
3)Allah-u Teala bir meleğe ateş yaktıracak ve onlara ateşe girmeleri emredilecek. Onların bazıları ateşe girecek ve ateş onlar için soğuk ve selamet olacak, tıpkı Hz. İbrahim (a.s)'da olduğu gibi. Bazılarıda girmeyecekler. Yanlızca ateşe girenler kurtuluş ehli olacaklardır. Deliler ve fetret döneminde (peygamber ve hüccetin olmadığı zaman aralığında) olanlar ve hüccetin kendilerine tamamlanmayanlar da bu hükme tabidirler.[12]
4)Bazı kelamcılara göre de kafir ve müşriklerin çocukları ne cennette olacaklar, ne de cehennemde; onlar A'raf denen yerde olacak,[13] orada ne azap görecek, ne de cennet nimetleri kendilerine verilecek.[14]
Allame Tabatabai, çocuklar, zihinsel özürlüler vs. hakkında şöyle diyor: Kur'an-ı Kerim'de, çocuklar, zihinsel özürlüler vs. hakkında gelen konulardan onlarınn uhrevi saadet ya da azaba uğrayacakları gibi detaylı bir hüküm çıkartamayız. Zira insanların ahiretteki halleri öyle bir durum ki bu aklın içinden çıkabileceği bir şey değildir. Ancak, günah ve mağfiret şer'i vazifelerle sınırlı değildir denirse o zaman başka. Mağfiretin bazı merhaleleri kalbi hastalıklara ve kötü hallere aittir; yani kalbe
[1] -Buruc/85
[2] -Bakara/62, Maide/69, Hac/17; el-Mizan, c.1, s.192-196
[3] -Şia ve Cennet, 248. soru
[4] -Al-i İmran/81-91
[5] -Nisa/97-99
[6] -'Biz, bir peygamber gönderinceye kadar (hiç bir topluma) azap edecek değiliz.' (İsra/15). Ancak peygamberleri göndermekle de iş bitmiyor, ulaşmakta gereklidir; yani eğer mesaj gönderilmiş ama muhataba ulaşmamışsa hüccet tamam olmamıştır ve hükmün nedeni ortadan kalkmayacaktır.
[7] -Rum/10
[8] -'Bizim yolumuzda cihad edenleri elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz.' Ankebut/69
[9] -
[10] -Vakıa/17
[11] -Bihar-ul Envar, c.5, bab:13, s.288 ve 297
[12] -a.g.e. c.6, s.292, hadis:14 ve c.5, s.295, hadis:22
[13] -Merhum Allame Tabatabai, çeşitli delillere dayanarak A'raf suresinin 48. ayetinde geçen 'A'raf Ehli'nden maksadın mustazaflar olmadığını söylüyor. Bkz: el-Mizan (Farça tercüme), c.8, s.154-156
[14] -Bihar-ul Envar, c.5, s.298, bab:13
[15] -el-Mizan (Farça tercüme), c.6, s.535-536