Please Wait
8643
Şia, imamlara (a.s) daha çok ilgi ve özen göstermemektedir. Aksine Şia’nın Allah Resulü’ne (s.a.a) gösterdiği ilgi ve özen onun tüm boyutları ve hayatıyla ilgili şeyleri kapsamaktadır. Şia’nın imamlara gösterdiği özen ve ilgi, Peygamberin (s.a.a) davetine icabet etmekten ve ona itaat etmekten başka bir şey değildir! Bu mesele birçok ayet ve hadiste yer almıştır; yakınlara saygı ve onlara itaat etmeyi belirten ayetler, iki emanet hadisi ve buna benzer birçok hadis Peygamberden naklolmuştur. Çünkü imamlara (a.s) saygı ve ilgi göstermek, Peygamberin din ve misyonuna özen göstermek ve onu korumaktır. Birincisi budur. İkincisi, dua ve ziyaret duaları kitaplarına müracaat edildiği takdirde Peygambere (s.a.a) has birçok dua ve namazın bulunduğu görülecektir. Bir miktarı Peygambere (s.a.a) ait olmayan hiçbir dua ve ziyaret duası yoktur. Eğer Mefatihu’l-Cenan kitabına müracaat edecek olursanız, nurlu Medine’de Peygamberi (s.a.a) ziyaret etme, oradaki ağıt ameli ve onu uzaktan ziyaret etme adabı hakkında özel bapların olduğunu göreceksiniz. Artı, dört özel dua Peygambere özgü kılınmıştır. Mirza Kebir, Kamilu’z-Ziyarat ve diğer dua kitapları da böyledir.
Şia aleyhine arada bir gündeme getirilen meselelerden biri de Şia’nın Allah Resulü’ne (s.a.a) gösterdiği ilgi ve özen konusudur. Şia’nın Allah Resulü’nden (s.a.a) çok imamlara (a.s) ilgi ve özen duyduğu iddia edilmektedir. Bu şüpheyi bertaraf etmeden ve gerçeği açıklamadan önce, bir ön açıklamada bulunmak gerekli gözükmektedir. Bu ön açıklama birkaç noktadan teşkil olmaktadır:
1. Şiiliğin Peygamberin (s.a.a) ve imamların (a.s) görüşüyle uyuşan din anlayışı ve din yolunun Peygamberden (s.a.a) sonra zorunlu olarak İmam Ali’nin (a.s) imameti ve ondan sonra da evlatlarının imameti ile süreceği inancına dayandığı bilinen bir şeydir. Şia’nın bu inancı gerçekte Kur’an ve sünnetin bakışında Peygamberin (s.a.a) emirlerine uymaktır.[1] Açık olduğu üzere Şia bu inancı için birçok bedel ödemiş ve fedakârlıkta bulunmuştur. Bunların başında da Şia muhaliflerinin şek ve şüpheleri karşısında hakkı ispat etmeye özen göstermek olmuştur. Bundan dolayı hakkı ispat ve batılı da yok etmek ekseninde konuya odaklaşmamız ve insanları gerçek önderler ve Peygamberin (s.a.a) vasiyetinde yer verdiği ve kendilerine itaat edilmesini emrettiği şahıslar hakkında bilinçlendirmemiz doğaldır. Bu konunun kolay ve sade olmadığı açıktır. Özellikle de tarih ve hadis kitaplarına baktığımızda bu husus açıklığa kavuşmaktadır; zira bu eserlerin çoğu Emevi ve Abbasi hükümdarlarının görüşlerini desteklemek ve onlara eşlik etmek için yazılmıştır. Aynı şekilde İslam tarihinden anlaşıldığı kadarıyla fıkıh ve kelam fırka ve mezhepleri de bu doğrultuda hareket etmişlerdir. Bu açıdan imamların tarihine odaklanmak ve onların meselelerine değinmek doğal ve doğal olmanın ötesinde zorunlu görünmektedir. Belki de bu sebepten olsa gerek İmam Seccad (a.s), Yezid’in meclisinde meşhur hutbesinde ceddi müminlerin önderi Ali’yi (a.s) tanıtmış ve Peygamberden (s.a.a) önce önemli sıfat ve özelliklerini beyan etmiş ve de şöyle buyurmuştur: “Ben Mürteza Ali’nin oğluyum. Ben, kendilerini teslim alıncaya kadar savaşçılar ve kahramanlar ile savaşan şahsın oğluyum. Ben müminlerin en salihinin, peygamberlerin varisinin ve en sabırlı olanın oğluyum…”[2] Bu, halkın İmam Ali’nin karakteristik özelliklerini tam olarak bilmemeleri yüzündendi. Oysaki Peygamber (s.a.a) böyle değildi.
2. Şia’nın imamlara ve özellikle de İmam Ali’ye olan ilgi ve sevgisi, Peygambere (s.a.a) ilgi duymaktan başka bir şey değildir; çünkü İmam Ali (a.s), Peygamberin (s.a.a) nefsidir. Bu husus restleşme ayetinde açıkça yer almıştır: “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”[3] Aynı şekilde yakınlık hadisi, kardeşlik hadisi ve Tair Meşvi hadisi gibi[4] birçok rivayet Peygamber (s.a.a) ile İmam Ali (a.s) arasındaki güçlü ilişkiyi ve İmam Ali’nin (a.s) İslam Peygamberinin (s.a.a) şeraitinin sürdürücüsü olduğunu vurgulamaktadır.
3. Şia, yaratılmışların en şereflisinin İslam Peygamberinden (s.a.a) başka kimse olmadığına inanmaktadır. Ondan sonra kendisi gibi biri bir daha asla gelmeyecektir. Peygamber (s.a.a), halkın kendiyle ölçüldüğü mizan ve ölçüdür. Şia nezdinde her kim ona daha yakın (manevi yakınlık açısından) olacak olursa, ona yakınlık nedeniyle bir makam ve yakınlığa sahip olur. Her kim de onun yol ve sünnetinden uzak olacak olursa, Şia açısından hiçbir değere sahip değildir. Bu, Kureyş dahi olsa fark etmez. Bu iddianın delili, Ebi Leheb’i yeren Mesed suresidir. Hâlbuki o, Peygamberin amcasıydı. İşte burada İmam Ali’nin (a.s) şöyle buyurduğunu görüyoruz: “Siz benim Allah Resulü’ne olan yakınlığımı yakın akrabalık ve de özel bir makam ve yerde görüyorsunuz. Daha çocuk olduğum zaman Peygamber (s.a.a) beni odasında oturtur, kucağında alır, özel yatağında yatırır, bedenini bedenime yapıştırır, temiz kokusunu bana koklattırır ve bazen bir yemeği lokma lokma ağzıma koyardı. O, asla sözlerimde bir yalan ve davranışlarımda yanlışlık görmedi. Onu sütten aldıkları andan itibaren Yüce Allah en büyük meleğini (Cebrail) kendisini terbiye etmek ve gece ve gündüz onu üstün ve doğru yollara ve de güzel ahlaka yönlendirmesi için görevlendirdi. Ben de bir evladın annesinin yanında olması gibi her zaman Peygamberle birlikteydim. Peygamber her gün güzel ahlaktan yeni bir nişane benim için açığa vurur ve bana onunla amel etmemi emrederdi.”[5]
4. Allah Resulü (s.a.a) başkalarında bulunmayan özel özelliklere sahiptir. Peygamberlerin sonuncusu olması ve risaletinin risaleti sonlandırması bu özelliklerden biridir. Ondan sonra hiç kimse yalan yere iddia etmeksizin vahiy ve risalet iddiasında bulunamaz. Öyleyse risaleti peygamberliği sona erdirmek olan ve tüm semavi risaletlerin kendisinin risaletiyle tamamlandığı (tüm semavi risaletler onun kendisinde toplanmıştır) peygamber, tüm kemallerin kendinde toplar, insanlığa örnek olur, her türlü kirden arı ve münezzeh olur ve doğumdan Allah’a varıncaya dek ve Rabbin yanındaki Mahmud makamına ulaşıncaya kadar hayatın tüm boyutlarında masum sayılır. Müminlerin önderi (a.s) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Peygamberi sütten aldıkları andan itibaren Yüce Allah en büyük meleğini (Cebrail) kendisini terbiye etmek ve gece ve gündüz onu üstün ve doğru yollara ve de güzel ahlaka yönlendirmesi için görevlendirdi. Ben de bir evladın annesinin yanında olması gibi her zaman Peygamber ile birlikteydim. Peygamber her gün güzel ahlaktan yeni bir nişane benim için açığa vurur ve bana onunla amel etmemi emrederdi.”[6],[7],[8]
Bu öz ve kısa ön açıklamadan sonra asıl meseleye değiniyoruz. Şia, kendi kültüründe Peygamber (s.a.a) ve şeriat, tefsir, ahlak, siyaset vb. tüm alanlardaki öğretilerine çok önem vermektedir; çünkü Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”[9] “Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasak ettiyse ondan vazgeçin.”[10] Şia’nın dini kaynak ve referanslarına müracaat eden her insaflı insan Şia’nın ikinci dini kaynak ve referansının Peygamberin (s.a.a) sünneti olduğunu[11] görecektir. Çok açık olduğu üzere bu mesele aşağıdaki gibi önemli noktaları beyan etmektedir:
1. Bu mesele, Şia’nın Peygamber için duyduğu saygı ve kutsallık ve üstünlüğü yansıtmaktadır. Bu da onun bizim ile Allah arasında tüm hususlarda vasıta olması nedeniyledir.[12]
2. Şia tüm çaba ve çalışmasını Peygamberin (s.a.a) sünnetini korumak ve muhafaza etmek – sünnetin tedvini ve onun şerhi ve açıklaması- için harcamıştır. Âlimlerimiz bu alanda (hadis külliyatları tedvin ederek) ilk asırlardan şimdiye dek büyük çabalar sarf etmiş ve etmektedir. Dört kitap, Biharu’l-Envar, Vesailu’ş-Şia, Müstedrekü’l-Vesail gibi hadis ve rivayet külliyatlarına müracaat etmek bu iddianın ispatı için yeterlidir.
3. Şia’nın işlemediği ve inceleyip tahlil etmediği Peygamberin (s.a.a) hayatından hiçbir merhaleye rastlamak mümkün değildir. Bu hususun kanıtı, bu alandaki kitapların varlığıdır.[13] Eğer Şia alimlerinin bu alanda İslam kültürüne ve Müslüman topluma yaptığı hizmetlerini sayacak olursak, detayları nedeniyle bu fırsatta hakkını eda edemeyiz. Şia âlimlerinin Allah Resulü’nün sünnetini koruma ve yaymada göstermiş oldukları ve henüz gösterdikleri çabaların çok olmasına rağmen, Şia bunun önemi nedeniyle bu halde dahi o yüce şahsiyet karşısındaki çabalarını naçiz bilmekte ve kendini kusurlu saymaktadır. Eğer tüm alem ellerindeki bütün imkanlar ile bir araya gelse bile bu şahsın hakkını eda edemez.
4. Ama soru metninde dua ve ziyaret duaları ilgili olarak belirtilenler hakkında şöyle söylemek gerek: Şia dua ve ziyaret dualarında imamlara daha çok özen göstermemektedir. Bu mesele, aşağıdaki hususlara dikkat etmemiz durumunda açıklığa kavuşacaktır.!
1. Az da olsa bir bölümünde Peygambere yer vermeyen bir dua ve ziyaret duası bulmak mümkün değildir.
2. Mefatihu’l-Cenan’ın ilk duasında Allah’a hamd ve sena ettikten sonra dua edenin yedi defa “Ey Muhammed ve Muhammed’in ailesinin Rabbi, Muhammed ve ailesine selam et ve Muhammed ailesinin kurtuluşunu çabuklaştır ” diye söylemesi tavsiye edilmiştir. Bundan dolayı biz bu meselede bu tavsiyeye uyuyoruz.
3. Fecir namazının takibatında yüz defa şöyle söylenmesi belirtilmiştir: “Allah’ın selamı Muhammed ve Muhammed’in ailesinin üzerine olsun.” Bu duada aynı şekilde şöyle yer almıştır: “Ey Allahım Muhammed ve Muhammed’in ailesinin hakkı için senden diliyorum…”
4. Pazar günü duasında şöyle okumaktayız: “O halde sana çağıran en yüce yaratık olan Muhammed’e selam söyle.”
5. Aynı şekilde Salı günü duasında şöyle yer almaktadır: “Ey Allahım peygamberlerin sonuncusu Muhammed’e selam söyle…”
6. Çarşamba günü duasında şöyle yer almaktadır: “O halde peygamberlerin sonuncusu Muhammed ve temiz ehli beytine selam söyle. Muhammed’in şefaatini rızkımız kıl ve onunla birliktelik ve beraberlikten bizi mahrum kılma…”
7. Cuma günü duasında şöyle yer almaktadır: “Allah’ın selamı Muhammed ve ailesinin üzerine olsun. Ey Allahım bizi onun takipçisi ve taraftarlarından karar kıl ve onun zümresiyle haşır et.”
8. Cuma günü amellerinde şöyle yer alır: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Resullerin efendisi, peygamberlerin sonuncusu, âlemlerin Rabbinin hücceti, … her afetten arı ve münezzeh, her kusurdan beri, kurtuluş için arzu, şefaat için ümit olan ve kendisine yönelmenin Allah’ın dinine yönelmek sayıldığı Muhammed’e selam olsun. Ey Allahım onun temelini şerefli kıl, burhanını büyük tut ve derecesini yükselt…”
9. Aynı şekilde onun ziyaret duasında şöyle yer almaktadır: “Allah dışında bir tanrı olmadığına ve senin Allah’ın elçisi olduğuna şahadet ederim…”[14]
Fırsat darlığından çok az beyan edilen örneklere ek olarak, Mefatihu’l-Cenan kitabına müracaat edildiği takdirde aşağıdaki örnekleri de müşahede edeceğiz:
1. Nurlu Medine’deki Peygamberin (s.a.a) ziyaret duası
2. Nurlu ağıt amelleri
3. Peygamberi (s.a.a) uzaktan ziyaret etme duası
4. Cuma günleri Peygamber (s.a.a) ve imamları (a.s) uzaktan ziyaret etme duası
5. Peygambere (s.a.a) salavat ve selam göndermenin fazileti
6. Peygamberin (s.a.a) vedası
7. Medine ziyaretçilerin riayet etmesi gereken adaplar.[15]
Kamilu’z-Ziyarat kitabının yazarı, kitabına Allah Resulü’nü ziyaret etmenin fazilet ve sevabını zikretmekle başlamıştır. Aynı şekilde Mezar kitabının yazarı da kitabında Peygamber (s.a.a) için dört ziyaret duasına yer vermiştir.[16] Bunlar, Şia’nın Allah Resulü’ne (s.a.a) duyduğu ilgi ve özeni ve de onun imamlardan daha üstün ve faziletli olduğunu göstermek için bir takım numunelerdir. Çok açık olduğu üzere araştıran bir insan Şia kaynaklarına müracaat ederek Şia’nın Peygambere (s.a.a) yönelik sevgisinin imamlardan çok daha fazla olduğunu görecektir. Özellikle de dikkat ve özen ile bakacak olursa, tüm masumlar ile şehitlerin efendisi Hamza, Cafer-i Tayyar ve Selman-i Farisi gibi sahabelerin büyüklerinin içinde bulunduğu kefenin Peygamber karşısında yer aldığında karşı kefeye oranla daha hafif kaldığını müşahede edecektir. Kalan ve dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da şudur: Neden İsra ve Miraç gecesinin müstehap amellerinde İmam Ali’ye ait ziyaret duası yer almaktadır? Hâlbuki bu meselenin (Miraç) Allah Resulü’ne (s.a.a) özgü olduğu bilinmektedir. Bu sorunun cevabı belirtilen hususlar sayesinde açıklığa kavuşmuştur. Bu, Şia’nın İslami yıl dönümlerden imamları ve özellikle de İmam Ali’yi (a.s) anmak için en güzel şekilde istifade etme geleneğinden kaynaklanmaktadır. İmamların (a.s), Hz. Ali (a.s) için bu yıl dönümlerde bir takım ziyaret duaları hazırlamalarının sebebi de budur. Elbette bu hususun belirtilen yıl dönüme özgü olmadığı ve hatta Peygamberin peygamberliğe seçilme yıl dönümünde bile İmam Ali (a.s) için dua okunduğu[17] hatırlatılmalıdır.
[1] Biz burada bu ayet ve hadisleri beyan etme konumunda değiliz. Bunun için Allame Emini’nin el-Ğadir eseri ve diğer hadis kaynaklarına müracaat edebilirsiniz.
[2] Meclisi, Biharu’l-Envar, c. 45, s. 138; Emin, Seyid Muhsin, Levaicu’l-Eşcan, s. 243.
[3] Ali İmran, 61; tefsirlere müracaat etmeyle herkesin görüş birliğiyle ikinci “özlerimiz”’den maksadın Ali b. Ebi Talib olduğunu söylediklerini göreceksiniz.
[4] Daha fazla bilgi için Allame Emini’nin el-Ğadir eserine müracaat edin.
[5] Nehcü’l-Belağa, h. 192, Kasie Hutbesi.
[6] a.g.e.
[7] Bkn: İlahiyat, Süphani, Cafer, c. 2, Bahs-i Nübüvvet ve de nübüvvet ve masumiyet hakkında yazılmış kitaplar.
[8] Şia, Peygamberin (s.a.a) hem risaleti ulaştırmada ve hem de diğer alanlarda masum olduğuna inanır. Ehli Sünnet kardeşler ise bunun aksine Peygamberin (s.a.a) sadece risaleti tebliğ etmede masum olduğuna inanır.
[9] Ahzab, 21.
[10] Haşr, 7.
[11] Şia’nın bakışında sünnet sadece Peygamberin (s.a.a) söz, fiil ve tavrıyla sınırlı değildir ve Ehli Beytin (a.s) söz, fiil ve tavrını da kapsamaktadır. Bunun mukabilinde Ehli Sünnet, sünneti sadece Peygamberin (s.a.a) söz, fiil ve tavrıyla sınırlı tutmaktadır. Bu, Şia’nın bakışıyla Ehli Sünnet bakışı arasındaki farklı noktalardan biridir. Şia’nın bakışında sünnetin genişlemesini sağlayan husus, masumların (a.s) masumiyetidir. Peygamberin (s.a.a) sünnetini dinin bir kaynağı olarak almamızı gerektiren masumiyet, Ehli Beyt’e de yönelmemizi gerekli kılmaktadır. Başka bir ifadeyle sünnet alanındaki tartışmamızın ekseni, masumların (a.s) sünnetidir. Bu kavramın (masum) örneği olan herkesin söz, fiil ve tavrı bizim için bir kaynak olarak kabul edilirdir. Bkn: Hadevi Tahrani, Mehdi, Ders-i Haric-i Usul, Defter-i Pencom.
[12] Bkn: Usul-i Fıkh-i Mukarin, Hekim, Seyid Muhammed Taki, Fasl-ı Hücceyet-i Sünnet.
[13] Bkn: ez-Zaria, Tahrani,, Şeyh Ağa Bozorg; Mocem-i Ma Kutibe Ani’r-Resul ve Ehli Beytihi, er-Refai, Abdülcebbar.
[14] Mefatihu’l-Cenan, s. 314, 315, 326, 335, 336.
[15] a.g.e.
[16] Meşhedi, Mezar, s. 55-76.
[17] Bkn: Mefatihu’l-Cenan, 380.