Gelişmiş Arama
Ziyaret
13478
Güncellenme Tarihi: 2008/04/09
Soru Özeti
İslam dininde aklın işlevlilik sınırı ne kadardır ve nerelerde ve nereye kadar ondan istifade edilebilir?
Soru
İslam dininde aklın işlevlilik sınırı ne kadardır ve nerelerde ve nereye kadar ondan istifade edilebilir?
Kısa Cevap

Akıl, Allah’ın insan vücudunda karar kıldığı, en değerli bir güçtür ve onun kısım ve dereceleri vardır.

Teorik akıl; onun görevi olayları derk etmek, tanımak ve o olaylar hakkında hüküm vermektir.

Pratik akıl; insan davranışlarını kontrol eden güçtür, diğer bir deyişle onun işi olması gereken ve olmaması gereken şeyleri derk etmektir ve aslında Pratik akıl, yaşantı ilimlerinin temelidir. Pratik akıldaki hüküm, “Bu işi yapsam mı, yapmasam mı?” şeklindedir.

Akıl yaratılmış olan varlıklardan bir varlık olduğu ve her varlık da sınırlı bir yapıya sahip olduğu için, onun işlev alanının da sınırlı olması kaçınılmazdır. Yani aklın, faaliyet ve işlevlilik alanının sınırı mahlûkların dairesi içersindedir ve Allah’ı sınırlı ölçüde tanıma gücü vardır. Ama O’nun sınırsız olan zatı ve künhüne(hakikatine) ulaşamaz.

Akıl, tekvini ve teşrii kanunlar alnında faaliyet göstererek onları anlayabilir. Ama her iki alanda da vahye muhtaç olmaması düşünülemez. Mead’ın(geri dönüş) ince ayrıntıları ve hükümlerin illeti gibi konuları anlamaktan acizdir ve bu yüzden de şeriatın kılavuzluğuna ihtiyacı vardır.

Ayrıntılı Cevap

Akıl kelimesi ve ondan türeyen kelimelerin sözlük anlamı, anlamak, idrak etmek ve ayakkabı bağı anlamındadır.[1]

Kuran-ı Kerim’de anlamak ve idrak manasında gelmiştir.[2] Rivayetlerde, ise teşhis ve derk eden, insanı iyiliğe ve salaha yönlendiren ve fesat ve şerden uzak tutan bir güç anlamlarının ifade eder.[3]

Akıl, terim anlamı olarak; insanların gerçekleşen olayları onun vesilesiyle derk ettikleri bileşiksiz bir cevherdir. Buna göre akıl, gerçekleşen olayları derk etme gücüdür. Bu hakikatleri derk etmeye ilave olarak, akıl insanın ruhunu kontrol ederek ona yücelik vermektedir.[4]

Aklın çeşitli kısım ve dereceleri vardır.

Teorik akıl; İnsanın vesilesiyle, tabiata, matematiğe, mantığa, ilahiyata ve genel olarak teorik hikmetle ilgili olan, var olan ve olmayanları derk ettiği bir güçtür.

Pratik akıl; İman, karar alma, azim ve iradenin konu olduğu, yani amelin başladığı yerlerdedir.

Normal akıl; bütün çaba ve uğraşısı zahirdeki hayatı korumak olan akıldır. İnsanların çoğunluğu bu şekilde derk eden ve faal olan bir güce akıl demektedirler.[5]

Başka bir deyişle, teorik aklın işi olayları derk etmek, tanımak ve o olaylar hakkında hüküm vermektir.[6]

Pratik akıl insan davranışlarını kontrol eden güçtür[7], diğer bir deyişle onun işi olması gereken ve olmaması gereken şeyleri derk etmektir ve aslında pratik akıl, sosyal bilimlerinin temelidir. Pratik akıldaki hüküm, “Bu işi yapılsın, yapılmasın” şeklindedir.[8]

Pratik akıl, İmam Cafer Sadık(a.s.)’ın tabirine göre, insanın Allah’a kulluğunu ve cenneti kazanmayı sağlayan sermayesidir.[9]

İslam okulunda, aklın yüce ve değerli bir yeri vardır. Allame Tabatabai, El-Mizan tefsirinde şöyle yazmaktadır: Akıl, insan vücudundaki en şerefli güçtür.[10] Allah-u Teala, Kuran-ı Kerim’de üç yüzden fazla yerde, insanları bu Allah vergisi güçten istifade etmeye davet etmektedir.[11] Allame Tabatabai’ye göre, İslam dininde akletmek ve düşünmenin yeri o kadar yücedir ki Allah-u Teala, hiçbir ayette kullarını anlamamaya veya körü körüne bir işi yapmaya çağırmamıştır.[12]

 

Aklın işlevi ve faaliyet alanı:

Akli ve nakli delillere göre, aklın işlevi ve faaliyet alanı âlemdeki mahlûklar ve varlıklar çerçevesindedir. Şeriat hükümlerini ve Allah’ı tanıması çok sınırlıdır; yani insan aklı Allah’ın zatını tanımaya ve derk etmeye kadir değildir. Çünkü bütün mahlûklar, yaratılmış ve oluşturulmuş olmalarından dolayı sınırsız ve sonsuz olamazlar. İnsan aklı da Allah’ın yarattığı bir şey olduğu için sınırlıdır ve sınırsız ve sonsuz olan bir varlığı tanıyamaz.

İnsan aklı, âlemi, ondaki varlıkları ve ona hâkim olan kuralları tanıyabilir ve hüküm verebilir.

Hükümlerin anlaşılması hususunda da ona dayanmaktadırlar. Fıkıh ilminde akıl, Kuran ve sünnetin yanında delil olarak kullanılmaktadır. Usul ilminde de aynı şekilde Hüsn ve Kubh-u Akli (aklın derk ettiği iyi ve kötü şeyler) babında kullanılmaktadır ve akıl, Allah’ın emir ve yasaklarına uymanın gerekliliğine hükmetmektedir.[13]

Tabiî ki İslam dininde, inançlar ve hükümler alanında da akıl ötesi bazı hükümler ve konular vardır ve akıl bu konuları reddetmemekle birlikte onların aslını (örneğin, hükümlerin felsefesini ve Mead’ın (Kiyamet’in) ince ayrıntıları gibi konuları anlayamaz.

Allame Tabatabai, Fransız Hanri Karbon’un: “Eğer akıl ile Kuran, sünnet ve şeriat arasında ihtilaf olursa ne yaparsınız?” diye sorusunun cevabında şöyle diyor: “Kur’an açıkça aklın görüşünü onayladığı ve tasdik ettiği için, hiçbir zaman onların arasında ihtilaf oluşmaz.”[14]

Buna ilave olarak, Nehcü’l-Belage’deki Hz. Ali’nin (a.s.) peygamberlerin risaleti hakkındaki sözlerinden, akıl ve Kur’an’ın çelişmesinin imkansız olduğuve bunların uyumlu bir şekilde birbirlerini onayladıkları anlaşılmaktadır. Hz. Ali (a.s) şöyle demiştir: “Ve akıl hazinelerini onlar için ortaya çıkarttı”[15]

Hz. Ali (a.s.) bu açıklamasında, peygamberlerin gönderiliş felsefesinin, insanların uyuşmuş akıllarını uyandırmaları olduğunu açıklamıştır.

İnsanın akıl ve fıtratı, bütün hakikat ve gerçeklerin bulunduğu bir depo gibidir. Peygamberlerin söyledikleri her şey akıl ve mantığa uygundur. Usul ve Fıkıh ilminde Mulazime (gereklilik) kaidesi vardır: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat ta hükmeder.”[16] Bunun tersi de doğrudur; yani “Şeriat’ın hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” Çünkü Şeriat’ın kaynaklarından birisi de akıldır.

Buna göre, peygamberlerin ve Şeriat’ın hükümleri aklın karşısında değildir. Onların söyledikleri her şey aklın derinliklerinde olan ama şeytanın vesveseleri sonucu insanların gaflet ettiği şeylerdir. Peygamberler, insanların akıllarının derinliklerinde olan hazineleri onlara hatırlatmak için gelmişlerdir.

Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki şeriat ve akıl birbiriyle uyumlu ve iç içedirler ve şeriatta fıtratla çelişecek bir hüküm yoktur. Bu yüzden, insan bir şeyi kabul etmek için vicdanını ikna edecek delillerin peşine gitmektedir ve bir hakikat delille açıklandığı zaman onu kabul etmektedir. Bütün bu açıklamalar, âlemi ve ondaki varlıkları tanımak, varlık âlemine hâkim olan kanunlar, aklın gücü ve sınırları içerisindeki, aklın değerlendirdiği ve hüküm verdiği şeriat hükümleri ile ilgili konularla ilgiliydi. Ama akıl, Allah’ın zatını ve hakikatini tanıma hususunda sınırlı ve güçsüzdür.

Hz. Ali (a.s.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “Akıllar, Allah’ın sıfatlarını tam olarak kavrayacak güçte değillerdir …”[17]

Allah’ın sıfatları O’nun zatının ta kendisidir ve Allah da sınırsız bir varlıktır. Yani Allah’ın ilmi, kudreti ve hayatı ve bu türden kemal sıfatları da aynı şekilde sınırsız ve zatının ta kendisidirler. Onun sıfatları sınırsız olduğu için, insan aklı onların hakikatine ulaşamaz ve onları derk edemez. Diğer bir açıklamayla, insan yaratık olduğu ve sınırlı olduğu için, sınırsız olan bir varlığın zatına ulaşamaz. Hz. Ali (a.s) şu sözünün manası da budur: “İnsanların akıllarına sıfatlarının gerçeğine vakıf kılmamıştır.” Elbette bu Allah’ın insanların, kendisini tanımalarına engel olduğu anlamına gelmez; çünkü Hz. Ali (a.s.) hutbenin devamında şöyle buyurmaktadır: “Akılı kendisini tanıma hususunda perdelememiştir.”[18] Yani Allah insanı, kendisini tanımaktan menetmemiştir.

İmam Cafer Sadık(a.s.) bu hususta şöyle buyurmaktadır: “… Akıl sayesinde kullar, kendi yaratıcılarını tanımakta, yaratılmış olduklarını bilmekte, onun rab olduğunu ve kendilerinin de onun tedbiri altında olduklarını ve yaratıcılarının ebedi ve kendilerinin de fani olduklarını anlamaktadırlar.”[19]

İnsan aklı, bu âlemin bir yaratıcısı olduğunu ve o yaratıcının ilim, kudret ve hayat gibi kemal ve celal sıfatlarına sahip olduğunu anlayabilecek ölçüdedir. Aklın tanıma görevi bu ölçüdedir; Allah ona bu gücü vermiş ve menetmemiştir. Ama bundan daha fazlası olan, Allah’ın künhünü, hakikatini ve sıfatlarının gerçeğini tanımakta ise insan aklı aciz ve güçsüzdür.



[1] Muin, Muhammed, Ferheng-i Muin, (bir ciltlik), Akıl kelimesi.

[2] Seccadi, Seyit Cafer, Kelami ve Felsefi İlimler Sözlüğü, Akıl sözcüğü.               

[3] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s: 11.

[4] Kereci, Ali, Felsefi Terimler ve Onların Birbirleriyle Olan Farklılıkları, s: 171–172.

[5] Cevadi Amuli, Abdullah, Kuran’da Fıtrat, c: 12, s: 29–30 ve 397.

[6] Şehit Mutahheri, On Konuşma, s: 30–31.

[7] Cevadi Amuli, Abdullah, Rehig-i Mehtum, c: 1, birinci bölüm, s: 153.

[8] Şehit Mutahheri, On Konuşma, s: 30–31.

[9] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s: 11, 3’üncü hadis.

[10] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, El-Mizan, c: 3, s: 57.

[11] Aynı kaynak, c: 5, s: 255.

[12] Nefisi, Şadi, 14’üncü asır Tefsirlerindeki Akılcılık, s: 194–195.

[13] Meliki İsfahani, Mücteba, Usul Terimleri Sözlüğü, c: 2, s: 279.

[14] Kedyur, Muhsin, Akıl Defteri, s: 115.

[15] Nehc-ül Belage, Birinci Hutbe.

[16] Sebzivari, Seyit Abdula’la, Tehzib-ul Usul, c:1, s. 145; Muzaffer, Muhammed Rıza, Usul-ul Fıkıh, c: 1, s: 217.

[17] Nehc-ül Belage, 49’uncu hutbe.

[18] Aynı kaynak.

[19] Kuleyni, Usul-u Kâfi, c:1, s:33–34.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Namazı terk etmek orucu bozar mı?
    5094 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/12/19
    İslam’ın tüm hüküm ve buyrukları insanın gelişmesi ve erginleşmesi için teşrii edilmiştir ve onlara göre amel edilmesi durumunda da bunun fayda ve yararı insana dönecektir. Bu hükümlerin tümü bir külliyattır ve ancak bütün buyruklarla amel edilmesi durumunda kâmil neticeye ulaşılır. Netice itibariyle oruçsuz namaz veya namazsız orucun hiçbiri, ideal ...
  • Aceleyi gidermek için ne yapılmalıdır?
    5940 Teorik Ahlak 2012/05/03
    Acele, dinsel öğretilerin men ettiği hususlardandır. Bu, işleri yapmada erken girişimde bulunmak anlamına gelir. Acele etmek hız ve işleri zamanında yapmak ile fark eder. Hız, öncüllerin ve gerekli şartların hazır olmasından sonra insanın fırsatı elden vermemesi ve işi yapmak için girişimde bulunmasıdır. Acelenin karşısında ise soğukkanlılık ve ...
  • Haksız yere yemin eden kimsenin akıbeti ne olur?
    11495 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/13
    Haksız yere yemin etmenin akıbetinden maksat iki şey olabilir:1- Şer’i ve fıkhi hüküm manasında akıbet.2- Getirdiği sonuçlar manasındaki akıbet. Bu etki dünya veya ahiret etkileri olabilir. Sorudan galiba bu ikinci mana kastedilmektedir.1- Şer’i HükümŞer’i Hüküme göre ...
  • İmam Hüseyin (a.s) ve ashabı suları az olmasına rağmen Aşura günü nasıl gusül aldılar?
    7305 Masumların Siresi 2010/02/06
    İmam Hüseyin (a.s)'ın Ehl-i Beyt'i ve ashabının susuzluğuna ait rivayetlerle İmam (a.s) ve ashabının Aşura sabahı gusül, abdest ve temizlik yaptıklarına dair olan rivayetler hakkında söylemek gerekir ki, İmam (a.s)'ın kafilesinin suya ulaşmaması için muhasaraya alındığı ve İmam Hüseyin (a.s)'ın şehadet anında susuz ...
  • Ben istemeyerek yakın akrabalarımdan birinin haysiyetinin lekelenmesine neden oldum. Allah’ın günahımı bağışlaması için ne yapmalıyım?
    5914 توبه 2014/05/20
    Evvela dini öğretilerde kul hakkının büyük günahlardan sayıldığını ve bağışlanmasının sadece hak sahibinin rıza göstermesi yoluyla olduğunu hatırlatmak zorunlu gözükmektedir; yani eğer bir insan bir müminin hakkını zayi ederse, örneğin bir toplulukta haysiyetini lekelerse yahut malına tecavüz ederse bu kötü ve çirkin fiili telafi etmenin tek yolu ...
  • Sad suresi 26’ıncı ayetin tefsiri
    3594 Tefsir 2019/06/02
    «يا داوُدُ إِنَّا جَعَلْناكَ خَلِيفَةً فِي الْأَرْضِ فَاحْكُمْ بَيْنَ النَّاسِ بِالْحَقِّ ...» Sad suresinin 26’ıncı ayetinde Hz. Davut (a.s) hitap alınmıştır. Allah Teala bu ayette Hz. Davut (a.s)’a hitap ederek onu yeryüzünde halifesi ve vekili karar kılmıştır.[1] Böylece toplumsal bazda diğer ulvi peygamberler ...
  • Namazda âmin söylemenin yasaklanmasının felsefesi nedir?
    8684 وضو، اذان و نماز 2012/05/16
    Ehlibeyt rivayetleri esasınca namazda âmin sözünü söylemek caiz değildir ve bunu söylemek namazın geçersiz olmasına neden olur. Artı, caiz olmaması delile ihtiyaç duymaz; yani namaz ibadetsel bir fiil olduğundan ve insanın kendi tarafından namaza bir şey eklenemeyeceğinden, eğer şeriat tarafından bir şeyin caiz oluşu ispatlanmazsa, bunun kendi ...
  • Arkadaşlıkta yaş, bedensel ölçüler vb. gibi fiziksel uyumluluk gerekli midir?
    7929 محبت و دوستی 2012/05/30
    Her ne kadar toplumda insanı töhmet altında bırakacak kimselerle arkadaşlık yapmak gibi bazı maddi ve fiziki özelliklere riayet etmek gerekse de İslamın arkadaşlık için başlangıçta önemsediği şey maddi özellikleri değil, maneviyattır. İmanlı olmak, maddi ve manevi ihtiyaçları karşılamak vb. şeyler maneviyatın özelliklerdendir. ...
  • Acaba Kur’anı ezberlemekle depresyona girme arasında bir ilişki var mıdır?
    8104 Tefsir 2012/07/25
    Bu sorunun cevabı birkaç noktaya dikkat ettikten sonra açıklığa kavuşacaktır: 1. Eğer depresyona girmekten maksadınız psikolojik ve ruhi bir depresyona girme ise şunu söylememiz gerekmektedir: Kur’an ezberlemek ile ruhi depresyona girme arasında hiçbir ilişki ve gereklilik bulunmamaktadır. Tam tersine Kur’an okumak ve kur’an ezberlemek ruhi ...
  • Cennet nimetleri bıktırıcı değilse, cennet ehli bir lezzeti bırakıp başka bir lezzete nasıl yönelebilirler?
    6008 Eski Kelam İlmi 2010/12/05
    Bu sorunun kaynağı galiba dünyanın özellikleriyle ahiret meselelerinin birbirleriyle mukayese edilmesi ve dünyanın özelliklerinin ölçü kabul edilmesidir. Eksiklik, kusur, hastalık, zayıflık ve yokluk bu aleme aittir. Halbuki ayet ve rivayetlere göre ahiret aleminin özellikleri bu dünyanınkiyle muvafık değildir.Bir lezzeti bırakıp (eğer cennette bırakmak varsa) başka ...

En Çok Okunanlar