Please Wait
8921
Şii inancına göre Peygamber Efendimizin (s.a.a), vefat ettikten sonra fiziki olarak maddi alemle irtibat kurmasının ve onu müşahede etmesinin imkanı yoktur, ama Allah’ın bu büyük elçisinin takipçileriyle manevi irtibat kurması mümkündür. Peygamberimizin şu anda dünyadan ve onda olup bitenlerden haberi vardır; Efendimiz selam ve ziyaretlerimizi kesinlikle duymakta ve bunlar birçok faydalar da sağlamaktadır. Vahhabilerin delil diye getirdikleri söz konusu iki ayet ve benzeri ayetler onların iddialarının aksini ispat etmektedir. Kur’an, şehidlerin ölmeyip aksine yaşadıkları, Allah katında rızıklandıkları ve dünyadaki yakınlarıyla manevi irtibat halinde oldukları örneğini ve daha başka örnekleri getirerek ölülerle irtibat kurmanın mümkün olduğunu ispatlamaktadır. Hem şehid olan, hem de makamı diğer şehitlerden daha üstün olan Peygamberimizinde böyle bir şeyden mahrum olacağı düşünülemez.
Konun daha iyi anlaşılabilmesi için her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bazı vahhabi mübelliğler Kur’an’ın bazı ayetlerini yanlış yorumlamakta, iddialarının aksine olan ayetleri ve sahih nebevi hadisleri göz ardı ederek akidelerini ispat ve başkalarına dayatma peşindeler. Ama Ehl-i Sünnetten insaflı olanlar onları reddediyorlar. [1]
Bu bağlamda onlar, Resul-i Ekrem’i (s.a.a) vefatından sonra herhangi bir etkiye sahip olmayan, bugünkü durumlardan habersiz bir kimse olarak görmekte, bu yüzden ziyaret ve şefaatinin de faydasız olduğunu söylemekteler. [2] Bu akidelerinin mantıklı olduğunu göstermek içinde soruda geçen iki ayeti güya delil olarak sunmaktalar.
Dolayısıyla ilk olarak yukarıdaki ayetleri analiz edip, onların bu ayetlere dayanarak iddialarını nasıl ispat etmek istediklerini anlatacak daha sonra bu iddialarına cevap vereceğiz. Son olarakta Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra bile bu alemi gördüğüne dair ayetleri delil olarak sunacağız:
1- Vahhabilerin delil olarak getirdikleri ayetlerin incelenmesi:
1-1) Bakara/259, viran olmuş, kimsenin yaşamadığı bir şehiri gördüğünde, meadı inkar etmeden bu duruma şaşıran, toprak yığınlarının altında kalan ölülerinin nasıl dirileceği sorusu aklına takılan kimse hakkındadır. [3]
Bunun için Allah onu yüz yıl ölü olarak saklamış sonra diriltmiştir. Dirilttikten sonra orada kaç gün kaldığını sorduğun da ‘Birgün veya onun bir kısmı’ diye cevap vermiştir.
Vahhabiler diyorlar ki: ‘O şahıs yüz yıl boyunca bu dünyadan habersiz kaldığı için Allah’ın sorusuna ‘Birgünden az’ diye cevap vermiştir. Öyleyse insanlar öldükten sonra zamanın nasıl geçtiğini anlamadıkları halde başkalarına nasıl etki edip ve fayda verecekler? Dolayısıyla ölülerle konuşmak abesle iştigaldir.’
1-2) Maide/116-117’de ise Hz. İsa’nın (a.s) Allah’ın kendisinden soracağı ‘Ey Meryemoğlu İsa, sen misin insanlara, Allah'ı bırakın da beni ve annemi iki tanrı edinin diyen?’ soruya karşılık ‘Hakkım olmayan bir sözü söyleyemem ki ben. Böyle bir söz söylediysem elbette bilirsin bunu. Benim içimde ne varsa hepsini mutlaka bilirsin sen. Fakat ben, senin bildiğini bilemem; içlerinde bulundukça onları gözetirdim, korurdum, fakat beni aldıktan sonra onların ne yaptıklarını sen gördün...’ şeklinde verdiği cevap anlatılmaktadır.
Vahhabiler bu iki ayete dayanarak Peygamberlerin ümmetlerine yalnızca hayattayken ve onların içinde oldukları sürece nezaret edebileceklerini, öldükten sonra hiç bir şeyden haberlerinin olmadığını, bu yüzden onlarla konuşmanın ve bir şey istemenin manasız ve boşuna olduğuna inanmaktalar.
2- Vahhabilerin bu ayetlere yaptıkları yorumları ve iddialarını nasıl ispat etmeye çalıştıklarını gördükten sonra bunların cevaplarına geçelim:
2-1) Birinci ayet hakkında demek gerekir ki Allah, insanları daha bu dünyada yaşarken bile belli bir bilinç seviyesinde tutmamıştır. Uyanıkken ve düşünürken çevresine karşı bir bilgisi vardır. Ama bir köşeye çekilip istirahat ettiğinde çevresindeki bir çok olaydan haberi olmaz. Uykuya daldığında ise bilinci en alt seviyeye iner. Bununla birlikte insan, yukarıdaki durumların tümünde yaşamaktadır. Şiiler bütün ölülerin aynı seviyede olduklarını söylemiyorlar. Allah, onları kendisinin uygun gördüğü konumlarda tutar. Öyleki ister iyilerden olsun ister kötülerden kimileri yaşayanlar gibi hatta onlardan daha fazla bir bilinç ve bilgiye sahipken, kimileride en azına bile sahip değillerdir. [4] Şehidlerin yaşadığı konuya bir sonraki bölümde ayrıca değineceğiz.
Buna göre Allah Teala, doğal olarak ölülerin diriltilmesi hakkında az bir şaşkınlığa düşen kalbi imanla dolu kimseye kudretini göstermek için uzun süreliğine dünyayla irtibatını kesmeli, sonra bu irtibatı yeniden kurarak onun yakinini meada karşı çoğaltmalıydı. Ancak bu olaya bakarak ‘Dünyadan göçüp giden herkesin dünyadan irtibatı kesilir.’ diye bir genelleme yapamayız. Aksine ileride de göreceğimiz gibi Allah bazı insanlara -şehidlere şehadetlerinden sonra vermesi gibi- bu gücü vermiştir.
Ayrıca Allah söz konusu ayette bile iki çeşit tutum sergilemiştir. Yani tamamen eşit şartlar altında o şahısın eşeği bu süre zarfında çürümüş ve geriye sadece kemikleri kalmışken yiyeceği bozulmamıştır.
Şimdi sizden soruyoruz: Acaba Allah, Peygamber (s.a.a) gibi birini vefatından sonra bile kendisiyle kulları arasında vasıta edemez mi? Nitekim dünyadan göçmeden önce Allah’la kulları arasında böyle bir vasıtalık birçok yerde vuku bulmuştur. [5] Böyle bir durum İslam akaidi ile tezat teşkil edebilir mi?
2-2) Bir insan fiziki varlığıyla topluma etki edebilir, insanlarla oturup kalkabilir, onları iyiliğe davet edip, kötülükten sakındırabilir. Bazı kimselerin fiziki varlıklarının yanı sıra manevi varlıklarıda etkilidir. Birçok Ehl-i Sünnet muhaddis ve müfessirinin de naklettiği bir rivayette Peygamberimiz (s.a.a) kendi manevi huzuru hakkında şöyle buyuruyor: ‘Ben, ancak bir ayda ulaşılacak mesafede olan düşmanlarıma galip geldim. Bunun nedeni, Allah’ın onların kalbine saldığı korkudan dolayıdır.’ [6]
Peygamberlerin ölüm, yolculuk, hapse düşme vb. gibi nedenlerden dolayı toplumla olan fiziki varlıklarının bağı kopmaktadır. Ama neye dayanarak böyle şeylerin onların manevi bağlarını da kopardığını söyleyebiliriz?
Maide suresinde Hz. İsa’dan (a.s) nakledilen şey, Onun yalnızca fiziki varlığının sona erdiğini gösterir. Oysa müfessirlerin çoğuna göre bu irtibatın kesilmesi Onun ölümünden dolayı değildir. Çünkü Müslümanların geneli İsa (a.s)’ın yaşadığına ve ahir-i zamanda fiziki olarak yeniden döneceğine inanmaktalar. [7] Bu esasa göre Hz. İsa’nın (a.s) söyledikleri Onun manevi huzurunun olmadığı manasına gelmez. Sadece fiziki olarak etki ettiği şeylerde artık etki edemeyecek ve direkt olarak takipçilerinin batıl akidelerine engel olamayacaktır. Onun (a.s) Allah’a: ‘Ölümümden sonra takipçilerime yalnızca sen nezaret edeceksin’ diye arzetmesi manevi nezaretinin de son bulduğu manasına gelmez. O, insanın amellerine, melekler ve Peygamberlerin ötesinde gerçekte yalnızca Allah’ın nezaret ettiğini kastediyor. Kur’an’da ki birçok ayet bu gerçeği ortaya koymaktadır. Örneğin, Peygamberimizin (s.a.a) bazı eşlerini kınayarak eğer eziyetleri sürerse Allah’ın tek başına Onu destekleyeceği, Allah’ın yanı sıra Cebrail, imanlı kişiler ve meleklerinde destekleyeceği, şeklindeki ayetlerde bu türdendir. [8] Nasıl ki ayetteki sınırlama gibi görünen ‘Allah'tır onun yardımcısı’ ibaresi Cebrail’in, meleklerin vs. velayet ve desteğini geçersiz kılmıyorsa Maide suresinde ki ‘Beni aldıktan sonra onların ne yaptıklarını sen gördün’ ibaresi de Hz. İsa’nın (a.s) manevi nezaretinin son bulduğuna delil olmayacaktır.
Yukarıda söylenenlerin yanı sıra şunuda unutmayın ki, Peygamberin zamanında yaşayan yüz binlerce Müslümandan çok azı direkt olarak Peygamberimizi görme, isteklerini bildirme ve şefaat dileme imkanına sahiptiler. Kaldı ki, Kur’an-ı Kerim’de o çok az sayıdaki kimselere de Peygambere (s.a.a) haddinden fazla rahatsızlık vermemeleri, Onu (s.a.a) normal yaşamından alıkoyacak şeyleri yapmamaları tavsiye edilmiştir. Çünkü böyle şeyler Ona (s.a.a) sıkıntı vermekteydi; Onun da (s.a.a) hayası insanları etrafından dağıtmasına engel olmaktaydı. [9] Ama bir taraftan Kur’an’ın günah işlendikten sonra Peygambere (s.a.a) müracaat edilmesini tavsiye etmesi, [10] diğer taraftan bütün Müslümanların Peygamberin (s.a.a) vefatından sonra ve hayattayken bile Müslümanların çoğunun kendisiyle fiziki irtibatları olmadığı için direkt istekte bulunamadıkları gerçeği göz önüne alındığında neredeyse Müslümanların tamamına yakınının Peygamberle manevi bağının olmaması, Allah’ın böyle bir irtibatı herhangi bir şekilde sadece belli kişilerle, hatta iman ve itikatta başkalarına göre daha zayıf olanlarla sınırlaması adil bir durum mudur? Şiiler, Masum İmamların öğretilerinden yola çıkarak Onlarla şimdi bile böyle bir irtibatı kurabileceklerine ve şefaatlerine nail olabileceklerine inanmakta, bu konunun Peygamberimizle (s.a.a) bile sınırlı olmadığını diğer velilerin, şehidlerin de amellerimizi gördüklerini söylemekteler. [11]
3- Her ne kadar bu alanda vahhabilerin şüphelerine yeterli cevap verildiyse de konuyu tamamlamak ve sizin daha fazla mutmain olmanız için şu anda bizimle dünyada olmadıkları halde yaşayan kimselerin olduğunu söyleyen birkaç ayeti getirip konuyu kapatacağız:
3-1) Allah Teala, Kur’an’da Peygamberimize (s.a.a) ‘Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor: Rahmandan başka kulluk edilen mabutlar yarattık mı?’ [12] diye hitap etmektedir.
Şimdi soruyoruz: Peygamberimiz, bir şeyi geçmişte vefat eden peygamberlerden nasıl sorabilir? Ehli Sünnet müfessirlerinin geneli Peygamberimizin bu soruyu miraç gecesinde geçmiş peygamberlerden sorduğuna inanmaktalar. [13]
Buna göre onlar belli bir tür yaşam şekline sahip oldukları için Peygamberin (s.a.a) sorusuna cevap vermişlerdir. Öyleyse böyle bir yaşam şekline şu anda bizim peygamberimizde neden sahip olmasın ki?
3-2) Allah bir ayette [14] Peygamberimize (s.a.a), Hz. Musa’ın (a.s) kıssasını anlattıktan ‘onunla görüşme yapmak’ hususunda şüphe etmemesini buyurmaktadır. Kimi müfessirler ayetteki zamirin Allah’a ait olduğunu, ‘Onunla görüşme’nin ‘Likaullah’ olduğunu söylemiş olsalar da, birçok müfessir şöyle tefsir etmiştir: Allah Teala, Peygamberimize (s.a.a) vefatından önce Musa’yla (a.s) görüşeceği müjdesini vermişti. Ardından miraç gecesinde bu görüşme gerçekleşti. [15]
Hangi tefsirin doğru olduğu konusunu bir kenara bırakırsak hiç bir Ehl-i Sünnet alimi Hz. Musa (a.s) vefat etmesine rağmen böyle bir görüşmenin gerçekleştiğini reddetmemiştir.
Kur’an-ı Kerim ölülerle görüşme imkanı olduğunu söylediğine göre kabirleri ziyaret etmek ve ölülerle manevi bağ kurmak şirk ve bidat olabilir mi?
3-3) Kur’an bir başka yerde imanlı bir kişinin dünyadan göçer göçmez Allah’ın özel inayetine mazhar olduğunu ve şöyle dediğini bildirir: ‘Keşke kavmim Rabbimin beni bağışladığını ve yüce derecelere ermişler arasına kattığını bilseydi?’ [16]
Bu sözün kıyamete ait olmadığı bellidir. Çünkü kavmi orada onun cenette gireceğini gözleriyle göreceği için böyle bir arzuda bulunmasının manası yoktur. Bu söz bu imanlı kişinin berzahına ait olup kavminin onun bu durumundan haberi yoktu. Ehl-i Sünnet müfessirlerinin çoğu onun bu arzusunun gelecekten haber vermek değilde geçmişe ait olduğunu söylüyorlar. [17] Acaba vahhabilere göre Peygamberimizin değeri -haşa- o imanlı kişiden daha mı az ki, o böyle bir şuur ve hisse sahip olduğu halde Peygamber Efendimiz bunlara sahip olmasın?
3-4) Bazı ayetlerde Allah yolunda öldürülenlerin ölüler olmadıkları, aksine bazıları anlamasa bile onların diri olduklarını, Allah’ın yanında rızıklandıklarını, [18] şehidlerin kendi arkadaşlarıyla manevi irtibat kurduklarını ve onları korkmamaya, üzülmemeye davet ettiklerini, Allah’ın iyilere sevap verceğini bildirmektedir. [19]
Peygamberin (s.a.a) yaşadığı ve Onunla manevi irtibat kurma imkanı olduğunu aşağıdaki ayetlerden rahatlıkla çıkarılabilir:
a) Kur’an, Peygamberlerin ve sıddıkların makamlarının şehidlerin makamlarından daha üstün olduğunu buyurmaktadır. [20]
Dolayısıyla şehidler, şehid olduktan sonra yaşadıklarına göre makamları onlardan üstün olan Peygamberlerin yaşaması şaşılacak şey mi?
b) Diri olmayı şehidlerle sınırlasak ve Peygamberlerin diri olmadıklarına inansak bile çoğu Şiiye ve Ehl-i Sünnete göre Peygamber Efendimiz zehirlendiği için şehittir. [21]
Dolayısıyla Peygamberimizde amellerimizi gören yaşayan bir şehittir ve bizimle manevi irtibat kurma imkanına sahiptir.
Vahhabilerin şüphesi Ehl-i Sünneti bile ikna edemediği için Onları, ziyarete gitmekten ve manevi bağ kurmaktan alıkoyamamıştır.
Vahhabilerin sorunu, ayet ve rivayetleri dikkatlice incelemek yerine onların zahiriyle yetinmeleridir. Bunun sonucunda düşüncelerinde bir nevi donukluk ve şartlanmışlık meydana gelmiştir. Öyle ki, ölülerle irtibat kurma hakkında olan kesin ve inkar edilemeyen rivayetleri kabul etmekteler. Örneğin Peygamberimizin Bedir’de ölen kafirlerle konuşmasını inkar edemiyorlar. [22] Ve inanıyorlar ki mezarlıktaki ölüler mezarlarının yanından geçen kimselerin ayak seslerini duyuyorlar. [23] Hatta Peygamber (s.a.a) kendisine selam verenlerin selamlarının cevabını verdiğine de inanıyorlar. [24] Ama selamın cevabını veren Peygamberin, Allah’la kulları arasında vasıta olabileceğini itiraf edemiyorlar.
[1] -2143. (Site:2261) ve 4889. (Site:5777) sorular Ehl-i Sünnet açısından ölülere tevessül etmenin cevazı konusundadır.
[2] -Bir grup vahhabi, Peygambere (s.a.a) hayattayken tevessül etmenin ve istekte bulunmanın caiz olduğunu, ama vefatından sonra böyle bir şeyin boşuna olduğuna inanmaktalar. Tevessülün manası ve bunun tevhidle çelişmediğini görmek için 542. (Site:590), 1321. (Site:1316) ve 6940. (Site: 7040) sorulara bakabilirsiniz .
[3] -Birçok hadis ve tefsirde ayetin bahsettiği kişinin Uzeyr Peygamber olduğu söylenmiştir. Bkz: Hakim-i Nişaburi, Müstedrek, c.2, s.282, Daru’l-Marifet, Beyrut, H.K.1406
[4] -Berzah ve oradaki yaşamın ne şekilde olduğu hakkında bkz: Soru:5674 (Site:6146)
[5] - ‘...Onlar da nefislerine zulmettikleri vakit sana gelerek Allah'ın, kendilerini bağışlamasını isteselerdi, Peygamber de onların bağışlanmalarını dileseydi elbette Allah'ın tövbeleri kabul edici rahim olduğunu görürlerdi.’ (Nisa/64)
[6] -Bkz: Taberi Ebu Cafer, Camiu’l-Beyan Fi Tefsiri’l-Kur’an, c.3, s.2, Daru’l-Marifet, Beyrut, H.K. 1412: ‘Bir aylık mesafeden korku vesilesiyle yardım edildim.’
[7] -a.g.e. c.3, s.203.
[8] -Tahrim/4
[9] -‘Ey inananlar, yemeğe davet edilmeden Peygamberin evlerine gitmeyin, davet edilirseniz...’ (Ahzab/53)
[10] -Nisa/64
[12] -Zuhruf/45
[13] -Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, c.16, s.95, İntişarat-ı Nasır Hüsrev, Tahran, H.Ş.1364.
[14] -Secde/23
[15] -el-Cami Li-Ahkami’l Kur’an, c.14, s.108.
[16] - ‘Denildi ki: ‘Gir cennete.’ Dedi ki: ‘Ne olurdu kavmim de, Rabbimin beni neden bağışladığını ve yüce derecelere, ermişler arasına kattığını bilseydi.’ (Yasin/26-27)
[17] -el-Cami Li-Ahkami’l-Kur’an, c.16, s.20, İntişarat-ı Nasır Hüsrev, Tahran, H.Ş.1364.
[18] -Bakara/154, Al-i İmran/169.
[19] - ‘Onlar, henüz kendilerine katılmayanlara...müjde vermeyi isterler. Allah, inananların ecrini zayi etmez.’ (Al-i İmran/170-171)
[20] - ‘...Onlar Allah'ın, nimetleriyle nimetlendirdiği peygamberlerle, gerçeklerle, şehitlerle ve iyi adamlarla eş olur...’ (Nisa/69)
[22] -Sahih-i Buhari, c.5, s.9, Daru’l-Fikr, Beyrut, H.K.1401
[23] -Sahih-i Buhari, c.2, s.92.
[24] -Müsned-i Ahmed, c.2, s.537, Dar-u Sadır, Beyrut, Bi Ta