Gelişmiş Arama
Ziyaret
12029
Güncellenme Tarihi: 2010/07/24
Soru Özeti
Akıl din ile neden çelişir?
Soru
Akıl, dini çelişik kıldığı bir durumda neden yine bizim Müslüman olmamız gerekiyor?
Kısa Cevap

Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat (din) ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Akıl bir fenomen ve her fenomen de sınırlı olması nedeniyle onun işlev alan ve sahası da tabii olarak sınırsız olamaz. O halde aklın işlev sınırı ve faaliyet alanı yaratıklar alanına özgüdür. Tanrıyı tanımada sınırlı bir kabiliyeti vardır ve Tanrının sonsuz olan zat ve hakikatine ulaşamaz. Akıl tekvin ve teşri kanunları sahasında faaliyet gösterebilir ve onları anlayabilir. Ama her iki sahada da vahiyden yoksun olamaz. Aklın kapasitesi ahretin detayları ve hükümlerin nedeni gibi konularda azdır ve şeraitin kılavuzluklarına muhtaçtır. Neticede İslam ve akılcılık arasında hiçbir tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Son nokta olarak, siz iddialarınızda hiçbir delil yahut numune ve örnek zikretmemişsiniz.

Ayrıntılı Cevap

Terim olarak akıl insanların vesilesiyle gerçekleri buldukları yalın bir cevherdir. Bundan dolayı akıl gerçeği bulmaktır. Gerçekleri bulmaya ek olarak, düşünme özününün muhafızı ve üstün kılıcısıdır.[1] Bilgelerin ıstılahında nazarî akıl ve amelî akıl olmak üzere aklın bölümleri vardır. Nazarî aklın işlevi gerçekleri derk etmek, tanımak ve onlar hakkında yargıda bulunmaktır.[2] Amelî akıl ise insan davranış ve hareketini kontrol eden yetidir.[3] Başka bir ifade ile işlevi, yapılması gereken ve yapılmaması gerekenleri derk etmektir. Gerçekte amelî akıl hayat bilimlerinin temelidir. Amelî aklın yargısına konu olan şey ise bu işi yapayım mı yoksa yapmayayım mıdır?[4] Amelî akıl İmam Sadık’ın (a.s) tabiriyle insan kulluğunun merkezi ve Yüce Allah’tan cenneti kazanma sermayesidir. “Akıl kendisiyle Rahmana kulluk edilen ve cennetlerin kazanıldığı şeydir.”[5] Özetle, akıl ve vahiy tartışmalarında akıldan kasıt, tümel hususları derk eden insanın idrak yetisidir. İslam’ın hayat bahşeden okulunda, akıl üstün ve yüksek bir konuma sahiptir. Allame Tabatabi el-Mizan Tefsiri’nde şöyle demektedir: Akıl insan vücudundaki en değerli güçtür.[6] Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de üç yüz defadan çok insanları bu Allah vergisi güçten istifade etmeye ve yararlanmaya davet etmiştir.[7] Allame Tababai’nin görüşünde, İslam’da akıl yürütme ve düşünmenin önemi o kadar çok ve değerlidir ki Yüce Allah Kur’an’da hatta bir ayette dahi kullarına anlamamayı yahut körü körüne bir yolu kat etmeyi emretmemiştir.[8] Bu yüzden İslam ve akılcılık arasında hiçbir tür tezat mevcut değildir. Elbette bazen din sahası dışında olan bir hususu din sahasına sokarak yahut doğru şart ve mukaddimeler hakkında ussal kanıttan yoksun olunması veyahut aklın özel bir anlamının seçilmesi bizi bu uyuşmazlığa sevk eder. Beyan önderi Hz. Ali’nin (a.s) peygamberlerin misyonu hakkında Nehcü’l-Belağa’daki nuranî sözlerine bakarak akıl ve şeraitin birbiriyle çatışmamayla kalmayıp, birbirini tamamladığı ve teyit ettiği neticesi alınmaktadır. “…Akılların definelerini onlar için çıkarırlar.”[9] Hz. Ali (a.s) bu beyanda, peygamberlerin gönderilme felsefesi hakkında, Yüce Allah insanların gömülmüş uyuyan akıllarını uyandırması için onlara peygamberleri gönderdi, diye buyurmaktadır. İnsan akıl ve fıtratı, tüm hakikat ve gerçeklerin kendinde bulunduğu bir mahzen gibidir. Dolayısıyla peygamberlerin söyledikleri her şey akıl ve mantık ile uyumludur. Fıkıh usulünde bir ıstılah (gereklilik kaidesi) vardır: “Aklın hükmettiği her şeye şeriat da hükmeder.”[10] Bunun tersi de doğrudur: “Şeriatın hükmettiği her şeye akıl da hükmeder.” Binaenaleyh şerait hükümlerinin temellerinden biri de akıldır. Bundan dolayı peygamberlerin ve şeriat sahibinin hükümleri aklın aksine değildir. Onların söyledikleri her şey aklın bildiği ama şeytanların vesveseleriyle insanların gaflet ettiği hususlardır. Peygamberler akılların definelerini ve bildiklerini insanlara hatırlatmak için gelmişlerdir. Esasen insanları hak ve hakikate davet etmede peygamberlerin yöntemi ile insanın doğru kanıtlama ve mantık yoluyla elde ettiği şey arasında bir fark yoktur. Fark sadece peygamberlerin gaybî kaynaktan yardım dilemeleri ve vahyin zülâl pınarından beslenmeleridir. Elbette büyük şahsiyetler yüce âleme bağlı olmalarına rağmen kendilerini aşağı çekmiş insanların anlayış ve idraki oranında konuşmuş ve insanlardan bu fıtrî ve herkeste olan gücü kullanmalarını ve sağlam ve mantıklı kanıt ve delillere bağlanmalarını istemişlerdir. O halde peygamberlerin konumu insanları basiretsiz bir hareket ve kör körüne bir itaate mecbur kılmaktan arıdır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “De ki: Bu, benim yolumdur; ben ve bana uyanlar basiretle Allah’a çağırırız.”[11] Bu yüzden din ve akılcılık yahut gaye, kaynak ve yöntemleri bir olan şeriat ve hikmetin birbiriyle hiçbir ihtilafı yoktur. Gerçek din ussal delille tabiat ötesine yönelik kesin bilgi ve ilim elde etmeleri için insanları davet eder. Akıl ve nakil, birbirinin uzantısında yer alır. Akıl, insanların içsel hücceti olup kemal yolunda kendilerine rehberlik eder. Şeriat ise kirlilik girdabından insanları kurtarmak ve onları insanî kemal ve saadete sevk etmek için dışsal bir hüccettir. Nitekim İmam Kazım (a.s) şöyle buyurur: Yüce Allah insanlar için zahirî hüccet ve batınî hüccet diye iki hüccet karar kılmıştır. Zahirî hüccet, ilahî elçiler, peygamberler ve imamlardır (a.s). Batınî hüccet ise akıldır.[12] Buna göre zahir ve batın hüccetlerin birbiriyle çatışır olması mümkün değildir. Hüccet, delil ve kılavuz anlamındadır. Kılavuz ise yol, maksat ve onun sonunu bilen kimseye denir. İmam Kazım’dan (a.s) nakledilen rivayet esasınca bir olan Allah’a ulaşmak için dışarıdan bir kılavuz ve içeriden bir kılavuz olmak üzere iki kılavuz mevcuttur. Elbette bu iki zahir ve batın hüccetin iki bağımsız ve birbirine ihtiyaç duymayan yol olmadığına dikkat etmek gerekir. İnsan ancak bu iki kılavuz arasında yöndeşlik ve uyuşmanın ideal şekliyle gerçekleştiği zaman hedefe ulaşır. Zira İmam Hüseyin’in (a.s) buyurduğu gibi aklın kemali Hakk’a uymadadır.[13] Hakeza Kur’an-ı Kerim’in buyurduğu gibi Allah haktır[14] ve hakikat O’nun nezdindendir.[15] Öyleyse Hakk’a uymayla akıl kemale ulaşır. Rabbin buyruklarından biri de zahir hüccetine uymaktır. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah'a itaat edin; peygambere itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”[16] Şu önemli bir noktadır: Dinî yüce hakikatler bazen Dekart’ın cüzî ve hesaplayıcı aklı (Dekart’ın görüşünde tümel aklın bir anlamı yoktur ve ona işaret etmemektedir. Onun tüm dikkati hesaplayıcı ve ileriyi düşünen akıl üzerinedir) veya Pragmatizm’in aklı (Pragmatizm perspektifinde tecrübî sorunlarımızı bir nebze halleden akılcılık faydalıdır) veyahut Kant’ın bakışındaki nazarî akıl (Kant perspektifinde nazarî akıl meseleleri halletmede yetersizdir ve bu alandaki aklî hükümler pratik değerden yoksundur) ile çatışır. Fedakârlık, özveri, şahadet, infak, gaybe iman ve İslamî temel binlerce gerçeğin cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilemeyeceği ve açıklanamayacağı açıktır. Öte taraftan da akıl ve vehim arasında da fark gözetmek gerekir. Bazen vehim aklın yerine geçer. Bu yüzden benzer şeyleri hakiki hususların yerine geçirir. Nitekim ayet-i şerifede şöyle buyrulmuştur: “…kendilerini gerçekte güzel iş yapmakta sanıyorlar.”[17] Ama gerçekte sanı ve düşünceleri tamamıyla vehim ve yanlıştır. Netice itibariyle akıl ve dinin uyuşması ve yöndeşliğinin açıklanmasıyla ve gaye, kaynak ve yöntemlerinin bir olması nedeniyle İslam ile ussal kanıtlar arasında tezat ve çelişki olduğuna dair farzın çürütülmesiyle ussal esaslardan bir esasın dinî hakikatler ile uyuşmaması durumunda, ya ussal kanıtın ve istidlalin mantıkî öncül ve ölçülerine riayet edilmemiş veya dinî önerme hakkındaki yorumumuz yanlış ve vehme tabi olmuştur. Elbette İslam’ın inanç (usuller) ve hükümler (cüzî hususlar) olmak üzere iki alanında bazı hüküm ve meseleler akıl üstüdür ve akıl onlara muhalefet etmemekle birlikte hakikatlerine ulaşmaz ve onları anlayamaz. Hükümlerin nedeni veya ahretin detayları ile ilgili konular gibi. Ama bizim düşünce ve perspektifimizde bazı hükümlerin akıl ile çatışır ve ona muhalif olarak addedilmesinin iki nedeni vardır. Birinci neden: Birçok İslamî temel gerçek cüzî ve hesaplayıcı akıl ile tahlil edilir ve açıklanır değildir. İkinci neden: Akıl ve vehim arasına fark konmalıdır ve açıklandığı gibi vehmin bulguları aklın bulguları olarak algılanabilir. Sonuç itibariyle ussal kanıt Tanrının hücceti olduğundan, aklî sermaye ile metinlere müracaat eden herkes sonsuz kutsal ilimlerden nasiplenir ve hissesini alır; hem naklî metin ve hem de aklî kanıttan faydalanır. Ama eksik tümevarım ve mantıkî örneklendirme veyahut mugalâta tarzı ile kutsal metinleri anlamaya çalışırsa, beşerin toz ve dumanı dinî kutsal içeriğin etrafını bir halka gibi sarar ve onu tozlu kılar. Aynı şekilde, dinin tüm tümel ve tekil meseleleri aklî olarak savunulabilir mi diye soran kimseye şöyle cevap vermek gerekir: Akıl, dini bilmek için lazım ama yeterli değildir. Bu yüzden, dinin cüzî hususları akıl ile savunulamaz; zira ister tabii olsun, ister şerî olsun cüzî hususlar ussal kanıt alanına girmez. Başka bir ifadeyle, bilimsel, aynî, hakiki ve itibarî olmak üzere tüm cüzî hususlar ussal kanıt alanı dışında kalır ve aklın alanında olmayan bir şeyin ussal nedenselliği ve açıklaması olmaz. Ama tümellerde, tabiatın ve şeraitin tümel çizgilerinde ussal nedenselliğe yol açıktır. Daha açık söylersek, akıl kendini birçok alanda yetersiz ve aciz gördüğünden vahye ihtiyaç duyar. Aklın mantıkı şudur: Ben, birçok şeyi anlamadığımı ve vahye ihtiyaç duyduğumu biliyorum.[18]

Daha fazla bilgi için aşağıdaki kaynaklara müracaat ediniz:

1-     Tefekkür Der Kur’an, Allame Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin.

2-     Hikmet-ı Nazarî ve Amalî Dar Nahcü’l-Belağa, Cevadi Amuli, Abdullah.

3-     Şeriat Dar Ayne-i Marifet, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 199-224.

4-     Din Şinasi, Cevadi Amuli, Abdullah, s. 170-174.

5-     Baverha ve Porseşha, Mehdi Hadevi Tehrani, s. 51-58.

6-     Meban-i Kelam-i İçtihad, Mehdi Hadevi Tehrani, s.280-284.

7-     Neşriye-i Porsuman, Piş Şemare-i Devazdehom, Mordad Mah Sal-ı 138, Makale: İslam ve Akl, Hemsuyi Ya Tezad, Rızaneya, Hamid Rıza. 


[1] Kereci, Ali, Islahat-ı Felsefi ve Tefavut-ı Anha Ba Yekdiger, s. 171-173.

[2] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[3] Cevadi Amuli, Abdullah, Rahik-i Mahtum, c. 1, Bahş-ı Evvel, s. 153.

[4] Şehid Mutahari, Deh Goftar, s. 30-31.

[5] Kuleyni, Usul-i Kafi, c. 1, s. 11, Hadis. 3.

[6] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan, c. 3, s. 57.

[7] İbid, c. 5, s. 255.

[8] Nefisi, Şadi, Aklgerayi Der Tefasir-i Karn Çardehom, s. 194-195.

[9] Negcü’l-Belağa, Hutbe.1.

[10] Sebzivari, Seyid Abdulala, Tehzibu’l-Usul, c. 1, s. 145; Muzaffer, Muhammed Rıza,

sulu’l-Fıkh, c.1, s. 217.

[11] Yusuf suresi, 108. ayet.

[12] Bkn: Munteheb-u Mizani’l-Hikme, Reyşehri, Muhammed, s. 358, Şımara-i Rivayet. 4387

[13] Bkn: Munteheb-u Mizanı’l-Hikme, s. 359, Şımara-i Rivayet. 4407.

[14] Lokman suresi, 30. ayet.

[15] Ali İmran suresi, 60. ayet.

[16] Nisa suresi, 59. ayet.

[17] Kehf suresi, 104. ayet.

[18] Cevadi Amuli, Abdullah, Din Şinasi, (Silsile Bahshay-ı Felsefe-i Din), s. 127-174.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Hangi ayet tevhidin kısımlarını içermektedir? Tevhidin kısımları nelerdir?
    16882 Eski Kelam İlmi 2011/08/14
     Tevhit konusu, Kuranî ve dinî kavramlar içinde en derin ve geniş konulardandır. Çünkü tevhidin çeşitleri ve mertebeleri vardır. Bu yüzden Kuran’da tevhit konusu birçok sure ve ayette genişçe ve derin olarak işlenmiştir. Kuran’ın bu üslup ve tarzı temel kavramlardadır. Bugün bu üslup, Kuran’ın konusal ...
  • Genetik düzeltmenin hükmü ve bu yöntemle dünyaya gelen çocuğun hükmü nedir?
    7251 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/07/11
    Genetik düzeltmeler yapmanın birçok çeşidi söz konusudur bu yüzden tabii olarak hükümleri de farklıdır.Ancak genel olarak söylemek gerekir ki genetik düzeltme karı kocanın (eşlerin) sperm ve yumurtalığı üzerinde yapılır ve maksat dünyaya gelecek çocuğun genler ve kalıtımla geçen hastalıklara karşı bağışıklık kazanması olursa ...
  • Niçin bizim mektepte imamlık makamı babadan oğla irsi olarak geçmektedir?
    8827 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    İmamet makamı masum olmak ve bol ilim gibi vasıflara sahip olan kişiye verilir. Bu vasıflara kimin sahip olduğunu yalnız Allah Teala bilir. Bu yüzden imamlar dünyaya gelmeden önce onların isimleri ve özellikleri Allah tarafından Peygambere bildirilmiştir. Ama imamlık veya peygamberlik makamının gereken liyakati taşıdığı için önceki peygamberin soyunda yer ...
  • Acaba İmam Hüseyin(a.s) bir hadisinde, Arap ve Acem arasında fark koymuş ve Acemleri kınamış mıdır?
    9935 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2010/09/04
    Dile getirdiğiniz rivayet Ebu Ebdillah (a.s)'dandır. Yani İmam Sadık (a.s)'tan, İmam Hüseyin (a.s)'den değildir. Şöyle buyurmuşlardır: “Biz Kureyşteniz ve bizim Şialarımız da Araptırlar, acem değil”. Bu rivayetin zahir anlamı dikkate alındığında Arap, acem ve Kureyş'ten maksat bilinen meşhur ırklardır. Ama bu rivayet senet açısından zayıftır. ...
  • Müslüman kadınlar camiasından ilmi havzalarda içtihat derecesine ulaşanlar var mı?
    10122 تاريخ بزرگان 2010/06/08
    İslam’ın ilime önem vermesi ve ilimi kadın erkek herkese farz kılması sonucu bazı kadınlar ilim öğrenimine iştigal edip sonunda içtihat derecesine ulaşmışlardır.Örneğin, H. K. 1403 yılında vefat etmiş olan Bayan Müçtehit Emin ve şimdi kadınların ilmi havzalarının değerli üstatlarından ...
  • Ailenin duyarsılığından dolayı tutumadığım oruçları kaza etmek zorunda mıyım?
    5608 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/12/14
    Hz. Ayetullahi’l-uzma Sistaninin (allah yüce gölgesini dahada uaztsın) defteri:Eğer itminanla orucun vacip olmadığına inanarak oruç tutmamışsa (kefaret yoktur ve) kaza yeterlidir.Hz. Ayetullahi’l-uzma Mekarım-i Şirazinin (allah yüce gölgesini dahada uaztsın) defteri:Namaz ve oruçları tedrici bir şekilde kaza ediniz. Kefaretin ile ilgili (niteliği hakkında) tevzihu’l-mesailimizdeki 1301-1402 numaralı meselelerdeki ...
  • Ağzı temizleyen maddelerin içinde genellikle az miktarda alkol bulunur. Bunun hükmü nedir?
    6519 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/06/12
    Sarhoş edici[1] sıvılardan olup olmadığı belli olmayan alkoller temiz hükmündedirler. Onların karıştırıldığı sıvıların alınıp satılması ve kullanılmasının herhangi bir sakıncası yoktur.[2]
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    27338 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • el-Muttali ve el-Mulakkan sıfatlar kemaliye mi yoksa veya cemaliye sıfatlardan mıdırlar?
    7183 Eski Kelam İlmi 2012/05/15
    İster Allah’ın lütfunu, ister kahrını vs. yansıtsın bir sıfatın Allah’ta olduğunu ispat eden bütün sübuti sıfatlar kelam ilminde cemal sıfatları diye bilinmekte ve varlık açısından aralarında herhangi bir fark yoktur. Soruda gelen el-Muttali (Telkin edici) ve el-Mulakkan (Bilen)’da bunlardandır. ...
  • Şia imamlarının Son Peygamber Hz. Muhammed dışında diğer peygamberlerden daha faziletli ve üstün oluşunun sebebi nedir?
    17757 Eski Kelam İlmi 2010/10/05
    Bizim dini öğretilerimizde geldiğine göre Hz. Muhammed dışında hiçbir peygamber, peygamberlik vasfı dışında imamlardan üstün değildir.Yine bazı hadislere göre ism-i azam 73 harften ibarettir ki önceki peygamberler bu harflerin hepsine vakıf değildiler. Örneğin Hz. İbrahim'e yalnız sekiz harf verilmiştir ancak İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a)'e 72 harf verilmiştir ...

En Çok Okunanlar