Gelişmiş Arama
Ziyaret
7831
Güncellenme Tarihi: 2011/02/07
Soru Özeti
Peygamberin (s.a.a.) Teşkil Etmiş Olduğu Hükümetin, Allah’ı Arayan Fıtrat ile İrtibatı nedir?
Soru
Allah Resulü (s.a.a.) tarafından teşkil edilen Hükümet ile o dönemdeki insanlarının sahip oldukları Allah’ı Arayan Fıtrat arasında -elbette o tarih boyunca tabi olunabilinecek bir örnektir- nasıl bir irtibat vardır?
Kısa Cevap

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[i] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete davet edildiği kadar başka bir şeye davet edilmemiştir. Bu nedenler her şeye anlam kazandıran hükümettir.

Enbiyaların hedefi dünya değildi. Peygamber  (s.a.a.) hükümeti teşkil etmekle kudret, makam ve servet peşinde değildi. Bilakis O hazret (s.a.a.)  insanları eğitmek ve onların manevi boyutuyla alakalı duygularını yükseltmek ve yüceltmek peşindeydi. İşte dini hükümetin asıl işe bu şekilde idi. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Ali b. Ebu Talip den (a.s.) sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli bulmuştur.

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Yani hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.

 


[i] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

 

Ayrıntılı Cevap

Son peygamber (s.a.a.) peygamberlik döneminde farklı devreler yaşadı:

  1. Gizlilik Devri: Bu devir risaletin gizli kaldığı bir devirdi. Bu gizlilik devirde tebliğ has kimselere ve sınırlı bir çerçevede yapılıyordu ve söz konusu olan bu devir üç yıl sürdü.
  2.  Aşikâr Devri: Yani bu devirde risalet umumileşti ve aşikâr bir şekilde cereyan etti. Söz konusu olan bu dönem de on yıl sürdü.

Risaletin üç yıllık gizlilik ve on yıllık aşikâr dönemi Mekkede sürdü. Toplam on üç yıl sonra peygamber Mekke’den Medine’ye hicret etti. Peygamber’in (s.a.a.) Medine’ye yapmış olduğu hicretle İslam ve Müslümanlar için yeni bir atmosfer yeni bir ortam oluştu. Oluşan bu yeni atmosferin şekillenmesiyle hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) kâmil ve bir hükümet için gerekli olan tüm özelliklere haiz olan bir hükümeti teşkil ediyor. Ebette bu hükümet ilk senelerinde dar sınırlar çerçevesinde şekillendi. Tarihi kaynaklarda nakledilen rivayetlere göre hazreti Resul-i Ekrem (s.a.a.) hicretin ikinci yılında Müslüman erkelerin sayısının ne kadar olduğunu öğrenmek için genel bir sayımın yapılması hakkında düstur verdi. Yapılan sayıma göre Müslüman erkeklerin sayısı göze çarpacak bir sayıya sahip değildi. Bize göre bu dönemde Müslümanların sayısı bin’in altında idi. Eğer bu sayıya küçük çocukları ve kadınları da dâhil edersek Müslümanların toplam sayısı yaklaşık 5 ve 6 bin kişi oludu. Ama peygamber-i Ekrem (s.a.a.), Müslümanların sayısı az olmasına rağmen, kâmil ve bir hükümetin taşıması gereken bütün özelliklere sahip bir hükümet kurdu. Elbette peygamberin (s.a.a.) hayatının son döneminde Müslümanların sayısı çoğaldı. “insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördün[1] şeklindeki ayeti kerime de bu hakikati dile getirmektedir. Peygamberin yapmış olduğu bu işi ve halı dikkate aldığımızda şöyle bir soru akla gelir: Neden böyle bir hükümete gerek duyuldu ve neden böyle bir hükümet teşkil edildi? Neden Peygamber (s.a.a.) ilk fırsatta böyle bir işe koyuldu?

Bize göre Resul-i Ekrem’in (s.a.a.) teşkil etmiş olduğu hükümet, ilahi bir emir idi. Ama bu emri iktiza eden nokta, bu hükümetin insan yaşamının tüm alanlarında tesir etmesidir. İmam Bakırdan (a.s.)  “…velayete davet edildiği kadar hiç bir şeye davet edilmedi[2] şeklinde nakledilen tabir buna yöneliktir. Yani hiçbir kimse velayete çağırıldığı kadar başka bir şeye çağırılmamıştır.

İmam Humeyni (rh) peygamberlerin hedeflerine işaret ederek şöyle buyuruyor: “Enbiyalar bu güçleri kırmak ve bu şeytani kudretleri bastırmak için gelmişlerdi. Hazreti nebiyi Ekrem de (s.a.a.) bu güç ve kudretleri yıkmak için gelmişti. Elbette enbiyanın yapması gereken iş, bununla sınırlı değildi, bilakis bu yapılması gereken işlerden birisidir. Enbiyaların önemli işi, insanları kemal noktasına kavuşturmaktır. Bunun dışındaki diğer tüm işler bu hedefin tahakkuk bulması için birer vesile konumundadır. Asıl gaye, mutlak kemaldir… enbiya dünya için gelmiş değildiler. Dünya kemale ulaşmak için bir vesiledir. Elbette dünya ehli de bu vesileyi kemalin zıddına kollanırlar… . Kudret elde etmek ve şeytanlık için dünyayı kollanan bir kimse ile dünyayı Allah için kollanan bir kimse zati olarak birbirinden farklıdırlar. Enbiya servet toplamak, kudret elde etmek, dünyaya ulaşmak ve hükümete kavuşmak için bir adım bile atmamışlardır. Eğer enbiya veya büyük evliyalar, dünyevi bir makam elde etmek için bir adım attıklarını iddia eden birisini görürseniz biliniz ki o enbiya ve büyük evliyaları tanıyamamıştır…”[3]

Öyle ise enbiyanın hedefi dünyevi değil; peygamber (s.a.a.), kudret, makam ve servet gibi dünyevi şeyleri elde etmek için hükümeti teşkil etmedi. Bilakis O hazret (s.a.a.), insanları eğitmek ve onların sahip oldukları manevi boyutlarıyla alakalı var olan duyguları yükseltmek ve yüceltmek için hükümet kurdu. İşte dini hükümetin işi ve hedefi budur. Peygamberin (s.a.a.) mübarek vücudunun devamlılığı “gadir hum” gününde imamette tecelli buluyor. Eğer “gadir hum” gününde şöyle bir buyruk “…Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…[4] şekilleniyorsa kesinlikle şu anlamı ifade etmek içindir ki İslam’ın kapsamış olduğu her şey meselenin bir yüzü ve peygamberin vücutsal devamlılığını sağlamak anlamında olan velayet konusu meselenin bir diğer yüzüdür. Bu öyle büyük nimettir ki onunla din kâmil oldu ve nimette tamamlanmış oldu. Daha sonra bu vücutsal devamlılık İmam Müçteba ve diğer İmamların (a.s.) mübarek vücutlarında tecelli buldu.

“Kesa” hadisi Şia ve Sünni camiasında meşhur bir hadistir. Şia ve Sünni[5] kaynaklarında farklı yollardan (ravilerden) beyan edilmiştir. Her iki taife tarafından ittifakla kabul görülen ve her ikisinin kaynak kitaplarında nakledilen miktar şöyledir: “Bir gün Peygamber (s.a.a), hz. Ali, Fatimetu’z- Zekra, Hasan ve Hüseyin ümmü Selemenin evinde bir araya geldiler. Peygamber (s.a.a.) kendi abasını kendi ve diğer dört kişinin üzerine attı ve bu halde iken şöyle dua etti: “Allah’ım! Bunlar benim ehlibeytim ve benim has akrabalarımdır. Dolayısıyla her çeşit pisliği onlardan gider ve onları (her çeşit günahtan ve ayıplardan) pak kıl”. Ondan sonra Cebrail (a.s.) göklerden indi ve tathir ayetini; “Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden ancak günah kirini gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor[6]  getirdi. Peygamber’in (s.a.a.) hanımı, “Ehlibeyt kimdir? diye sorduğunda, Hazret şöyle buyurdu: “Ben, Ali, Fatime, Hasan ve Hüseyin Ehlibeytiz”.[7]  Eğer birisi bu ayetin içeriği üzerinde biraz dikkatlice dursa söz konusu beş kişinin masum olduğuna delalet ettiğini açık bir şekilde görecektir.   

Bizim inancımıza göre “velayeti fakih” inkâr edilmeyecek bir asıl olarak kabul edilmiştir. Hüccetin (a.f.) gaybet döneminde -elimizin ulaşabilecek ve doğrudan doğruya onun mübarek vücudundan yararlanabilir durumda olmadığımız için- bu velayet gerekli şartlara haiz olan fakihlere geçmiştir. Velayeti fakih masumların (a.s.) sahip oldukları imametin devamlılığı ve hatemül enbiyanın sahip olduğu velayetin tecillisi ve devamıdır.[8]

Birisi şöyle diyebilir: İnkılâptan önce de insanlar namaz kılıyor, hacca gidiyor ve oruç tutuyorlardı; İslam inkılâbının tahakkuk bulmasıyla ne değişti ve ne gerçekleşti?

Cevaben şöyle diyoruz: ilkin şuna teveccüh edilmesi gerekir ki inkılâptan önce halktan kaç kişi, hangi atmosferde ve nasıl namaz kılıyordu ve günümüzde nasıl kılıyorlar? İnkılâptan önce üniversitesinde dindar öğrenci ve üstatlar gizli namaz kılıyorlardı. Kamunun örfünde inkılâptan önce namaz bir değer değildi bilakis değerin zıddı sayılıyordu, dolayısıyla namaz kılanlar insanın gözünden düşmemeleri için namazını gizli kılıyorlardır.

Özetle; dindarlık onlar için bir iftihar kaynağı değildi. Zira hâkim olan toplumsal değerler dini değerler değildi. Bilakis dine zıt değerlerdi. Değerler değiştikten sonra artık namaz ve dindarlık da bizler için bir iftihar kaynağı olmaya başladı. 

İkinci olarak; bu gün tereddüt içinde olan kimseleri, topluma hâkim olan atmosfer dine doğru hidayet ediyor. Oysa inkılâptan önceki atmosfer onları dinsizliğe doğru götürüyordu. Neticede hükümet ile olan din bir oluşum icat eder ve diğer taraftan hükümet de namaza, oruca ve… anlam kazandırıyor. Böyleli bir hükümette kılınan namaz sadece kul ile rabbi arasında var olan bir irtibatla sınırlı kalmıyor. Belki bunun yanı sıra birey ve toplumun yaşamına çok eseri vardır.

Dikkate şayan şu ki: Kuran ve İslam bize ölçü ve belirleyici bir mizan vermiştir. Biz bu ölçü ve mizanla kendimizi değerlendirebiliriz ve kendi hedefimize ulaşmak için ne kadar başarılı olduğumuzu ölçebiliriz. Örneğin kur’an’ı kerim şöyle buyuruyor: “Namazı ikame et. Zira namaz hayâsızlıktan ve münkerden alı koyar”.[9] Namaz, hayâsızlık ve münker, bir biriyle bağlantılıdır. Toplum ve kamuda nazmın kılınması her ne kadar fazlalaşır ve nitelik kazanırsa o oranda hayâsızlık ve münker de azalır. Buna binaen bizim bir ölçümüz var ve bu ölçüyle dini değerlerin toplumda derinleşmesinde ne kadar başarılı olduğumuzu keşfedebiliriz.

Daha fazla bilgi edinmek için aşağıdaki indekslere müracaat edebilirsiniz.

1- «ولایت فقیه در قرآن»؛ سؤال 2194 (سایت: 2498).

2- «قدمت نظریۀ ولایت فقیه»؛ سؤال 7180 (سایت: 7498).

3-  «ابعاد حکومتی اندیشه ی سیاسی شیخ طوسی»؛ سؤال 10003 (سایت: 9965)

4-  «اهل بیت پیامبر اسلام (ص)»؛ سؤال 1249 (سایت: 1257).

5-  مسئولیت پیامبر (ص) در قبال ایمان مردم، 113 (سایت: 1347).

 


[1] Nasr, 2.

[2] KÜLEYNİ, “el-Kafi”, Tahran: Daru’l-Kütubi’l-İslamiye, 1365, Şemsi, c. 2, s. 18.

[3] HUMEYNİ, Seyit Ruhullah, “Sehife-i İma”, baskı, 4, Taharan: Defter-i Neşri Asar-i İmam Humeyni (rh), 1386, Şemsi, c. 12, s. 425 – 426.

[4] Maide, 3.

[5] Ahmet b. Hanbel, “Musnet”, c. 2, s. 292; “Fezailu’l- Hamse Mine’s-Sihhahi’s-Sitte”, c. 1, s. 214.

[6] Ahazap, 33.

[7] Bkz. İndeks: “Mefatihul-Cinandaki Hadisi Kesanın Senediسؤال 8909 (سایت: 8928)؛İslam Peygamberinin Ehlibeyt-i (s.a.a.)”,  سؤال 1249 (سایت: 1257)

[8] Bkz. HADEVİ TAHRANİ, Mehdi, “Velayet ve Diyanet”, Kum: Müesessei Ferhengi-i hıred, velayeti fakih konusu.

[9] Ankebut, 45.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Köpek ve domuzun necis oldukları hakkında bir hadis söyleyebilir misiniz?
    14791 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/04/07
    Köpek ve domuzun necaseti hakkında Masum İmamlardan (a.s) elimize çeşitli rivayetler ulaşmıştır. Bu rivayetlerin bazılarında necis sözcüğü açıkça gelmiş bazılarında ise gelmemiştir. Açıkça gelmeyenlerden de köpek ve domuzun necis olmaları gereklilik babından anlaşılmaktadır. Böyle rivayetlerde köpeğin artığı veya domuzun insanın elbisesine değmesi hakkında İmamdan (a.s) sorular ...
  • İmam Hasan Askeri (a.s)’ın biyografisini anlatır mısınız?
    3319 Sire 2020/01/20
  • İslam devletinde medeni kurumların yeri nedir?
    7745 Düzenler 2010/12/04
    Toplumda halk kitleleriyle devlet arasındaki kuruluşlara medeni kurumlar denir. Köy ve şehirlerdeki kooperatifler, dernekler, spor kulüpleri ve birlikler (okul-aile birliği gibi) vb. medeni kurumlara örnek teşkil etmektedirler. Medeni kurumların varlığı halkçı düzenlerin temel özelliklerinden biridir. Bir işi ve mesleği olan herkes bu kurumlara üye olabilirler. Medeni kurumlar, toplumsal ...
  • Allah’ın fertlere evlat verme ve vermemedeki hikmeti nedir?
    70786 Eski Kelam İlmi 2011/09/21
    Yüce Allah âlim ve hikmet sahibidir. İlahi sünnet her işin sebepler kanalıyla gerçekleşmesini gerektirir. İlahi sünnetlerden bir tanesi de kendine has nedenler aracılığıyla neslin üremesidir. Tarih boyunca evlendikten sonra veya genel olarak veyahut uzun bir müddet süresince evlat sahibi olmayan birçok insan vardır. Bu fertler arasında ömründe hiçbir günaha ...
  • Kabirde soru ve sual nasıldır ve gayri Müslimler için hangi şekildedir?
    15342 Eski Kelam İlmi 2011/08/17
    Berzah sözlükte iki şey arasında yer alan perde ve engel anlamındadır. Istılahta ise Yüce Allah’ın dünya ve ahiret arasında karar kıldığı ve ölümden sonra insanın ilk menzili olan âleme denmektedir. Berzah âleminden kastedilen, kabir âlemidir; bu âlemde insan kıyamete dek özel bir tür yaşam sürecektir. Burada kabirden kastedilen şey ...
  • Kredi kartlarıyla alışveriş yapılması ve bu kartların nakit paraya çevrilmesinin hükmü nedir?
    6089 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/05/13
    Sorunuzun cevabını Ayetullah Hamenei’nin kalemi şu şekilde cevaplamıştır: Hesapta olan ve alışveriş yaparken ödediğiniz miktarın bir sakıncası yoktur. Ama hesabınızda karşılığı olmadan size kredi hesabı olarak verilen miktar; eğer borç şeklindeyse ve ona faiz geliyorsa, borcun kendisi sahih ama fazlası faiz sayılmaktadır ve haramdır. ...
  • Nazardan korunmak nasıl mümkündür?
    11551 Tefsir 2011/05/09
    Nazar, nefsin oluşturduğu tesirlerindendir ve onun inkar etmeğe bir delil yoktur. Hatta bazı hadiseler nazarın varlığına delil sayılır. Merhum Şeyh Abbas Kummi, nazardan korunmanın yolları hakkında Kalem Suresi'inin 51. ayetini okumayı tavsiye etmiştir. Bu ayetin nüzul sebebine bakıldığında onun nazara karşı etkili olduğu ...
  • Neden esir düşmüş evli kadınlar hakkında Müslümanlara helal olduğuna dair ayet nazil olmuştur?
    6495 Gayri Müslimlerle İlişki 2019/01/22
    Kutsal islam şeriati evli kadınlarla evlilik yapmayı haram bilmektedir. Bu hükümden sadece savaşta esir düşmüş ve belirli şartlara haiz olanlar istisna edilmiştir. Allah teala kafirlerden esir düşmüş esir kadınlar batıl inançlarından beraat ettikten sonra ve rahimleri önceki eşlerinden arınmış ise nikah kıymayı helal etmiştir. Başka bir tabirle ...
  • Niçin ezan Arapça okunmaktadır?
    32652 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2009/08/23
    Ezanın Arapça okunmasının gerekliliğinin en önemli delili ezanın bir ibadet oluşudur. Bu ibadet Peygamber-i Ekrem’in sünneti gereği olduğu gibi korunmuştur. Her ibadetin şekli ve biçimi Allah Teala’nın belirlediği, emrettiği şekilde olmalıdır. Buna ek olarak bu ibadetin asırlar boyunca tahriften uzak kalması, bozulmaması ve ...
  • Bir Müslümanın, Amerika’daki mahkemelere bir dava için başvurması caiz midir?
    6726 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2008/11/01
    Ayetullah Uzma Hamenei (r.a)’nin bürosunun cevabı:“Eğer kadının hakkını elde etmesi, gayri İslami mahkemelere başvurmasına bağlıysa, özellikle bu mahkemelere başvurmaması kadın için zorluk ve sıkıntıya sebep olacaksa; başvurmasında bir mani yoktur.”Hazreti Ayetullah-il Uzma Mekarim Şirazi (r.a)’nin bürosunun cevabı:“Hakkını elde edecek başka bir yolu olmaz ve bu mahkemelere başvurmak ...

En Çok Okunanlar