Gelişmiş Arama
Ziyaret
8290
Güncellenme Tarihi: 2012/03/10
Soru Özeti
Neden pratik hükümlerde haber-i vahit hüccettir? “zann-ı has”tan maksat nedir?
Soru
a) neden pratik hükümlerde (itikadi konuların tersine) hem hüccet (teabbudi)dir ve kat’a ve itminan gerek yoktur? b) “zannı has”tan maksat nedir?
Kısa Cevap

İnsanların teklifleri iki bölüme ayrılmaktadır.

Bir: Usul-i din, bu bölümde yer alan konular itikadi ve kalbidirler. Bu meseleler bağlamında kişi (elbette kendi seviyesince) itminane ve yakine kavuşması gerekir.

İki: Furu’i din ve İslamın pratik amelleridir. İnsan itikadi ve usuli meselelere iman ettikten sonra ardından bir takım teklifler geliyor ki mükellef olan kişi onları yerine getirmelidir. Bu tür Hamellere ıstılahı olarak “umuri cevarihi” (nefsin bedenin organları vesilesiyle yapacağı ameller) denilmektedir. Birinci kısma da ıstılahı olarak “umuri cevanihi” (nefsin iç aleminde gerçekleştirdiği ameller) denilmektedir.

İtikadi bölümünde yer alan konular bağlamında ölçü ve milak kişinin imanı ve inancıdır. Burada insan yakine ulaşması gerekir. Velev ki bu yakin haberi vahit kanalıyla gerçekleşmiş olmuş olsun.

Ama ikinci bölümde yer alan konular bağlamında ki amel ile ilişiktir haberi vahit yine hüccettir. İster kesinlik ve kat’i sağlasın ister sağlamasın. Bu has delilleri olmansının yanı sıra ukelai ve urfi bir şeydir de.

“Zununi has”tan maksat hakkında kesin delil olan zanlardır.  Haberi vahidin kedisi bibi. Bu nedenle şer’i hükümleri ondan alıyoruz.

Ayrıntılı Cevap

İnsanların teklifleri iki bölüme ayrılmaktadır.

Bir: Usul-i din, bu bölümde yer alan konular itikadi ve kalbidirler. Bu meseleler bağlamında kişi (elbette kendi seviyesince) itminane ve yakine kavuşması gerekir.

İki: Furu’i din veya İslamın pratik amelleridir. İnsan itikadi ve usuli meselelere iman ettikten sonra ardından bir takım teklifler gelmektedir ki mükellef olan kişi onları yerine getirmelidir. Bu tür amellere ıstılahı olarak “umuri cevarihi” (nefsin bedenin organları vesilesiyle yapacağı ameller) denilmektedir. Birinci kısma da ıstılahı olarak “umuri cevanihi” (nefsin iç aleminde gerçekleştirdiği ameller) denilmektedir.

İtikadi bölümde yer alan konular bağlamında ölçü ve milak kişinin imanı ve inancıdır. Burada insan yakine ulaşması gerekir. Hata bu yakin, haberi vahit kanalıyla gerçekleşmiş olmuş olsun. Örnek olarak; eğer bir kimse Mekke müşriklerinin dediğine göre emin ve sadık[1] olan İslam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a.) gibi bir şahısın söylediklerinden hareketle yakine ulaşıyor olması gibi, haber veren bu şahıs bir şahıs olmasına rağmen yakinin hasıl olması için onun söylemesi yeterli gelir.[2]  

Allame Tabatabai bu bağlamda şöyle der: haberi vahit (sudur-u hakkında yakinimiz olmayan haber) şer’i hükümler dışında anlamsızdır. Zira şari “ben haberi vahidi hüccet karar kıldım” demesinin gerçek manası şudur: Zahiri olan hüccete gerçek eseri vacip kılmış olmalıdır. Bu vaciplik ve gereklilik haberi vahidin hücceti için pratiksel eseri gerçekleştirmesine bağlıdır. Şer’i hükümler gibi. Ama şer’i hükümler dışında ise ameli eseri olmadığı için haberi vahidin hüccet oluşunun anlamı da ameli eseri omuyor. Örneğin; eğer bir rivayet (haberi vahit) şöyle derse: bismillahirrahamanırrahim kuranın tüm sürelerinin bir cüz’ü ve ayetidir. Bu durumda haberi vahidin hüccet oluşunun şöyle esiri olur: Namazda bismillahirrahmanirrahim okunmalıdır. Ama eğer haberi vahit şöyle dese: Samiri falan şehrin ehlinden idi, bunun eseri ne olabilir? İslam dininin Şarii haberi vahidi hüccet karar kıldığının anlamı şudur: onun içeriği zandan başka bir şey değildir ama siz onu kati ve kesin anlamında olan haberlerin konumunda değerlendiriniz ve bu seviyede olduğunu kabul ediniz. Ben ise zikredilen rivayetin içerdiği anlamı ki tekvini bir meseledir kat’i olarak algılayamam. Samirinin Kırmanlı olduğunu yakin edemem. Şer’i hükümlerde ise durum farklıdır. Bismillah’ın surenin cüzünden oluşunu söylediği zamanda ise yakini bir muamele edebilirim.[3]

Ama amel ile ilişkili olan ikinci bölümde ise haberi vahit olmak üzere bazı zanlar hüccettirler. İster kesinlik (kat’i) getirsinler ister kesinlik getirmesinler. Bunun has delillerinin olmasının yanı sıra ukelai ve örfi bir durumdur. Bu konu hakkında detaylı bir şekilde konuşmak ve geniş çapta ele alınmasının yeri usulul fıkıhtır. Ama özet şeklinde hakkında şöyle diyebiliriz:

  1. “zunun-i has”tan maksat hücceti hakkında kesin delili olan zanlardır. Bu nedenle şer’i hükümleri ispatlamak için onlardan yararlanıyoruz. Haberi vahit gibi.
  2. Usulul fıkıh alimleri “haberi vahidin” hüccet oluşunu ispatlamak için “edilei abradan” (kuran, sünnet, akıl ve icma) yararlanıyorlar.

Nefer (tevbe 122), nebe (hucurat 6) ve … ayetleri bu cümledendirler.[4]  

Bu konu “usulul fıkıh” konusu olma itibariyle “usulul fıkıh” ilminde “haberi vahid”in hüccet oluşu hakkında geniş bir şekilde konu ediliyor. Biz burada örnek olsun babından birkaç delile işaret edeceğiz:

Haberi vahidi hüccet olarak kabul edenler kendi görüşlerini ispatlamak için ayetlere, rivayetlere ve başka delillere temessük (sarılmış) etmişlerdir.

Birinci delil ayetler: haberi vahidin hüccet olduğunu ispatlamak için istinat ettikleri ayetlerden birisi şudur: “Ey iman edenler! Size bir fasık bir haber getirirse, bilmeyerek bir topluluğa zarar verip yaptığınıza pişman olmamak için o haberin doğruluğunu araştırın”.[5] Haberi vahidin hüccet oluşunu savunanlar bu ayetteki mefhumuna (cümlenin dolaylı anlamı) istinat ederek adil olan kişinin (haberi vahit) verdiği haberin delil ve hüccet olduğunu neticesini almışlardır. Zira ayeti kerime şöyle diyor: Eğer fasık olan bir kimse bir haber getirdiği vakit hemen kabul edip tavır sergilemeyiniz. Siz kendiniz haberin bahis konusu ettiği durumu araştırınız. Ayetin mefhumu (dolaylı anlamı) şudur: eğer adil olan bir kimse bir haber getirdiği vakit onu kabul edip ona göre tavır sergileyiniz. Haberin bahis konusu ettiği durumu araştırmaya gerek yok anlamındadır.

İkinci delil rivayetler: Masum imamlardan nakil edilen bazı rivayetler bu bağlamda istinat konusu olmuşlardır. Bu rivayetlerde Masum imamlar (s.a.) kendi takipçilerini güvendikleri bazı kişilere irca etmişlerdir. Bu konuyu belirten rivayetlerden bazıları şunlardır:

Abdullah b. Ebu Yakup şöyle diyor: İmam Sadık’a (s.a.) şöyle dedim: Sizin Şialarınızdan bazıları benim yanıma geliyor ve soru soruyorlar. Ben onların sordukları soruların cevabını bilmiyorum. Sordukları her soru için sizin hizmetinize gelmekte gücümün dâhilinde değildir. Hazret şöyle buyurdu: Muhammed b. Müslüm Sakafinin yanına gidip ona sormanda ne gibi bir sakınca olabilir? Bazı rivayetlerde ise İmam Sadık (a.s.) kendi takipçilerini Zurareye irca etmiştir.

Başka bir rivayette Şuayb-i Akerkuki’yi Ebu Basire irca etmiştir. Bir hadiste de İmam Rıza (a.s.) Ali b. Musa Hemedani’yi Zekeriya’yi Kumi’ye ve Abdulaziz b. Muhtedi’yi de Yunus b. Abdurrahmana irca etmiş. Haberi vahidin hüccet oluşu hakkında bu rivayetlere istinat edilmesinin nedeni şudur: Eğer haberi vahit (güvenilir bir kimsenin) haberi hüccet olmamış olsaydı imamlar kendi takipçilerini bu kişilere irca etmezdi ve onların görüşlerini ki imamların görüşlerini haber-i vahit şeklinde açıklıyorlardı hükümleri ve meseleleri tanımaları için kâfi tanıtmazlardır.

Üçüncü delil icmadır: Haberi vahidi hüccet olarak kabul eden kimselerin dayandıkları bir diğer delil icmadır. Haberi vahidi icmaya dayanarak hüccet kabul edenlerden birisi şeyhi Tusi ve Allame Meclisidir.

Dördüncü delil ukelanın mebnasıdır: Haberi vahidin hüccet olduğunu ispatlayan bir diğer delil ukelanın mebnasıdır. Bu delilin takriri şöyledir: Âlemdeki ukelanın (akıl sahipleri) tümü güvenilir ve tanımış kimsenin haberini kabul ederler ve onu temel alarak tavır sergilerler. Ondaki hata ihtimaline teveccüh etmezler. Mukaddes şari Teala ki tüm ukelanın başında yer almaktadır. Eğer ukelanın yöntemini kabul görmemiş olsaydı onu açıklardı.

Her halükarda bu yöntem revaçta olmuş ve şari de onu reddetmemiş olmaması onu imzalamış anlamında algılanır.[6]

 


[1] Vakidi, Muhamed b. Sad, katip, “et-Tebakatul Kubra”, mehdi demagani, Mahmut, c. 1, s. 186 - 187. İntişarat-i ferheng ve endişe, 1374 şemsi, Muhammed b. Ömer Vakidi İbrahim b. İsmail b. Ebu Habibeden, İbrahim de Dabut b. Huseynden, Davut da İkremeden, İkreme de ibni Abbastan şöyle naklediyor: “en yakın akrabanı uyar” (şuara 214). Ayeti nazil olduğunda peygamber (s.a.a) Safa tepesine çıktı ve ey Kureyşliler diye seslendi. Kureyaliler cevaben bu Muhammedin sesidir işte Safa tepesinden bize sesleniyor. Kureyşliler toplanıp yanına varıp ne olmuş diye sordular? peygamber şöyle buyordu: Eğer bu dağın arkasında üzerinize gelmek için bir grup toplanmış desem beni tasdik eder misiniz? Onlar cevaben; evet dediler. Zira sen bizim nezdimizde yalancılıkla  töhmetlenmiş bir kimse değilsin. Senden hiçbir zaman yalan duymadık. Peygamber buyurdu: Ben sizi çok çetin ve zor bir azaptan korkutacağım. Ey Abdulmutalip oğulları, ey Abdulmennaf oğulları, ey Zühre oğulları, sırasıyla bütün Kureyşlilerin ismini zikretti ve şöyle buyurdu: Allahu Teala bana düstur vermiş yakın akrabamı korkutayım. Ve biliniz ki ben ne bu dünyanın ne o dünyanın azabından sizi kurtarabilirim. Buradaki azaptan emin kalacağını tazmin edemem. Tek şey sizi bu dünya ve ahiret azabından kurtarabilir. Oda tevhit kelimesinin getirip içeriğini yerine getirmektir.     

[2] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, “tefsiri el-mizan”, tercüme: Musavi hemedani, seyit Muhammed Bakır, Kum: defteri intişarati İslami camietul-mudderisin-i havzei kum, 1374 şemsi, c. 14, s. 184. (eğer haber tevatür haddine ulaşırsa veya kesin onunla birlikte kesin karineler olursa, örneğin şahsen imamın kendisinden işitirse hüccettir. Bu tür haber hükümlar konusunda olamasa bile. Zira imamın masum olduğunu ispatlayan delilin aynısı şuna da delildir ki imamın muhatabı olan bana söylemiş olduğu bu haberi yalan söylememiştir).  

[3] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, “tefsiri el-mizan”, tercüme: Musavi hemedani, seyit Muhammed Bakır, “tercümei el-mizan” Kum: defteri intişarati İslami camietul-mudderisin-i havzei kum, 1374 şemsi, c. 14, s. 287.

[4] Daha fazla bilgi edinmek için “el-usulu el-muhezebe” kitabına müracaat ediniz: s. 88; “buhusun fi ilmil usul”, c, 4, s. 344; “tehzibul usul”, c. 2, s. 177, ediletul kailine bil-hücce,.  

[5]“ Ya eyyühellezine amenu in caeküm fazikum bi nebein fe tebeyyenu en tüsiybu kavmem bi cehaletin fe tusbihu ala ma fealtüm nadimin”, (hucurat, 6).

[6] Cennati Şahrudi, Muhammed İbrahim, “menabi ictihat ez didgah mezahib-i İslami”, c. 1, s, 107-113.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Rastgele Sorular

En Çok Okunanlar