Please Wait
35179
Tövbe suresinin besmele ile başlamaması hakkında müfessirler bazı nedenler saymışlardır:
- Bu sure ve Enfal suresi, her ikisi bir sure olarak hesap edilir. Zira Enfal suresi, verilen sözler hakkında ve Tövbe suresi ise bu sözlerin yerine getirilmemesi hakkındadır.
- “Besmele” emniyet, sevgi ve rahmet içindir. Ama Beraat suresi emniyetin ortadan kaldırılması ile ilgilidir. Bu yüzden bu surenin başlangıcında besmele nazil olmamıştır.
Kuran’ın, İslam’ın esası ve İslam Peygamberi’nin nübüvvetinin şahitliği için ilahi bir mucize olmasından dolayı ve ayrıca çok önemli olduğundan Müslümanlar arasında Kuran’ın nakli hususunda birçok sebep oluşturmuştur. Gerekliliği çok olan her şeyin tabiidir ki nakli mütevatir olsun. İbn. Mesut’tan naklolunan ise “Haber’i Vahid” olup Şii ve Ehli Sünnet’e mensup âlimlerin çoğunluğunun görüşüne göre bu nakle istinat edilemez. Ayrıca, akli yönden, Kuran ve rivayetler yönünden Kuran’ın bir kısmının eksilmesi doğru değildir.
Biz, Suyuti’nin El-İtkan kitabında “Besmele”nin ve Tövbe suresinin bazı ayetlerinin silinmesi hususunu görmedik ama bu anlama yakın başka bir rivayeti Ehli Sünnet kitaplarında mevcuttur. Onun cevabında da şunları söylememiz gerekir:
Bu soru iki bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölüm: Neden bu surede “Besmele” yoktur? Bu bölüme iki ayrı cevap verilmiştir:
- Bu surenin, düşmanların verilen sözleri yerine getirmemelerinden dolayı onlara karşı beraatın açıklanması ve onlara karşı savaşın ilanı açısından sert bir üsluba sahip olması ve Allah’ın bu guruba gazabının göstergesi olarak, barış, dostluk, sevgi ve Allah’ın rahmaniyet ve rahimiyet sıfatının nişanesi olan “Besmele” ile uygun değildir.[1] Bu yüzden de “Besmele” ile başlamamıştır. İmam Ali (a.s), bu konuda şöyle buyuruyor: “Besmele”nin gelmemesinin nedeni şudur: Bismillah aman, emniyet ve rahmet içindir. Ama Tövbe suresi emniyetin kaldırıldığına yönelik olarak nazil olmuştur.[2]
- Bu sure hakikatte Enfal suresinin devamıdır. Zira Enfal suresi söz ve ahitler konusunda ayetler içerir ve bu surede ise ahitlerini bozanlara verilen sözlerin kaldırılması hakkındadır.[3] İmam Sadık (a.s) bir rivayette şöyle buyuruyor: “Enfal ve Tövbe birdirler.”[4]
Ama sorunun ikinci kısmı olan Tövbe suresine ait bazı ayetlerin silinmesi hakkında şunları söylememiz gerekir: Eğer böyle bir şey doğruysa Kuran’ın tahrifi anlamına gelir (eksilmesi bakımından). Hâlbuki Müslümanlar arasında meşhur olan Kuran’da hiçbir tahrifin suret bulmadığıdır. Şu anda bizim elimizde olan Kuran, İslam Peygamberi’ne (s.a.a) nazil olan kutsal kitaptır. Uzmanlar tahrifin reddi hususunda birçok deliller sunmuştur ki onlardan bazıları şunlardır:
- Birinci delil akıldır. Aşağıda sunacağımız mukaddimelerle Kuran’ın tahriften salim kaldığı ispat edilecektir.
- Hekim olan Allah, Kuran’ı beşeriyetin hidayeti için göndermiştir.
- Bu kitap son semavi kitap olup, Onu getiren de son Resul’dür (s.a.a).
- Eğer bu kitap tahrif olmuşsa başka bir semavi kitap veya başka bir peygamber halka doğru yolu gösteremeyecektir. Bu surette insanlar hiçbir suçları olmadan yollarını kaybedecektir.
- Bu sapma, âlemin yaratıcısının dergâhına uymamakla birlikte beşeriyetin hidayeti doğrultusunda ilahi hikmete muhalefet etmektedir.
Öyleyse Kuran, her türlü tahrif ve değişiklikten uzaktır.[5]
- İkinci delil Kuran’ın kendisidir ki bazı ayetlerde tahriften yoksun olduğunu beyan ederek şöyle buyuruyor: “Biz Kuran’ı indirdik ve şüphesiz biz Onu koruyacağız!”[6] Bu ayeti şerife, Kuran’ın tahriften uzak olduğunu ve ebediyete kadar da uzak olacağını açıkça gösteriyor. Ayrıca zalim ve büyüklük taslayanların Ona el uzatamayacaklarını, Onu ne azaltıp ne de çoğaltamayacaklarını belirtmiştir.[7]
Akla şöyle bir sorunun gelmesi de mümkündür. Bu ayetlerin kendisinin tahrif olmadığını nerden bileceğiz? Cevabı şöyledir: Eğer bu ayet tahrif olmuş olsa, artma yönünde bir tahrif olacaktır ki hiçbir İslam bilimcisi bunu kabul etmemiştir. Hatta tahrife inananlar dahi bu ayetleri, tahrif olan ayetler zümresinde hesap etmemişlerdir. Buna ek olarak, konumuz olan ayetlerin tahrifi tahrife inananların maksadının tersini ispatlamaktadır. Bu ayetlerin önceki ayetlerle yapısı ve muhtevası açısından yapılacak bir mukayese de onların birbiriyle bağlantılı oldukları ve Kuran’ın tüm mucizevi vasıflarını, onların Kuran’dan olduklarına dair en küçük bir şüphe dahi uyandırmadığını ortaya koyar.[8]
- Şii ve Ehli Sünnet kaynaklarında mütevatir olarak nakledilen “Sakaleyn” hadisi,[9] Kuran ve Ehlibeyt’e sarılmayı farz bilmektedir. Bu rivayette Allah Resulü (s.a.a) ümmetine, Kuran ve Ehlibeyt’e sarılmalarını ve daima o ikisine bağlı kalmalarını emretmiştir.
Peygamber’in (s.a.a) bu fermanının gerekliliği, mübarek kalbine nazil olan Kuran’ın tahrife uğramadan halk arasında bulunmasıdır. Zira eğer tahrif suret bulmuşsa muteber olmaktan düşer ve artık hidayet edici özelliğini kaybeder. Ayrıca Kuran’a sarılmanın manası da kalmaz. Hâlbuki Kuran’a sarılma ve ona uyma, Sakaleyn hadisinin açık beyanıdır ve kıyamete kadar Kuran tahrif olmayacak ve halkın arasında olacaktır.[10]
- Dördüncü delil, insanların hidayet yolunda yüce mertebesi olan Kuran’ın beyanı hakkındaki senetleri sahih olan birçok rivayettir. Bu rivayetler Kuran’ın düşünce ve rivayetlerin doğruluk mizanı olduğunu ispatlar. Şu halde eğer Kuran tahrif olmuş olsa hidayet edici rolünü taşıyamaz ve düşüncelerin doğruluk mizanı olmaktan çıkar ve ayrıca ahkâm kuralları da Onunla anlam bulamaz.[11]
- Beşinci delil Kuran’ın tahriften korunduğuna dair birçok tarihi olaylardır. Zira tahrife inananlar ya onu ilk iki halifeden bilmekteler ya da Osman’a nispet verirler. Veya hilafet döneminden sonra gelen başka insanların tahrife neden olduklarına inanırlar. Tüm bu üç iddia da temelsiz ve batıldır. Çünkü ilk iki halifenin neden olduğu birinci ihtimal çok zayıftır. Çünkü onların böyle bir işe kalkışmasına sebep yoktu. Peygamber’in (s.a.a) Kuran’a karşı özel bir inayeti olmasından ve onun okunmasına ve tilavetine vurgu yapmalarından ve ayrıca Resul’ün (s.a.a) yaren ve dostlarının Kuran’a karşı verdikleri ehemmiyet, Kuran’ın tüm Müslümanlar arasında mahfuz kaldığı ve ezberleme yoluyla veya başka şekillerde dakik olarak Kuran’ı koruyorlardı. Tüm bu gayret ve çabalar çerçevesinde bir kelimenin bile unutulması veya yer değiştirmesi mümkün değildi. O zamanın halkı cahiliyet dönemine ait şiir ve hutbelerin korunması ve kayıt altına alınması için gayret ve çaba göstermişse nasıl olur da uğruna canlarından ve tüm yaşamlarından vazgeçenler Kuran’a ilgi göstermesinler ve neticesinde onun bir kısmı yok olsun?
İkinci ihtimal, yani tahrifin Osman zamanında gerçekleşmesi de kabul edilemez. Çünkü Osman zamanında İslam o kadar yayılmıştı ki bir kimsenin Kuran’dan bir şey eksiltmesi mümkün değildi. Ayrıca eğer Osman Kuran’ı tahrif etmiş olsaydı bu ameli, onun katilleri için en güzel bahane olurdu ve Onu aleni olarak öldürmek için, ilk iki halifenin sünnetine muhalefet, beytülmalin tarumar edilmesi gibi konuları öne sürmezlerdi.
Üçüncü ihtimal ise yani, tahrifin halifeler döneminden sonra vuku bulması hiç kimse tarafından beyan edilmemiştir. Buna binaen tarihi şahitler de Kuran’ın tahrifi olayını reddetmektedir.[12]
Bu nedenle böyle bir hadisin varlığı kabul edilse bile güvenilir değildir ve ayrıca kabul de edilemez.
[1] Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, C.7, S.273, Birinci Baskıi Tahrani Dar’ul-Kutubi İslamiye, 1995
[2] Hâkim Nişaburi, Müstedrek, C.2, S.330, Dar’ul-Mearif, Lübnan, 1406 h.k.
[3] Mekarim Şirazi, Tefsir-i Numune, C.7, S.273
[4] Meclisi, Bihar’ul-Envar, C.89, S.277, Muessesei El-Vefa, Lübnan, 1404 h.k.
[5] Cevadi Amuli, Abdullah, Kuran der Kuran, S.315, İsra, Kum, 2002
[6] Hicr Suresi, 9. ayet
[7] Hoi, Ebulkasım, El-Beyan fi Tefsiril-Kuran, tercüme Cafer Hüseyni, S.277, Dar’us-Sakaleyn, Tahran, 2005
[8] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziyri Kuran, S.28, Meş’er, Kum, 2005
[9] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziyri Kuran, S.29
[10] , Ebulkasım, El-Beyan fi Tefsiril-Kuran, tercüme Cafer Hüseyni, S.285
[11] Neccarzadegan, Fethullah, Tahrif Napeziyri Kuran, S.30
[12] , Ebulkasım, El-Beyan fi Tefsiril-Kuran, tercüme Cafer Hüseyni, S.180