Please Wait
14405
Kur’an-ı Kerim’de hem İbrahim ve hem de İslam Peygamberi, Hanif bir fert olarak tanıtılmıştır ve bunun ardından da diğer Müslümanlar Hanifçe ve sapmaksızın Hz. İbrahim’i takip etmeye çağrılmıştır. İslam’ın bakışında ilahi peygamberlerin öğretileri arasında bir farklılık olmadığından, İbrahim’i takip etmek otomatik olarak Musa, İsa ve diğer peygamberleri de takip etmeyi arkasından getirecektir. İslam Peygamberinin (s.a.a) hiçbir zaman kendisini Yahudilik ve Hıristiyanlığın asıl öğretilerinin karşıtı olarak ilan etmediğine de dikkat ediniz. Bilakis kısas gibi bu dinlerde mevcut bazı hükümler İslam dininde kabul edilmiştir. Ama bildiğimiz gibi Tevrat ve İncil bu dinlerin mensuplarının elinde tahrif edilmiş şekliyle mevcuttu ve Yahudi ve Hıristiyanların sahtekâr önderlerinin Hz. Peygamberin (s.a.a) nübüvvetten önce kendilerinin dinini takip ettiğine dair resmi ilanını İslam’ın ilerlemesini zedeleyecek şekilde yansıtmaları muhtemeldi. Ama İbrahim’i takip etmeyi ilan etmede böyle bir sorun yoktu; zira evvela Hz. İbrahim (a.s) tüm dinlerde saygı duyulan bir şahsiyetti ve ikinci olarak kendisinin dininin resmi sözcüleri bulunmamaktaydı ve sonradan bir sıkıntıya neden olma ihtimali mevcut değildi. Bu anlamda, İbrahim’i (a.s) takip etmeyi vurgulamanın nedenlerinden birisinin böyle sorunları önlemek olduğu tahmin edilmektedir.
Sorunuz iki eksende tahlil edilip incelenebilir:
1. Hanif dinine mensup kimseler kimlerdir ve Kur’an’da Hanif’in manası nedir?
2. Neden İslam Peygamberi (s.a.a) Hanifi idi ve Hıristiyan değildi?
1. Birinci konuyu beyan edilmesi birkaç noktayı bilmeye bağlıdır:
1.1. Sözlük kitaplarına baktığımız takdirde “Hanif” kavramının Hakka eğilimli olan ve sapmış dinlerden uzak duran fertler bağlamında kullanıldığını göreceğiz.[1] Dinsel ve ulusal taassupların kendilerini hak yoldan ayırmaya mecbur kılmadığı fertlerdir bunlar. Hz. İbrahim (a.s) da böyleydi. İmam Sadık (a.s) Ali İmran suresinin 67. ayetinin[2] tefsirinde şöyle buyurmaktadır: “İbrahim ihlaslı bir fert olup hiçbir zaman putlara tapmanın ardından gitmezdi.”[3] Bu nedenle, onun yolu Kur’an’da Hanif olarak ilan edildi.
1.2. İbrahim’in (a.s) takipçileri, “Hanifler” adıyla bir toplumsal grupta bir araya gelip Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi düzenli bir teşkilata sahip miydi ve bağımsız bir dini yönlendirmekte miydi? Tarih, en azından Hz. Peygamberin (s.a.a) gelişi döneminde böyle bir hususu ispat etmemektedir ve kurumsallaşmış bir dinin gerekleri sıfatıyla olması gereken şeylerin hiçbiri belirtilen zamanda İbrahim (a.s) takipçileri hakkında gözlemlenmemekteydi. Bu gereklerden bazıları şunlardan ibarettir:
A. Bir dinin takipçilerinin kendisine itaat etmeyi gerekli gördüğü bir önderin olması.
B. İhtilaf ortaya çıktığında müracaat edilen bir kutsal metin veya metinlerin olması.
C. Söz konusu din mensuplarının ibadet merasimlerini yapacağı mabetlerin olması.
D. Fertlerin genelinin dinsel sorunlarını gidermek için müracaat edeceği alimlerin olması.
Her ne kadar İbrahim (a.s) belirtilen dönemde birçok insan tarafından kabul ediliyor idiyse de ondan kalan ve hatta kendisine isnat edilen tahrif edilmiş bir kutsal metin bulunmuyordu. Dolayısıyla Yahudilerin Tevrat’ı ve Hıristiyanların İncil’i gibi İbrahim (a.s) takipçilerinin veya Haniflerin kutsal kitabı sıfatıyla bilinen bir kitap yoktu ve öte taraftan “kilise”, “havra” ve “manastır” adlarıyla özel ibadethaneleri olan Yahudiler ve Hıristiyanların aksine, Hanifler için Kâbe dışında bir ibadetgâh zikredilmemiştir. Yanı sıra, onların “keşiş”, “rahip” ve “haham” gibi din adamları da bulunmuyordu. Başka bir ifadeyle, İbrahim (a.s) takipçilerinin düzenli dinî bir teşkilatı yoktu ve sadece bazı muvahhit bireyler putperestlik ve cahili inançlardan kaçmakta ve kendilerini bu büyük peygambere müntesip bilmekteydi. Rivayetlerde bu bireylere “Hanif” olarak işaret edilmiştir.[4] Öte taraftan hac, misafir ağırlama, yetimlerin malını koruma ve akrabalarla ilgilenme gibi bazı İbrahim öğretileri, İslam toplumda da mevcut idi.[5]
1.3. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de defalarca “Hanif” kökünden olan türevleri kullanmış ve birçok yerde İslam Peygamberine (s.a.a) İbrahim (a.s) dininin takipçisi olmasını tavsiye etmiştir. Elbette bu, el değmemiş ve tahrif edilmemiş dindir.[6] Bazı yerlerde de İbrahim’in “Hanif” ve doğru yolda olduğu ilan edilmiştir.[7] Başka bir ifadeyle Kur’an ayetleri bir yerde İbrahim’in Hanif bir fert olduğunu ve başka bir yerde de onun “Hanif” yolunun takip edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu ayetlerin tümüne dikkat ettiğimiz takdirde, bunların hiçbirinden “Hanif” adında bir dinin var olduğu neticesini elde etmenin olanaksız olduğunu kavrayacağız. İşaret edilen hususlar, İbrahim’in dininin başta olduğu gibi değişiklik ve tahrife dönüşüme uğramadan takip edilmesi gerektiğini ve Yahudiler, Hıristiyanlar ve bazen bazı putperestlerin İbrahim’i takip ettiklerine dair salt iddiada bulunmaları, ama amelde onun öğretilerinin aksine davranmaları durumunda bunun Kur’an tarafından kabul edilmeyeceğini yansıtmaktadır. Öte taraftan Yakub, Yusuf, Musa ve İsa gibi sonraki peygamberlerin İbrahim’in torunları sayıldığını ve onun yolunun sürdürücüleri olduğunu biliyoruz.[8] Eğer Tevrat ve İncil tahrif edilmemiş olarak sonraki nesillere intikal etmiş olsaydı, İbrahim’in Hanif diniyle hiçbir çelişki ve farklılık arz etmezdi! Bu esas uyarınca, “Hanif” adıyla kurumlaşmış bir dinin olmadığı neticesine ulaşılabilir. Bu husustaki Kur’an’ın tavsiyeleri ve nübüvvetten önce Hz. Peygamberin (s.a.a) İbrahim’in dinine iman ettiğini bildiren rivayetlerin tümü de Peygamberimizin diğer dinlerin mensuplarının içinde bulunduğu tahrif ve sapmadan uzak olduğu ve İbrahim gibi doğru hak yolda hareket ettiği manasındadır.
2. Akla gelen diğer bir soru da şudur: Eğer ilahi peygamberlerin mesajı ortak ise, peygamberimizin kendisini sadece İbrahim’in takipçisi olarak tanıtmasının nedeni neydi? Oysaki ondan sonra Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi büyük dinleri getiren birçok peygamber bulunmaktaydı ve doğal prosedüre göre peygamberimizin son ilahi din olan Hıristiyanlığın takipçisi olması gerekirdi. Musa ve İsa doğru ve Hanif yolda değil miydi? İbrahim ve İbrahim’in Tanrısının yolundan sapmışlar mıydı ki peygamberimiz kendini onların takipçisi olarak tanıtmadı?! Sorunun birinci bölümde bulunan bazı noktalar, aynı bölümün cevabını belirleyebilir. Ama bir kez daha ve yeni bir düzenle bir takım noktaları zikrederek bu konuyu inceliyoruz:
2.1. İslam Peygamberinin (s.a.a) geldiği coğrafya alanı olan Arabistan yarımadasında değişik inançlar bulunuyordu ve tüm ihtilaflara rağmen Hz. İbrahim’e (a.s) saygı duymada bunlar ortak bir özelliğe sahipti. Yahudiler ve Hıristiyanların İbrahim’e saygı duydukları hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Ama bilmelisiniz ki hatta putperestler bile hac gibi İbrahim zamanından kalma dini törelere saygı duymakta, onda meydana getirdikleri tüm bidat ve sapmalara ve de İbrahim’in tevhid yolunu cahili şirk yoluna çevirmelerine rağmen hiçbir zaman kendilerini İbrahim’in düşmanı saymamakta ve ona bir hakarette bulunmamaktaydılar.
2.2. Her ne kadar Peygamber (s.a.a) kendisini İbrahim’in takipçisi olarak tanıtmış idiyse de hiçbir zaman ne nübüvvetten önce ve ne de nübüvvetten sonra ben Musa ve İsa’nın öğretilerine karşıyım diye bir şey söylememiştir. Aksine Kur’an ayetleri Yahudilik ve Hıristiyanlığın orijinal buyruklarının İslam’da kabul edildiğini belirtmektedir.[9] Başka bir ifadeyle, İbrahim’i takip etmeyi ilan etme, Musa ve İsa’yı takip etmeyle tezat ve çelişki arz etmemektedir. İslam açısından ilahi peygamberler arasında hiçbir farklılık bulunmamakta ve onların tümüne uymak farz ve lazımdır.[10] Tıpkı biz Şiilerin kendimizi Müminlerin Önderi İmam Ali’nin (a.s) taraftarı veya Caferî olarak adlandırmakla birlikte bu iki büyük imamdan sonraki tüm imamlara uymayı da boynumuzun borcu bilmemiz gibi.
2.3. İslam Peygamberi (s.a.a) sadece nübüvvetten önceki dönemde İbrahim’in takip etmekle kalmadı, hatta İslam’ın doğuşundan sonra da kendisini o büyük şahsiyetin takipçisi olarak tanıttı.[11] Bu takip etme, kendi peygamberliğini görmezlikten gelme anlamında değildi. Bu husus, peygamberlik makamına ulaşmadan önce kendisinin İbrahim’i takip ettiğine dair ilanının Musa ve İsa’nın peygamberliğini görmezlikten geldiği şekliyle değerlendirilmediğine yönelik en iyi delildir.
2.4. Belirtildiği gibi, İslam Peygamberinin gelmesine yakın asırlarda İbrahim’in dini düzenli bir teşkilattan yoksundu ve haklı veya haksız olarak kendisini onun sorumluları addeden özel kimseler bulunmuyordu.[12] Ama bunun karşısında, Yahudiler ve Hıristiyanlar çok düzenli bir şekilde örgütlenmişti. Bu iki dinin alimleri, bir taraftan meydana gelmiş sapmaların üzerini örtmek ve tahrif edilmiş kendi dinlerini savunmak için çalışmakta ve öte taraftan da birbiriyle rekabet etmeye ve büyük ve saygın şahsiyetleri kendi dinlerine müntesip bilmeye dönük çaba sarf ediyordular. Örneğin, bu ihtilaf Kur’an’da da dile getirilmiş ve onların İbrahim’in bu iki dinin gelmesinden önce yaşadığını unuttuklarına işaret edilmiş ve bu esasla onların arasındaki ihtilafın sadece inatçılık ve egoistlik ile açıklanabileceği bildirilmiştir.[13] Şimdi şunu bir düşünün: Bu dinlerin sahtekar sorumluları, dinlerinin gelmesinden asırlarca önce yaşayan bir peygamberi kendilerine müntesip bilmekte ve ondan istifade etme kasti taşımaktadır. Bunun karşısında ise onların dinlerinden sonra gelen ve nübüvvetten önce kendini onların dininin takipçisi olarak ilan eden bir peygamber nasıl bir tutum takınır?! Anlaşıldığı kadarıyla, bu türden engeller nedeniyle Musa ve İsa’ya çok saygı duymakla birlikte aziz İslam Peygamberi (s.a.a), kendini onların takipçisi olarak tanıtmaktan sakındı. Bu şekilde gelecekte ve kendilerini haksız yere Yahudilik ve Hıristiyanlığın sorumlusu olarak tanıtan ve hatta düzenli bir şekilde örgütlenmiş fertler karşısında bir sorunla karşılaşmamak ve hareketin hızının azalmaması öngörülmüştür; zira onların psikolojileri ve geçmişleri göz önünde bulundurulduğunda, ilk merhalede İslam Peygamberini kendi görüşlerini takip etmeye çağırmaları ve Peygamberin karşı koyması halinde de o günkü az bilgili topluma din uzmanlarının görüşlerinin aksine hareket eden bir mürtet sıfatıyla kendisini tanıtmaları ve bu planın neticeye ulaşmaması ve İslam’ın galip gelmesi halinde de bu büyük dinin yeni bir din olmadığını ve sadece kendi dinlerinin bir dalı olduğunu dünya halklarına inandırmaları olasılığı mevcuttu! Ama Hz. Peygamberin (s.a.a) Musa ve İsa’yı takip etmeyle çelişmeksizin özel bir sorumlusu bulunmayan İbrahim’in dinini takip ettiğine dair ilanı, böyle olumsuz olasılıkları önlemiş oluyordu.
[1] İbn. Manzur, Lisanü’l-Arab, c. 9, s. 57, Dar-ı Sadır, Beyrut, 1414 h.k.
[2] "ما کان ابراهیم یهودیا و نصرانیا و لکن حنیفا مسلما و ما کان من المشرکین"
[3] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 2, s. 15, h. 1, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.
[4] Şeyh Saduk, Kemaluddin, c. 1, s. 199, h. 43, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Kum, 1395 h.k.
[5] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, Kafi, c. 3, s. 211, h. 19.
[6] Bakara, 135; Ali İmran, 95; Nisa, 125; Enam, 161; Nahl, 123.
[7] Ali İmran, 67; Nahl, 120.
[8] Bakara, 132 – 133; Yusuf, 38.
[9] Maide, 43 – 47; Şura, 13.
[10] Bakara, 136; Ali İmran, 84, "لا نفرق بین أحد منهم" ve Bakara, 285, "لا نفرق بین أحد من رسله"
[11] Enam, 161.
[12] Şeyh Saduk, Kemaluddin, c. 1, s. 199, h. 43.
[13] Bakara, 140; Ali İmran, 65 – 67, "...یا أهل الکتاب لم تحاجون فی ابراهیم و ما أنزلت التوراة و الإنجیل إلا من بعده أ فلا تعقلون"