Please Wait
11537
Korku:
“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.” (Lût, 70)
“Allah, şöyle dedi: Tut onu. Korkma! Biz, onu yine eski durumuna döndüreceğiz.” (Taha, 21)
“Şöyle dedik: Korkma (ey Musa!). Çünkü sensin en üstün olan.” (Taha, 68)
“Değneğini at.” (Musa değneğini attı.) Onu yılanmış gibi hareket eder görünce, dönüp ardına bakmadan kaçtı. (Allah, şöyle dedi): Ey Musa, korkma! Benim katımda peygamberler korkmazlar.” (Neml, 10)
“Nihayet kızlardan biri utana utana yürüyerek ona gelip, “Bizim için koyunlarımızı sulamanın ücretini vermek üzere babam seni çağırıyor” dedi. Musa, onun (Şu’ayb’ın) yanına gelip başından geçenleri ona anlatınca Şu’ayb, “Korkma, o zalim kavimden kurtuldun” dedi.” (Kasas, 25)
“Değneğini (yere) at.” (Musa, değneğini attı). Onu bir yılanmış gibi süratle hareket eder görünce, arkasına bakmadan dönüp kaçtı. (Bu sefer şöyle seslenildi:) “Ey Musa! Beri gel, korkma. Çünkü sen güvenlikte olanlardansın.” (Kasas, 31)
“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.” (Ankebut, 33)
“Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.” (Sad, 22)
“(Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.” (Zariyat, 28)
“O gün (hesap için Allah’a) arz olunursunuz. Hiçbir sırrınız gizli kalmaz.” (Hakka, 18)
Üzüntü
“Kâfirlerden bir kısmını faydalandırdığımız şeylerde sakın gözün kalmasın. Onlara karşı mahzun olma ve müminlere (şefkat) kanadını indir.” (Hicr, 88)
“Sabret! Senin sabrın ancak Allah’ın yardımı iledir. Onlardan yana üzülme. Tuzak kurmalarından dolayı da sıkıntıya düşme.” (Nahl, 127)
“Bunun üzerine (Cebrail) ağacın altından ona şöyle seslendi: Üzülme, Rabbin senin alt tarafında bir dere akıttı.” (Meryem, 24)
“Onlardan yana üzülme. Kurdukları tuzaklardan ötürü de sıkıntıya düşme.” (Neml, 70)
Benim sorum şudur: Allah’ın velilerinin ne üzüldüklerini ve ne de korktuklarını bildiren ilk başta belirttiğimiz ayet ile bazı peygamberlerin özel bir takım şartlarda üzüntü ve korktuğuna delalet eden bu ayetler nasıl bir araya gelmektedir? Veya Allah’ın mağarada Peygamber ile beraber olan şahıs (Ebubekir veya başka herhangi bir şahıs) hakkında naklettiği üzüntü de bu kategoriye girer mi? Yüce Allah söz konusu ayette şöyle buyuruyor:
“Hani o arkadaşına, üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu.” (Tevbe, 40)
Tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Bazı korkular hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammülü her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Artı, ilahi peygamberler değişik mertebelere sahiptir. Bundan ötürü tümünün yakini ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildi. Öte taraftan peygamberlik öncesi ve sonrasında da bir mertebede değillerdir. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlarda itaat etmişlerdir.
Muhterem soru sahibinin de belirttiği gibi Yüce Allah Kur’an’ın birkaç yerinde kendi dostları için ne bir korku ve ne de bir üzüntünün olduğunu buyurmuştur (Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de). Korkmamak, Allah’a olan kesin imanın tesirlerindendir. Mümin, Allah’a güvenmenin ve ahirete ümit beslemenin verdiği itminanla birçok husustan korkmaz, kendisinin nefis zaafı bertaraf olur, sabrı çoğalır ve belalarda direniş gücü artar. Bunun karşısında, mümin olmayan bir kimse ise ölümü doğru bir şekilde bilmediği için ölümden korkar, evrenin yönetiminin Allah’ın elinde olduğunu bilmediğinden veya Allah ile doğru bir irtibatı olmadığından gelecekten ve acı hadislerden çekinir ve sabredenlerin ecirlerine inancı olmadığı için de sabrı az olur ve bu böyle devam eder. Bu yüzden dinsiz insanlar arasında ruhsal hastalık ve intiharın çok olduğunu görmekteyiz. Lakin tüm korkular menfi ve çirkin değildir ve her korku için Allah’ın velilerini kınamamak gerekir. Çünkü Kur’an birkaç yerde müminleri korkmadan dolayı övmekte ve hatta korkma emri vermektedir. Mesela şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın, yüceltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde hiçbir ticaretin ve hiçbir alışverişin kendilerini, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymadığı birtakım adamlar, buralarda sabah akşam O’nu tesbih ederler. Onlar, kalplerin ve gözlerin dikilip kalacağı bir günden korkarlar.”[1] Bu ayet bazı korkuların iman şartlarından olduğunu ispat etmektedir. Peygamberlikte ise bu tür korkular en yüksek seviyede bulunmalıdır. Özetle her korku yadsılı değildir ve Allah’ın velilerinden tüm korkular alınmaz.
Korkuların Nedeni:
Konuyu daha iyi anlamak için, kısa bir şekilde korkuların nedenlerini inceleyeceğiz. Korku, bazen başkalarından, bazen gelecekteki acı hadislerden ve bazen de bizi muhtemel olarak bekleyen akıbetten kaynaklanır. Bazıları da taşıdıkları nefis zaafı nedeniyle hadiseler ve düşman ile karşı karşıya gelmekten ve içinde mal ve cana yönelik zarar bulunan her şeyden korkar ve ıstıraba düşerler. Bunlar menfi korkulardır. Allah dostları taşıdıkları iman ve yakin oranında bu korkulardan münezzeh ve arıdırlar. Ama bazı korkular ise hadisenin büyüklüğü veya muhatabın azameti –tahammül edilmesi her insanın gücünü aşar derecede olması- nedeniyle müspet ve gerekli bir korkudur. Mesela kıyametten korkmak, insanın kendi davranışının kötülüğünden korkması veya kendi ve diğerlerinin kötü akıbete duçar olmasından korkması, ümmetin dinsel sapmasından korkmak, eşit olmayan bir savaşta az olan yarenlerin yok olmasından korkmak ve neticede din taraftarları ve varislerinin yenilmesinden korkmak ve benzeri korkuların tümü toplumun büyük önderleri ve seçilmiş insanlarda olması gereken müspet korkulardır. Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) müminlerin korkusu hakkında şöyle buyurmaktadır: “Mümin iki korku arasındadır: Geçmişinden (amellerinden) korkması ve baki hususlardan korkması. O, yüreğini istikamete ererek diriltir. Her kim Allah’a ibadet ederse taşıdığı korku ve ümit oranında sapmaz ve arzusuna ulaşır. Kul nasıl korkmasın? O akıbetinin nasıl olacağını bilmemektedir. Aracığıyla akıbeti hakkındaki arzusuna ulaşabileceği bir bilgisi bulunmamakta ve evrenin yönetiminde bir değişiklik yapabilecek güçten de yoksun durumdadır. Zahit taşıdığı korku oranında yaşamaktadır.”[2]
Şimdi soruda belirtilen ayetlere değiniyoruz:
Bazı Kur’an ayetlerinde Hz. Musa’ya isnat edilen korkuların bir kısmı kendisinin peygamberliğinden öncesine ve bir kısmı da sonrasına aittir. Her haliyle korkusu ya sadece canından ötürüydü ya da peygamberlik görevinin tamamlanmasından kaynaklanıyordu. Ama her halükarda endişesini Allah’a söylemekte, Allah’ın emriyle korkuyu kenara itmekte ve işini yapmaktaydı. Allah tarafından kendisine bir sitem de edilmemekteydi. Hz. Ali (a.s) bir rivayette Hz. Musa’nın (a.s) korkusu hakkında peygamberlikten sonra vuku bulan “bunun üzerine Musa, içinde bir korku hissetti”[3] ayetine işaret ederek şöyle buyurmaktadır: “Musa kendi canından dolayı korkmamaktaydı, aksine cahillerin ve sapmışların devletlerinden korkmaktaydı.”[4] Bu tür korkular asla Hz. Musa’nın masumiyet makamına bir gölge düşürmemiş, Kur’an’da kendisine bir sitem etmemiş, aksine korkulara galip gelerek nübüvvetini muktedir bir şekilde sonlandırmış ve ulu’l-azm makamına ermiştir.
Hz. İbrahim’in Korkusu:
“Ellerini yemeğe uzatmadıklarını görünce, onları yadırgadı ve onlardan dolayı içinde bir korku duydu. Dediler ki: Korkma, çünkü biz Lût kavmine gönderildik.”[5] Bu ayete göre Hz. İbrahim sadece meleklerin olağan dışı davranışlarını görünce korkmuştur. Olaşan sayılmayan gaybî sahneleri görünce korkmak ahlakî olarak yerilen korku değildir ve cüzî bir korku sayılan doğal bir tepkidir. Elbette bu korkunun Lut kavmine nazil etmekle görevlendirildikleri azaptan mı yoksa melekleri o günkü heybetli halleriyle görmekten ve onların yemek yememelerinden mi kaynaklandığı belli değildir. Her halükarda Nemrut ve ateşinden korkmayan ve tüm putları yalnız başına yıkan Hz. İbrahim’in korkak bir insan olması mümkün değildir ve Kur’an da bu hususta kendisine bir sitem etmemiştir. Bunun mukabilinde eğer Allah’ın Hz. İbrahim hakkındaki övgülerine bakarsak, bu şüphelerin bir yeri olmadığını anlarız. Kur’an Hz. İbrahim’i bir ümmet saymaktadır. “Muhakkak ki İbrahim başlı başına bir ümmet idi, tek bir hanîf olarak Allah’a itaat için kıyam etmişti ve hiç bir zaman müşriklerden olmadı.”[6] Kur’an belirtilen melekleri görme hadisesinden sonra onu çok övmektedir; çünkü o Lut kavmine şefaat etmek için yalvardı ve Allah onu “halim ve yanık” olarak adlandırdı.[7]
Hz. Lut’un Korkusu:
“Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona, “Korkma, üzülme. Biz, seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O, geride kalıp helâk edilenlerden olacaktır.”[8] Hz. Lut’un bu korkusu da kavmi karşısında onları koruyamama kaygısı bağlamında misafirlerine yönelik taşıdığı şefkat ve sorumluluk hissinden kaynaklanıyordu. Bu korku da çabucak giderildi.
Hz. Davud’un Korkusu:
“Hani Dâvûd’un yanına girmişlerdi de Dâvûd onlardan korkmuştu. Onlar, Korkma! Biz, iki davacı grubuz. Birimiz diğerine haksızlık etmiştir. Aramızda adaletle hükmet. Zulmetme ve bizi hak yola ilet dediler.”[9] Hz. Davud’un meleklerin ani gelişinden korkması da tıpkı İbrahim ve Lut’un Peygamberlere has olağan gaybî dışı sahneleri görmesi gibidir. Melekler onları hemen müjdeleyerek sakin kılmaktaydılar. Gerçekte onlar yatıştırıcı bir haber getirmekteydiler.
Hz. Yakub’un Korkusu:
“(Babaları:) Doğrusu onu alıp götürmeniz beni çok üzer ve sizin haberiniz yokken onu kurt yer diye korkuyorum, dedi.”[10]
Üzüntü:
Üzüntünün de korku gibi müspet ve menfi diye iki yönü vardır. Mesela ahiret için gamlanmak ve de Allah ve O’nun velilerinden uzak kalmak nedeniyle üzülmek müspet üzüntünün bir örneği sayılır. Nitekim Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Ey Ebuzer Allah’a uzun üzüntü gibi başka bir şeyle ibadet edilmemiştir.”[11] Menfi üzüntü ise mal kaybı ve benzeri şeylerdir. Nitekim İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Allah nezdinde ahirete yönelik rağbet huzur ve sükûneti, dünyaya yönelik rağbet ise elem ve üzüntüyü meydana getirir.”[12] Son olarak şu konuyu açıklık getirmek icap etmektedir: Peygamberler değişik mertebelere sahiptir; çünkü tümünün iman ve erdemi bir derecede değildir. Bundan ötürü tümünün yakin ve kalbî huzur, sükûnet, itminan ve emniyet hissi bir mertebede değildir. Öte taraftan peygamberler kendi peygamberlikleri öncesi ve sonrasında bir mertebede değillerdi. Peygamber olmadan önce korktukları bir takım şeylerden peygamber olduktan sonra sükûnet, huzur ve yakine ulaşarak artık korkmamışlardır. Ama önemli olan nokta, bu korkuların onları masumiyetten çıkmaya asla sevk etmemesidir. Allah hiçbir peygamberi korku yüzünden kınamamıştır. Sadece bazı hususlarda korkuyu terk etmelerini emretmiş ve onlar da itaat etmişlerdir. Bu tür korkular hakkında gerekli açıklama da yapıldı. Diğer bir husus da korkunun insan doğasının ayrılmaz bir parçası ve insan varlığını korunmanın gereği olmasıdır. Kamil olan Allah dışında hiç kimse korkusuz olamaz. Çünkü daha güçlü ve daha büyük biri olduğu müddetçe ve de fena, yokluk ve eksiklik imkânı var oldukça korku da var olacaktır.
[1] Nur, 37.
[2] Biharu’l-Envar, c. 67, s. 391, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.
[3] Taha, 67.
[4] Nehcü’l-Belağa, s. 51, İntişarat-ı Daru’l-Hicre.
[5] Hud, 70.
[6] Nahl, 120.
[7] Hud, 75.
[8] Ankebut, 33.
[9] Sad, 22.
[10] Yusuf, 13.
[11] Biharu’l-Envar, c. 74, s. 80, Müessese-i el-Vefa, Beyrut.
[12] İrşadu’l-Kulub, c. 1, s. 19, İntişarat-ı Şerif Rıza.