Gelişmiş Arama
Ziyaret
8231
Güncellenme Tarihi: 2010/05/16
Soru Özeti
Misali soyut varlıkların bir hacim ve mekânı var mıdır?
Soru
Bildiğimiz gibi hayali idrakler boyut ve şekil sahibi olan misalî soyut varlıklar türündendir. Lakin onların bölünme kabiliyeti bulunmamaktadır. Hayali idraklerin üç boyuta sahip olmasından onların hacim sahibi olduğu neticesi de elde edilmez mi? Eğer onların hacmi varsa, mekânları da olmaz mı? Esasen eğer mekân hacimden alınıyorsa, bu açıdan hayali idrakler ile maddi ve cismani varlıklar arasında ne gibi bir fark vardır?
Kısa Cevap

Her ne kadar boyut ve şekillere sahip olsalar da misal âlemindeki mevcut suretler ve hayali şekillerin maddi mekânları olduğuna inanılamaz; çünkü her varlığın hükümleri kendisine özgüdür ve varlıklara isnat edilen hükümler onların tahakkuk ettikleri kapsama tabidir. Eğer onların tahakkuk ettiği kapsam zihni ise hükümleri de zihni olur. Eğer bir varlığın gerçekleşme kapsamı dışarısı ve maddi ise hükümleri de dışsal ve maddi olur. Eğer varlık misali bir varlıksa onun hükümleri ve hükümlerinden biri sayılan mekânı da misali olur.

Ayrıntılı Cevap

Mekân cisme tabidir; her nerede cisim maddi olursa mekânda maddi olur ve her nerede cisim maddi olmazsa mekân da maddi olmaz. Örneğin misal âleminde[1] hem misali suretlerin mekânı olduğu ve hem de misali suretlerin mekânı olmadığı söylenebilir; eğer mekândan kastedilen şey maddi mekân ise misal âlemindeki suretlerin mekânı olmaz ve böyle bir mekân misalî suretlere isnat edilemez. Çünkü onlar maddeden yoksundurlar. Eğer mekândan kastedilen şey maddi olmayan bir mekânsa misali suretlerin mekânı vardır ve mekânları da kendileri gibi misalidir. Platon, kadim büyük filozoflar ve aynı şekilde keşif ve şuhud ehli ilahi düşünürler, misal âlemindeki varlıkların maddi bir mekân ve boyut içermeyen varlıklar olarak var olduklarına, misal âleminde bulunan suretlerin boyut ve mekân açısından bir tür soyut hal taşıdıklarına ve şekil ve miktar taşıma açısından ise bir tür cisme sahip olduklarına inanırlar.[2] Lakin mekânın mahiyeti ve hakikati hakkında değişik düşünce ve görüşler vardır ve bu görüşlerin en önemlileri üç tanedir:

1. Mütekellimler gibi bazıları mekânın dış varlığını inkâr ederler. Onlar mekânı vehmedilen bir boyut olarak değerlendirir ve onu cismin doldurduğu vehmedilen bir alan olarak ifade ederler.

2. Bazıları da mekânın dış varlığı ve bir gerçekliği olduğunu belirterek ona hissi olarak işaret edilebileceğine inanır. Tıpkı burada otur veya orada otur dememiz gibi. Burası ve orası işarettir ve işaret edilebilen bir şey yok sayılmaz. Bu iki gruba ayrılır:

A. Meşşa ekolü mensuplarının görüşüne göre, mekân kuşatıcı zahir düzeyiyle temasta olan içeren batın düzeyine denir. Örneğin suyun içinde bulunduğu bir vazo veya bardak bu kabildendir. Bu vazonun bir zahiri yüzeyi ve bir de batını yüzeyi vardır. Vazonun zahiri yüzeyi, vazonun arkası, batini yüzeyi ise vazonun içidir. Vazonun batın yüzeyi suyun zahiri yüzeyiyle temastadır. O halde vazonun batın yüzeyi içeren ve suyun zahiri yüzeyi ise kapsanandır. Biri kapsayan, diğeri ise kapsanandır. O halde Meşşa ekolüne mensup kimselerin görüşüne göre suyun mekânı batın yüzeyidir. Lakin bu görüşe değişik eleştiriler yöneltilmiştir.

B. Molla Sadra’nın da kabul etmeye eğilim taşıdığı İşrak ekolü bilgelerinin mekânın mahiyeti hakkındaki görüşü şudur: Mekân soyut bir boyuttan ibarettir ve onun soyut oluşu misali varlıkların soyut oluşu gibidir. Lakin kendisi misal âleminden değildir; çünkü misal âlemindeki varlıklar maddede ve madde de onlarda yerleşik değildir. Bu mekân ile misalî varlıklar arasındaki farkı oluşturur. Lakin bu soyut boyut yani mekân maddede ve madde de onda yer edinir. Gerçekte mekân maddi boyut ile iç içedir; bundan dolayı İşraki bilgeler yerleşik şeyin tümüyle mekânda yer edindiğini söyler; çünkü fıtratımız bütün bu şeyin bir taraf veya yüzeyde olmadığını aksine mekânda olduğunu bize söyler. Örneğin biz suyun bir tarafının sürahide olduğunu söylememekteyiz, bilakis bütün bu suyun sürahide olduğunu söylemekteyiz. Bütün bu suyun sürahide olması ancak onun tümünün mekân taşıması durumunda geçerlidir ve bu mekânın soyut bir boyut olması ve böylece cismin maddi boyutuyla iç içe geçmesi durumunda mümkündür. Çünkü soyut varlığın maddi varlık ile iç içe geçmesi muhal değildir, bilakis iki maddi varlığın iç içe geçmesi muhaldir.[3] İlmi suretler hakkında belirtilmelidir ki ilmi suret maddeden soyut olup yeti ve istidattan yoksundur. Çünkü ilmi suret bizim bilgimize konu olması nedeniyle eylemsellik taşır ve başka bir şeyin yetisini kendisinde taşımaz ve onda bir değişim meydana gelmez. Eğer onda bir değişimin olacağını varsayarsak, yeni suret önceki suret ile zıt olur. Gerçekte yeni bir resim ortaya çıkar. Tıpkı bir elmayı zihnimizde canlandırmamız ve onu iki parçaya ayırmayı istememiz gibi. Burada gerçekte elmanın iki parçasının sureti yeni bir tasavvurdur. Önceki suretin gerçekten de iki parçaya ayrılması diye bir şey söz konusu değildir. O halde ilmi surette bir değişiklik meydana gelmemiştir. Oysaki ilmi suretler maddi olsaydı değişimi kabullenmekten kaçamazdı ve bölünme, zaman ve mekân gibi maddenin özelliklerini ona isnat edebilirdik. Çünkü bütün bunlar maddenin özelliklerindendir ve ilim zatı itibariyle ikiye bölünme, üçe bölünme ve buna benzer durumlara maruz kalma kabiliyetine sahip değildir. Aynı şekilde ilim zamana da bağlı değildir; çünkü maddi olsaydı zamanın değişmesiyle ilmi suret de değişirdi. Aynı şekilde mekânsal da değildir. Dolayısıyla zihnin onun için bir mekân olmayı istemesi söz konusu değildir.[4] Bundan dolayı ilmi suretler soyuttur ve maddi değildirler. Bu esas uyarınca filozoflar bilinci soyut bir şeyin başka bir soyut şey nezdinde hazır olması olarak tanımlamışlardır. Bundan dolayı ilmi suretler için maddi bir mekânı göz önünde bulundurulamaz ve zihin hayali suretler için bir mekân olarak değerlendirilemez. Eşyanın hükümleri, kendilerinin gerçekleşme kapsamına tabidir. Eğer bir şeyin gerçekleşme kapsamı dışarıdaysa, onun hükümleri de dışarıdadır ve eğer bir şeyin gerçekleşme kapsamı zihindeyse onun hükümleri de zihnidir. Bunun için zihni varlığa yüklenen ve isnat edilen her hüküm zihnidir. Örneğin eğer bir sürahiyi içindeki su ile zihnimizde canlandıracak olursak, ona isnat edilen her şey zihni ve hayali olur. Onun için varsayılan mekân bile zihni ve hayalidir. Hayali idrakler üç boyuta yani boylam, enlem ve derinliğe sahiptir, lakin burada bu üç boyutun hayali olduğuna da dikkat edilmelidir. Tıpkı bizim özel bir enlem, boylam, derinlik ve belirli bir hacim ile bir cismi zihnimizde canlandırmamız gibi. Örneğin herhangi bir dağı zihnimizde canlandırdığımızda onun için maddi bir mekân göz önünde bulunduramayız ve onun mekânının zihin olduğunu söyleyemeyiz. Eğer onun için bir mekân göz önünde bulundurursak bu madde dışı ve hayali olacaktır. Bizzat bu husus hayali suretlerin soyut oluşunun delillerinden biridir. O halde biz mekânı her ne şekilde tanımlarsak; yani onu ister Meşşa ekolüne mensup kimselerin tanımladığı gibi kapsayan batın yüzeyinin kapsanan batın yüzeyiyle temas kurması olarak ve ister İşrak ekolüne mensup kimselerin tanımladığı gibi soyut boyut olarak tanımlayalım, hayali ve misali suretler için maddi bir mekân göz önünde bulunduramayız. Lakin onun için misali bir mekân göz önünde bulundurulabilir. Son olarak şu noktaya dikkat etmek gerekir: Misal âleminde maddenin varlığının olmadığı hakkında belirtilen tüm konular, madde hakkında kabul edilen ve yaygın olan tanıma tabidir. Lakin ışık türünden varlıkların latif ve ışıldayan bir madde taşıdığını kabul edersek, bu madde hakkında başka bir tanımı kabullenmek manasına gelir ve bu tanım misal âlemini de içerir. 

Daha fazla bilgi edinmek için 10545 sayılı “Misal Âleminin Yeri” başlığına müracaat edebilirisiniz.

 


[1] Yarı soyut bir âlem olup akıl âlemi (melekler âlemi veya ceberut) ile madde âlemi arasında yer alır. Bu âlem ne aklî cevherler gibi cismanî özellik ve hadlerin tümünden yoksun sayılır ve ne de cismanî cevherler gibi cismanî özellikler ve hadlerin tümünü taşır. Misalî suretlerin maddesi bulunmaz; ancak renk, şekil ve miktardan ibaret olan maddenin ilinekleri onda bulunur. (MisbahYezdi, Amuzeşi Felsefe, c. 2, s. 178, çapı dovvum, Şirketi çap ve neşri benyülmilelisazmanı tebligatı İslami, dovvumupayiz, 1379 h.ş.)

[2] CevadiyiAmuli, RehikiMehtum, bahşıçaharum ez cildi evvel, s. 209, çapı evvel, neşri İsra, 1375 h.ş.

[3] Şirazi, SeyyidRezi, dershayi şerhimenzumeyi Hekim Sebzevari, c. 2, s. 1563-1567, çapı evvel, müessese-i intişaratı hikmet, Tahran, zemistan 1383 h.ş.

[4] Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, Nihayetu’lHikme, s. 294, müessese-i neşri İslami, Kum, 1422 h.k.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Bedensel esenlik sırrını nasıl araştırabiliriz?
    7666 Yeni Kelam İlmi 2011/08/21
    Allah tarafından konulan tabiat kanunları bu dünyada hiçbir insanın baki kalmamasını ve değişik nedenlerle ve bu cümleden olmak üzere bedensel esenliği kaybederek dünyayı terk edip ebedi âleme geçmesini muayyen kılmıştır. Öte taraftan her ne kadar peygamberler ve imamlar (a.s) bir takım özel durumlarda Allah’ın izniyle hastalara (sadece Allah’ın evliyalarının ...
  • Bahailik konusu ve onların tarihi hakkında bilgi verebilir misiniz?
    11742 Eski Kelam İlmi 2008/02/16
    Bahailik fırkasının kurucusu, Mirza Hüseyin Ali Nuri’dir. O, Muhammed Bab’ın, Molla Hüseyin Beşruyeyi’nin tebliği vesilesiyle ortaya çıkmasından sonra Muhammed Bab’ın anlayışına yönelerek onun görüşlerini kabul etmiştir. Muhammed Bab’ın ölümünden ve onun yerine geçen kardeşi Yahya Subh-u Ezel’i kabul etmemesinden sonra Muhammed Bab’ın, zuhurunu vaat ettiği kimsenin (Men ...
  • Acaba iki yıldır süt veren bir kadına emzirme kefaretinin yanı sıra geciktirme kefareti de farz mıdır?
    12992 Orucun Kazası Ve Kefaretleri 2013/01/14
    Ayetullahe'l-uzma SİSTANİ’NİN (Allah yüce gölgesini devam ettirsin) defteri: Bebek emziren kadının sütü az olduğunda, eğer oruç tutması emzirdiği bebeğe zarar verecek olursa, oruç tutmak ona farz değildir. ister bu kadın bebeğin öz annesi olsun, isterse dadısı olsun veya ücretle süt veren bir kadın olsun, fark etmez. Ancak ...
  • Eğer Ehlibeyt (a.s) «خُزّان العلم» ilmin madeni iseler neden kumeyl duasını Hz. Hızır İmam Ali (a.s)’a öğretmiştir?
    6875 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2019/04/07
    Kumeyl duası Şeyh Tusi’nin “Misbah’ul-Muteheccid”[1] ve Seyit ibn. Tavus’un “İkbal’ul-Emal” adlı eserlerinde nakledilmiştir. Seyit ibn. Tavus bu duayı eserinde naklederken şöyle açıklama yapmaktadır: Şeyh Tusi’nin naklettiği rivayetten başka bir rivayette gördüm ki Kumeyl ibn. Ziyad Neğei diyor ki: Basra mescidinde İmam Ali (a.s)’ın yanında ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    6158 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Cenabet olan kimse gusül almadan banyodan çıkarsa bütün bedeni necis sayılır mı?
    29968 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/06/12
    Sorunun cevabını vermeden önce şu noktayı hatırlamamız gerekir: Cenabetten maksat necasetle bütün bedenin necis olması değildir. Cenabet gerçekte manevi necasettir. Meni bedenin tümünü değil yanlızca bedenin değdiği yeri necis eder, yıkamakla ve necasetin gidermesiyle değdiği yer pak olur. Örneğin cenabet olan ...
  • Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt (a.s) diri midirler? Eğer diriyseler bunun manası nedir?
    9429 دانش، مقام و توانایی های معصومان 2012/07/24
    Hz. Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt’inin (a.s) diri olması, hakiki hayat konusunda Kur’an’daki anlamı içerir ve özellikle şehitler hakkında buna vurguda bulunulmuştur: "وَ لا تَحْسَبَنَّ الَّذينَ قُتِلُوا في‏ سَبيلِ اللَّهِ أَمْواتاً بَلْ أَحْياءٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ". Aynı şekilde birçok rivayette de imamların diri oluşu hakkında bu anlama ...
  • Nahiye-i mukaddese ziyareti Şia'da muteber kabul edilir mi? Bunu teyit eden delil ve akide nedir?
    11085 Pratik Ahlak 2011/09/27
    Nahiye-i Mukaddese ziyareti mutlak ziyaretnameler türündendir. Yani onu her zaman (Aşura günü ve diğer günlerde) ve her yerde okuyarak Hz. Hüseyin (a.s)'ı ziyaret etmek mümkündür. Bu ziyaret peygamberlere, din önderlerine ve pak İmamlara selam ile başlar, sonra Hz. Hüseyin ve onun vefalı yaranlarına selamlamakla devam eder, daha sonra Hz. ...
  • İlime hakiki anlamda iştiyak kazanmanın yolu nedir?
    7859 Pratik Ahlak 2011/07/23
    Ayetullah Hadevi Tehrani'nin bu konuyla ilgili görüşü şöyledir:İlime duyulan iştiyak ilahi bir lütuftur. Ancak bu hissi bazı yollardan güçlendirmek mümkündür:1- Sırayı gözeterek ve düzenli bir şekilde ders okuma. Bu tür ders alma insanda öğrenme ve ilime ilgi hissini güçlendirir ...
  • İnsan kıyamette bu dünyada sevdiği ve ilgi duyduğu insanlarla mı haşır olacak?
    3293 Hadis 2020/01/20

En Çok Okunanlar