Please Wait
7860
Görünür ve zahiri alemde insanların çoğu ilahi fıtratlarındaki misakı ve sözleşmeyi unuturlar. Allah tarafından kendilerine bağışlanan vücudu ve varlığı kabul ettiklerini hatırlamıyorlar. Kendilerine yönelik olan kendi yaşamlarının zorunlu olduğunu sanırlar. Oysaki gafletin perdelerinin kenara itilmesi, kendi vücudunun bütün boyutlarına yönelik marifetinin ve bilgisinin fazlalaşmasıyla tedrici olarak hatırlayacaktır ve varlığının sorumluluğunu üstlenecektir. Bununla birlikte insanın kalbinin en derinliklerinden kendisinin kendi varlığına âşık olduğunu anlamanın en açık yolu hiçbir zaman ilahi olan bu bağışın (vücudun) elden vermeye hazır olmamasıdır. Hiç kimse kendi varlığını elden vermeye hazır değildir. Bu onun ne kadar varlığına âşık olduğunu ve Allahın da ona vermiş olduğu bu vücut onun bu aşkı doğrultusunda gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir.
İnsan ruh, zihin ve cisim olmak üzere üş unsurdan şekillenmiştir. İnsanın ezelde Allah ile gerçekleştirdiği sözleşme ve misak, başka bir beyanla insanın Allah ile olan vücutsal ilişki cisim ve zihninin ötesindedir. (Allahın evliyaları bu durumdan müstesnadırlar zira onlar bu durumdan haberdar olmuşlardır). Buna binaen çoğu zamanlarda insan unutkanlığa müptela olur. Fıtri olan misak ve sözleşmesini unutur. Peygamber ve Allahın velileri (evliyaullahlar) zikirden dolayı bu makamı hatırlamış kimselerdir. Onların tüm uğraşları diğer insanları da asıl ve hakiki yerlerine döndürüp oraya yerleştirmektir.
Dünyaya gelen her insan aslında daha dünyaya gelmeden önce vücut feyzini kabul etmiştir. Sonuç itibariyle de kendi fıtratsal kemalinden haberdar olacaktır. Hayata temayül etme, var olma ve vücut bulma insanın en zati ve doğal temayüllerindendir. Tüm vücuduyla istemektedir. Hata kendi yaşamlarında sorunlara maruz kalan insanların çoğu bile diğerlerinden daha fazla yaşama âşık olduğundan dolayıdır. Zira bunlar görünürde var olan şartlarda kendi bu aşklarına cevap bulamadıklarından dolayı görünürde var olan her şeyden ümitsiz olmuşlardır. Asıl itibariyle bunlar görünürdeki şartlardan ümitsiz olmuşlardır. Vücudun kendisine ve Allahtan ümitsize düşmemişlerdir.
Belki de manevi bir bakışla şöyle diyebiliriz ki zahiri ve görünürdeki bu dünyaya olan ümitsizliğin kendisi içindeki Allaha dönme başlangıcı olabilir. İnsanın yalnızlıkta Allah ile dost olma ve Allah'ı kendi iç dünyasında bulmak için en uygun bir zaman olduğu gibi. Buna rağmen çoğunlukla insanlar Allaha en çok ihtiyaç duydukları vakit Allah tan kaçarlar.
Buna binaen varlığı ve vücut şeklindeki bağışı inkâr etmek fıtri olamayan bir halettir. Dış, fer'i ve arizi etkenler ve amiller tarafından insana ilka edilmektedir. Hata intihara başvuranlar bile fıtri olarak yok olmayacaklarını bilirler. Onların intihardan bekledikleri tek hedef karşılaşmış oldukları sorunlardan kurtulmak ve istenilen bir asayişe varmaktır. Oysa onlar bu eylemeleriyle kendilerini işlerini daha da zorlaştırıyorlar.
İnsanın kendi yaşamında karşılaştığı zorluklar ve sorunlar, karşılaştığı bütün çetinlikler ve onların tahammülü onun vücutsal değerinin oranındadır. Onu beklemekte olan son saadete karşı tahammül ettiği bütün bu zorluklar çok hafif gelmekte ve çok azdır. Öyle ki bu mertebe (nihayi kemal) insan için hasıl olduğunda insanın çekeceği hasret şöyle olacaktır: Keşke daha erken kendimi tanımış olsaydım ve karşılaştığım dünyevi zorluklara karşı daha fazla sabır etmiş olsaydım.
Kesinlikle bilinmelidir ki cehaletin perdeleri kenara itildikten sonra ve insanın kendisine ve Allaha yönelik olan bilgisi ve marifeti fazlalaştığında insanlardan hiç kimse vücutsal olan bu bağışı inkâr edemez. Ama görünür olan bu dünyada kendilerine yönelik olan bilgilerinin zayıflığından ve içsel âlemlerindeki rıza, teslimiyet, rızvan ve cennet makamından uzak kaldıklarından ötürü varlıklarının şükranını yerine getirmekten uzak kalmış ve hakkını eda edemiyorlar.
Bilmeliyiz ki sahip olduğumuz vücutsal nimet ve insanın varlık âleminde sahip olduğu konum Allahın halifesi olmasıdır. Yeryüzü ve gökyüzü ve meleklerin tümü insana secde etmiş olmalarıdır. Eğer insan yaşamının serüveninin bir bölümünde kendisine bağışlanmış olan vücudunun icbari ve mecburi olduğunu his ederse bu sadece vücudunun metafiziksel boyutlarından perdelendiğinden dolayıdır. Bu perdeler de onun unutkanlığından kaynaklanmıştır. Zikir gücüyle unutkanlıklarını ve gafletlerinin perdelerini kenara itmeleri gerekir. Allahın has kulları gibi Allahın kendisiyle sözleştiği ve ondan misak aldığı, misak verdiği ve âşık olduğu günü yani "elestü bi rabbiküm=ben sizin rabbiniz değil miyim" (zer aleminin) gününü hatırlatmaya çalışmalılar.
"Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir".[1]
Çok sade ve basit bir mantıkla bu konuyu şöyle ortaya koyabiliriz: her hayrın vücudundakine karşın âdem ve yokluk onun şerri sayılır. Her hayrın mebdei ve başlangıcı olan vücudun kendisi saf yokluğuna (ademi mutlak) karşı mutlak ve saf hayırdır. Buna binaen tarafın birisinde sırf ve saf vücut var olmakta diğerinde ise âdem ve sırf yokluk karar almış ki mutlak şerdir. Hal böyle olunca âdem ve yokluk tarafını diğer tarafa tercih etmek mutlak şerri mutlak hayra tercih etmek anlamındadır. Bu zahiri dünya hayat ve vücudunun gereksinimi olan bu zorluklar bu tercih için bahane ve bir delil olarak gösterilebilinir. Ama bu dünyanın neticesinde insanın varacağı büyük hayırlara kıyasla bu sorunlar ve zorluklar bile hayır sayılır.
Buna binaen yokluk ve ademi vücuda tercih edilmesi, gaflet ve daha sonra insanın varacağı kemallerden gafil kalmak neticesinde ancak olabilir. Aynen bir çocuk gibi. Çocuğun sağlığını koruma altına almak için kendisi için uygun görülen aşı'nın kendisi için neleri sağlayacağından habersiz olduğu için hastalığa müptela olmayı ine ve aşıya tercih eder. Dolayısıyla inenin getireceği hafif ağrıdan kaçıyor. Oysaki onun bu tercihi onun fikirsel buluğa ulaşmadığı çocukluk fikri ve cehaletinden kaynaklanıyor. Kesinlikle bu çocuk fikirsel buluğa ulaştıktan sonra böyle bir kararı teyit etmez. Bu nedenle Allah kendi kulları ve yaratıklarının maslahatını ve nelerin kendileri için zararlı ve mefsede olduğunu daha iyi bilir. O onlara karşı, onların kendilerine karşı şefkatli olduğundan onlardan daha şefkatlidir.
Yazılan bütün bu konuların ötesinde şu noktanın hatırlatılması gerekmektedir: İnsanın yaratılışın aslı sadece Allah tarafından bir lütuftur ki insana nasip olmuştur. Ta insan bu lütuf sayesinde ve gölgesinde varlık âlemindeki kemal derecelerine ulaşsın, İlahi nimetlerden yararlansın. Allaha karşı hak sahibi olsun ve hak iddia etsin değildir. Ev sahipliğini yapıp sofrasını açmış bir kısım insanları sofra üzerinde dizmiş olduğu nimetlerden yararlanmak için davet etmiş bir kimsenin misali gibidir. Böyle bir durumda eğer birisi çıkıp kendi isteğiyle ben sofranın üzerinde dizilmiş nimetlerden yararlanmıyor, kendini aç bırakıyor ve gerçekleşen bu açlık neticesinde telafisi mümkün olmayan çeşitli ve farklı hastalıklar bu kişiye hamle ederse sofra sahibine işkal edilebilinir mi? Neden bunu bu sofraya davet ettiniz diye onu sorgulaya biliyor muyuz?[2] Acaba davet edilmiş olan bu misafirin kendisi ev sahipliğini yapanı suçlayabiliyor mu? Onu, neden beni bu sofranın üzerine davet ettin diyerek sorgulama hakkına sahip olabiliyor mu? Bu nedenle insan ile Allah arasında var olan tekvini ve doğal rabıta ve ilişki yaratıcı ve yaratılan, vücut ile âdem arasındaki ilişki ve rabıta türündendir. İnsanın tüm varlığı Allah tarafındandır. Bu bakış açısıyla bakıldığında insanın Allah üzerinde hiçbir hakkı yoktur. Aksine Allahın sevgisel iradesi, kerem, fazlı ve lütfüdür. Allahın sevgisel irade (irade'i hubbi) insanın yaratılmasına neden olmuştur.[3] Allahın insana olan bu sevgi insanı Allahın sıfatlarının halifesi edecek dereceye kadar yukarılara çıkmıştır.
İman anlayışına sahip olan bir tefekkür ve anlayışta insan Allahın eninde yer alıp Allahtan bağımsız ve yaratıldığını inkâr edecek bir varlık değildir. Bu anlayış sadece hümanist bir anlayışında tasavvur edilebilinir. Zira bu anlayışta kalptaki Allaha olan inancı inkâr ediyor. Allaha inançları olsa bile Allaha olan kalbi bir ilişkileri yoktur ve kendi varlıklarını bağımlılığın aynısı olduğunu kabul etmiyorlar.
Esintilerimiz ve oluşlarımız senin vergindendir
Nimetlerinin lezzetini geri alma
Nakl u bade ve camını geri alma,
Ger alırsan kimdir araştıracak.
Nakiş ve nakış edici güç etirirse[4]
[1] Araf, 172.
[2] Turhan, Kasım, "Nıgerişi İrfani-Felsefi Ve Kelami Bı Şahsiyet Ve Kıyam İmam Hüseyin", Kum: neşri çılçırağ, 1388, s. 264. Daha fazla bilgi edinmek için aynı kitabın "ihtiyar der hadise kerbela" faslına müracaat ediniz.
[3] "küntü kenzen mahfiyen, fe ahabebtü en ü'ürefe, fe halektü el-halke li key ü'ürefe" yani "ben gizli bir hazine idim, tanınmak istedim, yaratıkları tanıyayım diye yaratım"; "Biharu'l – Envar", Beyrut: müesesei el – vefa, 1404 k. c. 84, s. 344.
[4] Bad-ı ma bud-i ma ez dad-i tust
Hestiyi ma cümle ez tust
Lezzeti enam-i hud ra vamekgir
Ger bigiri kist cüstücü koned,
Nekş-u nekaş çün niru koned
Men ger ender ma me kon der ma nezer
Ender ikram ve sehayi hud ne ger,
Ma ne budim ve takazayı ma nebud
Lütfi to na gofte ma miş neved,
nakş baş ed piş nekş başed pişi nekaş ve kalem.
Aciz ve beste çün kodek der şıkem.
"Mesnevi Manevi", defteri evel, s. 31.