Gelişmiş Arama
Ziyaret
12986
Güncellenme Tarihi: 2010/12/18
Soru Özeti
Allahın dostları için korkunun ve hüznün olmadığını, kuranı kerim söylememiş mi? Hal böyle iken neden Cuma günlerinde imam-ı zamanı (a.s.) muhatap kılarak şöyle diyoruz: "es-selam-ü aleyke eyyühe'l-mühezzeb el-haif = ey pak ve ter temiz kılınmış tedirgin içinde olan kimse, sena salam olsun"?
Soru
Allahın dostları için korkunun ve hüznün olmadığını, kuranı kerim söylememiş mi? Hal böyle iken neden Cuma günlerinde imam-ı zamanı (a.s.) muhatap kılarak şöyle diyoruz: "es-selam-ü aleyke eyyühe'l-mühezzeb el-haif = ey pak ve ter temiz kılınmış tedirgin içinde olan kimse, sena salam olsun"?
Kısa Cevap

Havf ve tedirginlik övülecek (Memduh) ve kınanacak (mezmum) olmak üzere iki türdür. Kınanan korku ve havf, devirden, zamandan, insanlardan, özetle yaratık vb. şeylerden kaynaklanan korku türüdür. Bu türden olan korku Allahın velileri için söz konusu değil ve hiçbir anlamı da yoktur. Bu nedenle imam sadık (a.s.) şöyle buyurmuşlardır: "mümin bir kimse Allah dışında hiç kimseden korkmuyor". Kuranı kerim de şöyle buyurmaktadır: " o sadece şeytandır ki sizi kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz, benden korkun".[i]

Övülen ve bir değer olarak algılanan korku ise, ilahi yücelik ve ilahi celal'den kaynaklanan korku türüdür. Bu bağlamda peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmuşlardır: "Allah hakkında bilgisi daha fazla olan bir kimse, diğerlerine oranla Allahın azametinden daha fazla korkuyor ve onun karşısında daha fazla tedirgindir".

Övülen korku has ve büyüklerin korkusudur. Bu korku Allah-ı ve azametini müşahede etmekle, Onun celali (noksanlığı ifade eden sıfatların Allahtan uzaklaştıran) ve cemali (kemali ifade eden sıfatları ispatlayan) sıfat ve isimlerinin, insanın kalbinde tecelli bulmakla meydana geliyor. Allahın büyüklüğünden kaynaklanan korku manevi lezzetlerdendir. "oyanınız! Gerçekten Allah'ın evliyaları için ne bir koku vardır ve ne de onlar için bir üzüntü söz konusudur". Belki de bu korku kâmil olan kimselerin kemal sıfatlarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenledir ki, sahibe zaman hazretlerini muhatap kılarak şöyle diyoruz: " ey yaratılışı pak ve Hak Teâlâ'nın celal ve ceberut makamından korkup tedirgin içinde olan kimse, sana selam olsun. ".



[i] Ali İmran, 175.

Ayrıntılı Cevap

İki çeşit tedirginlik ve korku söz konusudur: birisi övülür ve temcit ediliyor diğeri kınanır ve kötüleniyor.

İkinci türden olan korku ve tedirginlik, Allahın velilileri ve dostları için söz konusu değil ve aynı zamanda hiçbir anlamı da yoktur. Çağdan (devir) korkmak, zamanın şartlarından, insanlardan, düşmanlardan ve özetle yaratıklardan korkarak tedirgin olmak Allahın dostları için söz konusu değildir. Ebu Zerden (Allahın rahmeti üzerine olsun) nakil edilmiştir ki, Aba Zer şöyle diyor: "peygamber (s.a.a.) bana yaptığı tavsiyelerden birisi: Allah yolunda, hiç kimsenin kınamasından çekinmemem ve korkmamamdır".[1] İmam Cafer Sadık' dan (a.a.) şöyle nakil edilmiştir: "mümin bir kimse Allah dışında hiç kimseden korkmaz".[2] Kuranı kerim de şöyle buyuruyor: "O şeytan (mesnetsiz şayialar ve yalan sözlerle) sizi ancak kendi dostlarından korkutuyor. Onlardan korkmayın, eğer mü’min iseniz, benden korkun".[3]

Ama övülecek ve değer türünden olan korku ve tedirginlik ise, Allahın celal ve büyüklük makamından kaynaklanan korku ve tedirgin halidir. İmam Ali şöyle buyuruyor: "korku ariflerin elbisesidir".[4] Peygamberden (s.a.a.) şöyle nakil edilmiştir: "Allah hakkında bilgisi daha fazla olan bir kimse, diğerlerine oranla Allahın azametinin karşısında daha fazla tedirgin oluyor".[5] Bu nedenledir ki, peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: "benim Allaha yönelik olan korkum sizinkinden daha fazladır".[6] Değer anlamında ve övülecek durumda olan bu korkunun meyvesi şudur ki, insanı ilahi dergâha sevk eder ki oraya sığınsın. (normalde insan korktuğu şeyden kaçması gerekirken bu korku türü ise insanı korktuğu şeye daha da yakınlaştırmaya sevk ediyor). Emirü'l-müminin Hz. Ali (a.s.) şöyle buyuruyor: "yaratıklardan korkarsan onlardan kaçıyorsun ama yaratıcıdan korkarsan ona sığınıyorsun".[7]

Havfin mertebeleri (korkunun dereceleri):

Hace Abdullah-i Ensari'nin değimiyle: "tevazu meydanından korku meydanı doğdu. Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: "ve amma men hafe mekame rabbihi=her kim rabbinin makamından korkarsa"; havf korkudur, korku da imanın hisarıdır. Takvanın panzehiri ve müminin silahıdır. Bu korku üç kısımdır; birincisi hatır yani kalbe girer, ikincisi; kalıcı ve mukim üçüncüsü galiptir. Hatır türünden olan korku; bu korku kalbe geliyor ve tekrar çıkar ve gidiyor. Korku bir pusu gibidir. Korku olmamış olsaydı iman gerçekleşmez olurdu, korkusuz kimsemin imanı da olamaz. Her kesin imanı, o kimsenin sahip olduğu korkusu kadardır. Bir başka korku mukim ve kalıcı korku türüdür; bu korku kulu günah işlemekten koruyor. Haram yemekten uzaklaştırıyor. İnsanı, uzun arzulu olmaktan koruyor. Üçüncüsü galip olan korkudur. Bu korku da hile ve tuzak anlamında olan koru türüdür. Hakikat bu korkuyla doğrulanıyor ve ahlakın yolu bu korkuyla açılıyor. İnsanı o hakikatten gafil kalmasını engelliyor. Hile ve tuzak on şeydir: tatsız itaat. Tövbesiz ısrar, duanın kapısını kapatmak, amelsiz ilim, niyetsiz hikmet, hürmetsiz sohbet, alçak gönüllüğün kapısını kapatmak ve kötülerle konuşmak. Bunlardan en önemlisi iki şeydir: belirsiz bir şekilde kula emniyet vermek veya kulu kendisiyle baş başa bırakmaktır. Bu korku tövbe edenlerin korkusudur".[8]

Şöyle ki; korkunun hakikati şudur: salik (Allaha doğru manevi yolculuğa koyulmuş bir kimse) talep ettiği şeyin tahakkuk bulmasından ümitsizlikten veya yaşamın ileriki safhalarında istenilmeyecek ve ikrah edilecek şeylerle karşılaşacağı beklentisine kapılıp kendi durumu hakkında mutmainsizlik içine girip bir anlamda sarsılacak bir halete yakalanmış durumudur. Salikin durumunu yükseltecek bağlamında korku üç çeşittir; birincisi genel ve herkes için söz konusu olan korku türüdür. Bu korku ilahi azaptan kaynaklanan bir korku türüdür. Zira kullar, kendisi için ibadet yaptıkları mabutlarının kahhar ve hâkimiyetini anlamışlar dolayısıyla sarsıntı ve perişan bir duruma girmişlerdir. Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: "Onlar, kalplerin ürpereceği ve gözlerin hayret ve şaşkınlık içinde kalacağı bir günden korkarlar"[9]

İkincisi; orta kısım insanların korkusudur. Bu korku ilahi hile ve tuzaktan  (mekr) kaynaklanan korku türüdür. Murakabe[10] ehli ve huzurun (müşahedenin) tadını tatmış kimselerin korkusudur. Murakabe ehli sürekli tedirgindirler. Zira onlar mazhar oldukları rabbani feyzin ve ondan aldıkları haz her an kesilebilir paniğindedirler. Bu makama vakıf olanların kendileri de (onları Allaha doğru götüren yolculukta) yavaşlanmış ve onları meşgul eden bazı şeylere yaklaşmaya duçar olmuşlardır. Yani onlar feyzin kaynağı olan Allaha doğru hızlı bir şekilde gitmeleri gerekirken feyzin kendisiyle meşgul olup yavaşlanmışlardır. Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: " Rabbinin kahhar ve büyüklük makamından korkan kimseler için iki cennet vardır".[11]

Üçüncüsü: büyük şahsiyetli ve kalp sahibi kimselerin korkusudur: bu korku hak Teâlâ'nın haremine (makamına) karşı olan saygınlıktır. Mahbubun cemalini müşahede etme durumu âşık’ın tutkusuna galebe çalmış cemalin güzelliğinde celalin egoistliği ve benciliği de faal olmuş. Cemal bütün kemaliyle övünmeye tutunmuş. Hak Teâlâ izzetiyle zenginliğin (muhtaçsız) sancağını dalgalandırmış asiliğin heybeti yine aşkın kurbanına hayran kalanın vücudunu sarmış. Şirazlı Sadi o can gülistanından belirsizlikte belirlilik bulmuş ve şöyle diyor:

"Birisi benden onun vasfını sorarsa

Kalpsiz, nişanesizden (belirsiz) ne söyleyebilir yine?.

Âşıklar maşukun öldürülmüşleridir.

Çıkmayacak öldürülmüşlerden hiçbir ses.[12]

Dolayısıyla has ve evliyaların durumu diğerlerin durumlarından daha farklıdır. Celal ve büyüklüğün müşahedesinden meydana gelmiş olan korku kalplerine tecelli etmiş olan ilahi isim ve sıfatları git gide artıyor ve onun manevi ve ruhani lezzetinde yoğruluyorlar. Böyleli bir korku yunus süresindeki ayetle; "biliniz ki Allahın dostları için ne bir korku ve ne de bir üzüntü söz konusu değildir" çelişmiyor.[13]

Bu nedenledir ki, saygın ve değerli mevlamız ve zemanın imamı olan Hz. Mehdiye (Allahın selamı kendisine olsun) yönelerek şöyle diyoruz: ey yaratılışı pak ve Hak Teâlâ'nın celal ve ceberut makamından korkup tedirgin içinde olan kimse, sana selam olsun.



[1] MECLİSİ, ALLAME, "Bihatu'l-Envar" c. 71, s. 360.

[2] REYŞEHRİ, Muhammed, "mizanu'l-hikme", c. 3, hadis no: 5258.

[3] Ali İmran, 175.

[4] REYŞEHRİ, Muhammed, "mizanu'l-hikme", c. 3, hadis no: 5178.

[5] Age. hadis no: 5195.

[6] NERAKİ, Molla Ahmet, "miracu's-saade" babi çaharum, safi pencum, makam-i sivum, havfi ilahi.  

[7] REYŞEHRİ, Muhammed; HÜSEYNİ, Seyit Hamit, "muntahab-u mizanu'l-hikme",  hadis no: 2000

[8] ANSARİ, Hace Abdullah, "sed meydan" meydan no: 33, s. 36, (kasım ensari, kitaphanei tehuri, b. 3.

[9] Nur, 37.

[10] Murakabe "ameli irfan"da insanın sahip olduğu organlarıyla yapacağı dört muamele türlerinden bir muamele türüdür. Özetle murakabe türünden olan muamelenin anlamı şudur: : insan gaflete duçar olmayıp sürekli dikkatli olması gerekir ki, sahip olduğu organlardan hiç birisi özellikle nefis diğer organlarına galebe çalıp onları yanlış yola sevk edip yanlış yerlerde kendilerinden yararlanmasını engellemektir. Böyle bir yanlışlık gerçekleştiği durumlarda da hemen düzeltmesi gerekiyor. Yani tövbe edip o yanlışın getirmiş olduğu Zaraları telafi etmesi lazım. Aksi takdirde insan hiçbir zaman kendi hedefine yani gerçek mutluluk ve saadetine ulaşamaz. Dolayısıyla zarar etmiş olanlardan olur. "Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır" (ali İmran 85). Yani insan sahip olduğu organlarından İslam dinin belirtmiş olduğu şekilde değil de havayı nefsin istediği şekilde kendilerinden y ve nefsin istekleri doğrultusunda yaşamını şekillendirirse ahirette hüsran yapmış olan kemelerden olacaktır. "Ameli irfan"da insanın sahip olduğu organlarıyla yapacağı muameleler şunlardır: ilki muşarete, ikincisi murakabe üçüncüsü murabete, dördüncüsü muhasebedir. (mütercim).

[11] Rahman, 46.

[12] DAMADİ, Seyit Muahmmed, "şerh-i ber makamat-i erbein ya mebaniyi seyr-u sülük-i irfani" s. 145.

Ger kesi vesf-i o zı men porsed                 bi dıl ez bi nışan çı goyed baz?

Aşıkan koştegan-ı maşukend                     ber neyayed zı koştegan avaz.

[13] İmam HUMEYNİ, kuddise sıruhu, "şerh-i çıhıl hadis", s. 230-231.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Eğer Ehlibeyt (a.s) «خُزّان العلم» ilmin madeni iseler neden kumeyl duasını Hz. Hızır İmam Ali (a.s)’a öğretmiştir?
    6102 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2019/04/07
    Kumeyl duası Şeyh Tusi’nin “Misbah’ul-Muteheccid”[1] ve Seyit ibn. Tavus’un “İkbal’ul-Emal” adlı eserlerinde nakledilmiştir. Seyit ibn. Tavus bu duayı eserinde naklederken şöyle açıklama yapmaktadır: Şeyh Tusi’nin naklettiği rivayetten başka bir rivayette gördüm ki Kumeyl ibn. Ziyad Neğei diyor ki: Basra mescidinde İmam Ali (a.s)’ın yanında ...
  • Şia neden abdeste ayaların yıkanmasını terk ederek farzı terk ediyor?
    20362 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Her fırka ve gurubun kendisini fırka-i Naciye (kurtuluşa eren fırka) bilmeleri gayet doğaldır ama biz, sizin aksinize kendi teklifimize boyun eğdiğimizi, farzı yerine getirdiğimizi ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin farzdan uzaklaştıklarını kabul ediyoruz ve bu iddiamızın delillerini Kur'an ve rivayetlerle ortaya koyacağız. Şia; ...
  • Mehdiliği tehdit eden şeyler nelerdir?
    7147 Eski Kelam İlmi 2012/08/22
    Mehdiliği tehdit eden hususlar çoktur. Biz burada sadece üç önemli şeye işaret edeceğiz: 1. Eğer en üstün kanunlar ehil olmayan uygulayıcıları eline düşerse veya eğer en pahalı şeyler ehil olmayan insanların elinde bulunursa, ne kanundan ve ne de belirtilen değerli şeyden bir sonuç alınamaz. Mehdilik ...
  • Müslümanlar neden biribirleriyle musafaha ederler?
    9443 Pratik Ahlak 2011/07/14
    Müfaala kipinden olup iki kişi arasında gerçekleşen musafaha, el vermek manasına gelmektedir. Birisi ‘Safehtuhu’ derse bu ‘Elimin içi onun elinin içine değdi’ anlamına gelir. Musafahatun, birbirine el vermek, ellerin içini biribirine değdirmek, demektir. Selam vermek ve tokalaşmak güzel davranışın örneğidir. İslam Peygamberi (s.a.a) ve Masum ...
  • Niçin bazıları ölülerin kabirlerini yarıp araştırma yapıyorlar? Acaba bu iş haram mıdır?
    5503 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2012/04/09
    Büyük taklit mercilerinin bu soruya cevapları şöyledir: Müminin kabrinin açılması haramdır. Ama aşağıda zikredilen konularda kabrin açılmasının sakıncası yoktur: 1. Cenaze gasbi yere defnedilmiş olursa ve yerin sahibi, cenazenin orada kalmasına razı olmazsa. 2. Cenazeyle birlikte defnedilen kefen veya başka bir ...
  • Alkol kullanmaktan nasıl uzak kalınabilir ve bundan tövbe etmenin yolu nedir?
    22117 Teorik Ahlak 2011/10/23
    Her günahtan tövbe etmenin dayanağı, şahsın gerçekten kabul ettiği inanç ve değerlerdir. Eğer insan Allah’a ve diriliş gününe iman ederse, diğer bir dünyada amellerinin neticesini göreceğini bilirse ve kendisini gafletten kurtarmak gerektiğine kanaat getirirse, rahatlıkla günahlardan el çekebilir. Eğer insan haram işlerin kendisini nasıl bir bedbahtlığa ve ...
  • Türkiye bankalarında yatan paramla devlete ait borç bonosu satın alıp karından yararlanabilir miyim?
    5422 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/02
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (Ömrü uzun olsun) Bürosu:Orası İslam ülkesi olması nedeniyle onlardan kar almak sakıncalıdır. Elbette orada şubesi olan İslamî olmayan bankalar veya gerçekten katılım bonosu olması müstesnadır.  Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin (Ömrü uzun olsun) Bürosu:
  • Namazda âmin söylemenin yasaklanmasının felsefesi nedir?
    9495 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/16
    Ehlibeyt rivayetleri esasınca namazda âmin sözünü söylemek caiz değildir ve bunu söylemek namazın geçersiz olmasına neden olur. Artı, caiz olmaması delile ihtiyaç duymaz; yani namaz ibadetsel bir fiil olduğundan ve insanın kendi tarafından namaza bir şey eklenemeyeceğinden, eğer şeriat tarafından bir şeyin caiz oluşu ispatlanmazsa, bunun kendi ...
  • Bahaîlerin düşüncelerinin yanlış oluşu, necis olmalarının nedeni ve onların inançlarını saflıkla kabul edenlerin durumu hakkında açıklamada bulununuz.
    11426 Eski Kelam İlmi 2008/02/17
    Bab adıyla tanınan Alimuhammed, ilk olarak 1847 yıllarında çok farklı inanç ve kurallar ortaya çıkarmaya başlamıştır. Sonraları onun düşüncelerini kabul eden ve daha da genişleterek Bahaîliği kuran Mirza Hüseyinali Baha'dır. Bu şahıs kitaplarında; kendisinin ve Alimuhammed Bab'ın gelmesiyle İslam dinin geçerliliğini yitirdiğini, İslami hükümlerin yürürlükten kalktığını ve Hz. Muhammed'in risaletinin ...
  • Raksetmenin haram olduğunu söyleyen hadisleri senetleriyle beraber zikrediniz.
    7033 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/06/16
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...

En Çok Okunanlar