Gelişmiş Arama
Ziyaret
8039
Güncellenme Tarihi: 2011/02/07
Soru Özeti
Peygamberin (s.a.a.) Teşkil Etmiş Olduğu Hükümetin, Allah’ı Arayan Fıtrat ile İrtibatı nedir?
Soru
Allah Resulü (s.a.a.) tarafından teşkil edilen Hükümet ile o dönemdeki insanlarının sahip oldukları Allah’ı Arayan Fıtrat arasında -elbette o tarih boyunca tabi olunabilinecek bir örnektir- nasıl bir irtibat vardır?
Kısa Cevap

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[i] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete davet edildiği kadar başka bir şeye davet edilmemiştir. Bu nedenler her şeye anlam kazandıran hükümettir.

Enbiyaların hedefi dünya değildi. Peygamber  (s.a.a.) hükümeti teşkil etmekle kudret, makam ve servet peşinde değildi. Bilakis O hazret (s.a.a.)  insanları eğitmek ve onların manevi boyutuyla alakalı duygularını yükseltmek ve yüceltmek peşindeydi. İşte dini hükümetin asıl işe bu şekilde idi. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Ali b. Ebu Talip den (a.s.) sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli bulmuştur.

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Yani hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.

 


[i] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

 

Ayrıntılı Cevap

Son peygamber (s.a.a.) peygamberlik döneminde farklı devreler yaşadı:

  1. Gizlilik Devri: Bu devir risaletin gizli kaldığı bir devirdi. Bu gizlilik devirde tebliğ has kimselere ve sınırlı bir çerçevede yapılıyordu ve söz konusu olan bu devir üç yıl sürdü.
  2.  Aşikâr Devri: Yani bu devirde risalet umumileşti ve aşikâr bir şekilde cereyan etti. Söz konusu olan bu dönem de on yıl sürdü.

Risaletin üç yıllık gizlilik ve on yıllık aşikâr dönemi Mekkede sürdü. Toplam on üç yıl sonra peygamber Mekke’den Medine’ye hicret etti. Peygamber’in (s.a.a.) Medine’ye yapmış olduğu hicretle İslam ve Müslümanlar için yeni bir atmosfer yeni bir ortam oluştu. Oluşan bu yeni atmosferin şekillenmesiyle hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) kâmil ve bir hükümet için gerekli olan tüm özelliklere haiz olan bir hükümeti teşkil ediyor. Ebette bu hükümet ilk senelerinde dar sınırlar çerçevesinde şekillendi. Tarihi kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) hicretin ikinci yılında Müslüman erkelerin sayısının ne kadar olduğunu öğrenmek için genel bir sayımın yapılması hakkında düstur verdi. Yapılan sayıma göre Müslüman erkeklerin sayısı göze çarpacak bir sayıya sahip değildi. Bize göre bu dönemde Müslümanların sayısı bin’in altında idi. Eğer bu sayıya küçük çocukları ve kadınları da dâhil edersek Müslümanların toplam sayısı yaklaşık 5 ve 6 bin kişi oludu. Ama peygamber-i Ekrem (s.a.a.), Müslümanların sayısı az olmasına rağmen, kâmil ve bir hükümetin taşıması gereken bütün özelliklere sahip bir hükümet kurdu. Elbette peygamberin (s.a.a.) hayatının son döneminde Müslümanların sayısı çoğaldı. “insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördün[1] şeklindeki ayeti kerime de bu hakikati dile getirmektedir. Peygamberin yapmış olduğu bu işi ve halı dikkate aldığımızda şöyle bir soru akla gelir: Neden böyle bir hükümete gerek duyuldu ve neden böyle bir hükümet teşkil edildi? Neden Peygamber (s.a.a.) ilk fırsatta böyle bir işe koyuldu?

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet, ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[2] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete çağırıldığı kadar başka bir şeye çağırılmamıştır.

İmam Humeyni (rh) peygamberlerin hedeflerine işaret ederek şöyle buyuruyor: “Enbiyalar bu güçleri kırmak ve bu şeytani kudretleri bastırmak için gelmişlerdi. Hazreti nebiyi Ekrem de (s.a.a.) bu güç ve kudretleri yıkmak için gelmişti. Elbette enbiyanın yapması gereken iş, bununla sınırlı değildi, bilakis bu yapılması gereken işlerden birisidir. Enbiyaların önemli işi, insanları kemal noktasına kavuşturmaktır. Bunun dışındaki diğer tüm işler bu hedefin tahakkuk bulması için birer vesile konumundadır. Asıl gaye, mutlak kemaldir… enbiya dünya için gelmiş değildiler. Dünya kemale ulaşmak için bir vesiledir. Elbette dünya ehli de bu vesileyi kemalin zıddına kollanırlar… . Kudret elde etmek ve şeytanlık için dünyayı kollanan bir kimse ile dünyayı Allah için kollanan bir kimse zati olarak birbirinden farklıdırlar. Enbiya servet toplamak, kudret elde etmek, dünyaya ulaşmak ve hükümete kavuşmak için bir adım bile atmamışlardır. Eğer enbiya veya büyük evliyalar, dünyevi bir makam elde etmek için bir adım attıklarını iddia eden birisini görürseniz biliniz ki o enbiya ve büyük evliyaları tanıyamamıştır…”[3]

Öyle ise enbiyanın hedefi dünyevi değil; peygamber (s.a.a.), kudret, makam ve servet gibi dünyevi şeyleri elde etmek için hükümeti teşkil etmedi. Bilakis O hazret (s.a.a.), insanları eğitmek ve onların sahip oldukları manevi boyutlarıyla alakalı var olan duyguları yükseltmek ve yüceltmek için hükümet kurdu. İşte dini hükümetin işi ve hedefi budur. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Eğer “gadir hum” gününde şöyle bir buyruk “…Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…[4] şekilleniyorsa kesinlikle şu anlamı ifade etmek içindir ki İslam’ın kapsamış olduğu her şey meselenin bir yüzü ve peygamberin vücutsal devamlılığını sağlamak anlamında olan velayet konusu meselenin bir diğer yüzüdür. Bu öyle büyük nimettir ki onunla din kâmil oldu ve nimette tamamlanmış oldu. Daha sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli buldu.

“Kesa” hadisi Şia ve Sünni camiasında meşhur bir hadistir. Şia ve Sünni[5] kaynaklarında farklı yollardan (ravilerden) beyan edilmiştir. Her iki taife tarafından ittifakla kabul görülen ve her ikisinin kaynak kitaplarında nakledilen miktar şöyledir: “Bir gün Peygamber (s.a.a), hz. Ali, Fatimetu’z- Zekra, Hasan ve Hüseyin ümmü Selemenin evinde bir araya geldiler. Peygamber (s.a.a.) kendi abasını kendi ve diğer dört kişinin üzerine attı ve bu halde iken şöyle dua etti: “Allah’ım! Bunlar benim ehlibeytim ve benim has akrabalarımdır. Dolayısıyla her çeşit pisliği onlardan gider ve onları (her çeşit günahtan ve ayıplardan) pak kıl”. Ondan sonra Cebrail (a.s.) göklerden indi ve tathir ayetini; “Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor[6]  getirdi. Peygamber’in (s.a.a.) hanımı, “Ehlibeyt kimdir? diye sorduğunda, Hazret şöyle buyurdu: “Ben, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin Ehlibeytiz”.[7]  Eğer birisi bu ayetin içeriği üzerinde biraz dikkatlice dursa söz konusu beş kişinin masum olduğuna delalet ettiğini açık bir şekilde görecektir.   

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.[8]

Birisi şöyle diyebilir: İnkılâptan önce de insanlar namaz kılıyor, hacca gidiyor ve oruç tutuyorlardı; İslam inkılâbının tahakkuk bulmasıyla ne değişti ve ne gerçekleşti?

Cevaben şöyle diyoruz: ilkin şuna teveccüh edilmesi gerekir ki inkılâptan önce halktan kaç kişi, hangi atmosferde ve nasıl namaz kılıyordu ve günümüzde nasıl kılıyorlar? İnkılâptan önce üniversitesinde dindar öğrenci ve üstatlar gizli namaz kılıyorlardı. Kamunun örfünde inkılâptan önce namaz bir değer değildi bilakis değerin zıddı sayılıyordu, dolayısıyla namaz kılanlar insanın gözünden düşmemeleri için namazını gizli kılıyorlardır.

Özetle; dindarlık onlar için bir iftihar kaynağı değildi. Zira hâkim olan toplumsal değerler dini değerler değildi. Bilakis dine zıt değerlerdi. Değerler değiştikten sonra artık namaz ve dindarlık da bizler için bir iftihar kaynağı olmaya başladı. 

İkinci olarak; bu gün tereddüt içinde olan kimseleri, topluma hâkim olan atmosfer dine doğru hidayet ediyor. Oysa inkılâptan önceki atmosfer onları dinsizliğe doğru götürüyordu. Neticede hükümet ile olan din bir oluşum icat eder ve diğer taraftan hükümet de namaza, oruca ve… anlam kazandırıyor. Böyleli bir hükümette kılınan namaz sadece kul ile rabbi arasında var olan bir irtibatla sınırlı kalmıyor. Belki bunun yanı sıra birey ve toplumun yaşamına çok eseri vardır.

Dikkate şayan şu ki: Kuran ve İslam bize ölçü ve belirleyici bir mizan vermiştir. Biz bu ölçü ve mizanla kendimizi değerlendirebiliriz ve kendi hedefimize ulaşmak için ne kadar başarılı olduğumuzu ölçebiliriz. Örneğin kur’an’ı kerim şöyle buyuruyor: “Namazı ikame et. Zira namaz hayâsızlıktan ve münkerden alı koyar”.[9] Namaz, hayâsızlık ve münker, bir biriyle bağlantılıdır. Toplum ve kamuda nazmın kılınması her ne kadar fazlalaşır ve nitelik kazanırsa o oranda hayâsızlık ve münker de azalır. Buna binaen bizim bir ölçümüz var ve bu ölçüyle dini değerlerin toplumda derinleşmesinde ne kadar başarılı olduğumuzu keşfedebiliriz.

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki indekslere müracaat edebilirsiniz.

1- «ولایت فقیه در قرآن»؛ سؤال 2194 (سایت: 2498).

2- «قدمت نظریۀ ولایت فقیه»؛ سؤال 7180 (سایت: 7498).

3-  «ابعاد حکومتی اندیشه ی سیاسی شیخ طوسی»؛ سؤال 10003 (سایت: 9965)

4-  «اهل بیت پیامبر اسلام (ص)»؛ سؤال 1249 (سایت: 1257).

5-  مسئولیت پیامبر (ص) در قبال ایمان مردم، 113 (سایت: 1347).

 


[1] Nasr, 2.

[2] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

[3] HUMEYNİ, Seyit Ruhullah, “Sehife-i İma”, baskı, 4, Taharan: Defter-i Neşri Asar-i İmam Humeyni (rh), 1386, Şemsi, c. 12, s. 425 – 426.

[4] Maide, 3.

[5] Ahmet b. Hanbel, “Musnet”, c. 2, s. 292; “Fezailu’l- Hamse Mine’s-Sihhahi’s-Sitte”, c. 1, s. 214.

[6] Ahazap, 33.

[7] Bkz. İndeks: “Mefatihul-Cinandaki Hadisi Kesanın Senediسؤال 8909 (سایت: 8928)؛İslam Peygamberinin Ehlibeyt-i (s.a.a.)”,  سؤال 1249 (سایت: 1257)

[8] Bkz. HADEVİ TAHRANİ, Mehdi, “Velayet ve Diyanet”, Kum: Müesessei Ferhengi-i hıred, velayeti fakih konusu.

[9] Ankebut, 45.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Fetvanın dayanak ve kaynakları nelerdir?
    9468 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2010/04/07
    İçtihat zorluklara tahammül, çaba ya da kudret ve güç demektir. Fıkhi terim olarak ise kaynak ve delillerden şer’i hükümleri çıkarmak için azami ilmi çabayı sarf etmek anlamındadır.Şii fıkhında fetvanın temeli içtihat kaynakları olarak bilinen Kur’an, sünnet, akıl ve icmadır. Ancak bu kaynaklardan, faydalanma ...
  • Acaba bütün peygamberlerin ismini zikrede bilir misiniz?
    3728 تاريخ بزرگان 2019/09/22
  • Dört seçkin kadın ve babalarının ismi nedir?
    20775 تاريخ بزرگان 2010/05/19
    İnsanlık tarihi boyunca tevhid yolunda ve ilahi hedefler uğruna büyük fedakârlıklar gösteren Evliya ve Salihlerin içinde kadınlarda vardır. Onların namı insanlığın karanlık tarihinde parlamaktadır. İslami rivayet ve kaynaklarda büyüklük, fazilet ve yüce makamlarından ötürü en üstün kadınlar ve cennet kadınlarının en üstünleri olarak yad edilen, yücelikle övülen ...
  • Allah İle İrtibat Zamanı Ne Zamandır?
    10242 Pratik İrfan 2011/08/03
    Her ibadetin ruhu Allah ile irtibat kurmak ve O’na yaklaşmaktır. Bu husus namaz, dua ve Allah’ın dergâhına yalvarma ve yakarma ile müyesser olacaktır. Allah ile irtibat kurmak özel bir zaman ve mekâna has değildir. Elbette gece yarısı gibi bazı zamanlar Allah ile irtibat kurmak için en güzel zamanlardır veya ...
  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    17424 ذکر 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • İmam tarafından namazın teşehhüdüne bir harf eklendiği durumda tabi olanların hükmü nedir?
    7471 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/07/18
    Bu sorunun ayrıntılı cevabı yoktur. ...
  • Size göre inkârcıların İslam dini ve diğer dinlere karşı tavır almasının nedenleri ne olabilir?
    6887 Yeni Kelam İlmi 2011/11/21
    İnkârcılar dinler ve özellikle de İslam karşısında tavır almaları değişik siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel nedenler taşıyabilir. Bu dört neden hakkında bilgilenmek için lütfen ayrıntılı cevaba müracaat ediniz. ...
  • İslam dininin dinozor hakkındaki görüşü nedir?
    92226 Tefsir 2010/01/16
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Fakirlere infak etmenin felsefesi nedir?
    8186 انفاق و قرض الحسنه 2012/06/11
    Bazen falankes fakirdir ve mutlaka bir şey yaptığı için Allah onun fakir kalmasını istiyor; biz zenginiz ve mutlaka işlediğimiz bir amelden dolayı Allah’ın lütfü kapsamına girmişiz, o halde ne onların fakirlikleri ve ne de bizim zenginliğimiz hikmetsiz değildir!! Denilir. Hâlbuki infak emrinin çeşitli hikmet ve felsefeleri vardır. ...
  • İran ve Irak savaşında şehit düşen bazı fertlerin cenazelerinin dağılmadığını ve yok olmadığını duydum. Bu duyumlar muteber ve güvenilir midir?
    7921 Eski Kelam İlmi 2012/04/04
    Canlı yaratıkların cisimlerinin yapısı gereği, ruh bedenden çıktıktan sonra tabii olarak beden kokar, çürür ve yok olur. Bu nedenle bazı bedenlerin yıllar geçtikten sonra aynı şekilde salim kalması uzak bir ihtimaldir. Ama Allah her şeye kadir olduğundan[1] böyle bir şey zihinden uzak tutulmamalı ve ...

En Çok Okunanlar