Please Wait
4080
- paylaşmak
Hem akli hem de nakli deliller ışığında Peygamberlerin varoluş zarureti kanıtlandıktan sonra görev, yetki ve vazifeleri açıklığa kavuşmalıdır.
Özetle Allah Teala insanoğlunun dünyevi ve uhrevi saadete ve kemale ulaşması için peygamberleri insanlara kılavuzluk ve rehberlik etmesi için göndermiştir.
Konuyu insanoğlu açısından tahlil edecek olursak; insanoğlu doğası ve tabiatı gereği saadetin, kemalin ve kendisini geliştirmenin peşindendir. Diğer taraftan sahip olduğu bilgiler ne uhrevi hayatı yani madde ötesini kavrayacak nede dünya hayatının bütün gerekliliklerini tutarlı bir şekilde tasarlayacak birikime ve gereçlere sahiptir. Zira sahip olduğu miras ilahi değerler ve öğretiler çıkartıldığı zaman işlevsiz ve yetersizdir. İşte bu sebepten ötürü yaratılış felsefesi ve ilahi hikmet üzerinde dikkatle ve detaylıca duracak olursak kendimiz dışında başka bir kaynağa olan ihtiyacımızı keşfederiz. Zira insan ancak bu kaynak sayesinde dünyevi ve uhrevi saadete ulaşabilir. Bu ilahi kaynak Allah Teâlâ’nın göndermiş olduğu peygamberlerdir. Hekim olan Allah Teala’nın insan için iki hüccet karar kılması işte bu yüzdendir. Bu hüccetlerden ilki sahip olduğumuz akıl, ikincisi ise göndermiş olduğu peygamberlerdir. Bu iki hücceti güvercinin iki kanadına benzetebiliriz. İnsan ancak bu iki kanada sahipse saadete ve huzura doğru kanat çırpabilir.
Ezcümle Kuran ve hadis külliyatının oluşturduğu dini öğretilerden anlaşılan; Peygamberler Allah tarafından yüce ve kutsal hedefler için insanların dünyevi ve uhrevi hayatını düzenlemek için seçilmiş insanlardır. Bu bağlamda Peygamberlerin gönderiliş hedeflerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:
İnsanları tek Tanrı inancına (Tevhide) davet ve Tağut’tan sakınmalarını sağlamak.
İnsan aklının gelişmesini ve ilerlemesini sağlamak.
Toplumsal adaleti ve hukukun üstünlüğünü tesis etmek.
Fesat ve zulümle mücadele etmek.
Bireysel hürriyet ve toplumsal bağımsızlık oluşturmak.
Üstün ahlakın ve faziletlerin yayılmasını ve yaygınlaşmasını sağlamak.
Açık olduğu üzere Peygamberlerin öğretileri olmadan bu kutsal ülkülere ulaşmak mümkün değildir. Bunun en ayan delili peygamberlerin sunduğu ilahi öğretilerden kendini uzak tutan milletlerin kaderi ve ibretlik akıbetleridir.
Kelam ilmi metinlerinde söz konusu olan ve geçmişten günümüze cevapların verildiği bir sorudur Peygamberlerin görevleri ve gönderiliş felsefesi. Günümüzde ise ‘yeni kelam’ ve ‘din felsefesi’ bilim dallarında bu konuda birçok araştırma ve inceleme yapılmaktadır. Elbette bu çalışmalar temel olarak iki eksen üzerinden gerçekleşmektedir. Bu eksenler dini konularda içerden ve dışardan yaklaşımlar olarak tanımlanabilir. Bu araştırmada bu iki eksenin yaklaşımları göz önüne alınarak konu özet ve öz olarak ele alınacaktır.
Resullerin gönderiliş felsefesi:
İnsan yaratılış olarak yani doğası gereği kemal ve saadet peşindedir. Ama diğer taraftan sahip olduğu bilgi ve marifet edinme kaynakları dünya hayatını dahi bütün boyutlarını göz önünde bulundurarak programlama ve tasarlama noktasında yetersizdir. Bu kaynakların ahret hayatını temin etmesini beklemek ise doğal olarak mümkün değildir. Hikmet ve akıl bizleri başka bir marifet kapısına yönlendirmektedir. Bu kapı dini kaynaklarda ‘vahiy’ olarak adlandırılmaktadır. İmam Ali (a.s) nübüvvetin felsefesini açıklarken bu noktaya vurgu yapmaktadır. Nebiler olmasaydı insanoğlu gerçekten faydasına veya zararına olan şeyleri keşfedemez ve kulluğun hakkını eda edemezdi. Peygamberler getirdikleri şeriatla, halkı Allah Teala’nın emir ve yasaklarından haberdar ederek kurtuluş yolunu ve saadeti ayan etmiştir. Uhrevi mükafat ve cezalardan haberdar ederek ‘müjdeleyici ve uyarıcı’[1] hedefe ve maksada ulaşma için kılavuzluk etmektedirler.[2]
İbn-i Sina’nın Şifa adlı eserinde nübüvvetin gerekliliği hakkında yaptığı açıklamaları özet olarak sunacak olursak: İnsanoğlunun sahip olduğu hayat hayvanlardan farklıdır. Bunun yanında insanoğlu gerçek anlamda sosyal ve toplumsal bir hayata sahiptir. Zira toplumun bireylerinin her biri insanoğlunun ihtiyaçlarının bir bölümünü karşılamayı üstlenmişlerdir. Buna binaen birlikte yaşamalı, alışveriş yapmalıdırlar. Doğal olarak adalet ve hukukun temin edildiği kanunlara ihtiyaç duymaktadırlar. İnsanın kanuna ihtiyaç duyduğu kesinleştikten sonra bu kanunları kimin koyması gerektiği sorusu açığa çıkacaktır. Eğer insanın kendisi bu kanunları belirlerse iki temel kusur ve yanılgı söz konusu olacaktır.
İlki insanoğlunu kendisiyle ilgili bütün fayda ve zararlara agah olmadığı gerçeğidir. İkincisi ise her kanun koyucunun kanunları belirlenmesi aşamasında kendi ve çıkar ve yararını göz önünde bulundurabileceği ihtimalidir. Zira bencillik insanın doğasında vardır.
İnsanoğlunun kendini mihenk taşı olarak gördüğü ve toplumu bu perspektifte dizayn ettiği her çalışma bu iki kusurun dışa vurduğu en açık yerlerdir. Hem geçmişte hem de günümüzde söz konusu olan toplum mühendislikleri bu açı gerçeği gün yüzüne çıkarmıştır. Ya diktatörlük ya da insanı değerlerin yok olup anarşinin doğmasından başka bir sonuç vermemiştir. Elbette insanoğlu bu hayvani emellerini gerçekleştirmek için kutsal söylemleri ve dini değerleri alet edebilir. Bu durum dahi insanın tekebbür ve bencillikle kendini merkeze koyduğu, hak ve hakikati çiğneyecek yapılar oluşturduğu gerçeğini değiştirmez. Yani bu yapılarda din kaynaklı değil özünde insan kaynaklı yapılardır. Hatta dinin alet edildiği göz önüne alınacak olursa en büyük haksızlık ve zulüm dinin kendisine yapılmıştır. Zira kutsallığı ayaklar altına alınmış nefsani şehvet ve garezlerin saldırısına uğramıştır.
Öyleyse insanoğlunun ihtiyaç duyduğu kanunlar ve yasaların kesinlikle onu yaratan Alim, Kadir ve Hekim olan Allah Teâlâ tarafından belirlenmesi bir zarurettir. Zira ancak bu şekilde toplumsal adalet sağlanabilir ve insanların aralarındaki hukuksal konular ve alışveriş hukuku düzene sokulabilir.
Bu konu açıklığa kavuştuktan sonra bu kanunların insanoğluna nasıl ulaştırılacağı ve uygulanacağı konusu mevzu bahistir. Bu bağlamda öncelikle şu ifade edilmelidir ki Allah Teala maddi bir varlık değildir ki insanoğluyla dünyevi ve maddi bir temasa geçsin. Öyleyse şu ayeti kerimede zikredildiği üzere onun karar kılacağı halifesi üzerinden olacaktır: “اِنّ۪ی جَاعِلٌ فِی الْاَرْضِ خَل۪یفَةًۜ”[3] Yani İnsan-ı Kâmil olan, gayb aleminden haberdar olan, hakikatin ona vahiy edildiği şahsın Allah ile beşer arasında vasıta olmasıyla mümkün olacaktır. Bu şahıs varlığın hakikatini ve gerçek kanunları insanlara sunacaktır. Açıktır ki ilahi kanunlarda insanoğlunun koyduğu kanunlardaki noksanlıklar söz konusu olmayacaktır. Zira Allah Teala için bu kanunlardan ne bir fayda nede bir yarar söz konusu olamaz. Diğer taraftan varlık aleminde bulunan bütün mahlukatın yarar ve zararına vakıf, her hal ve ahvalden ise haberdardır.[4]
İbn-i Sina’nın bu delili metin ve muhkem olmakla birlikte sadece insanoğlunun maddi hayatında nazara alındığı bir istidlaldir. Doğal olarak peygamberlerin gönderilme felsefesi ve zarureti bu açıdan beyan edilmiştir. Oysaki insanoğlunun ihtiyaçları bu maddi hayatın ötesindedir. Daha yüce ve ulvi bir hedef için yaratılmıştır. Asıl gaye uhrevi saadet ve insani kemallere erişmektir. Peygamberlerin gönderilme felsefesi ve zaruretini gerçek hüviyetini ancak bu düzlemde kavrayabiliriz.
Kuran’ı Kerim bu konuda şöyle buyurmaktadır: «و ما خلقت الجن والانس الا لیعبدون» “Cinleri ve insanları ancak bana ibadet (kulluk) etmeleri için yarattım.”[5] Zira insanoğlu ancak bu yolla kemale ve kurb-u ilahiye erişebilir. İbadet insanın Allah Teala ile irtibata geçmesidir. Allah ile irtibat kurmak ise insanın kemale erişmesine ve ebedi saadeti elde etmesine sebep olmaktadır.
Öyleyse insanoğlunun ve toplumun peygamberlere olan ihtiyacı Allah Teala’nın insanlar için karar kıldığı ilahi kanun ve öğretileri tanımasıdır. Bu kanun ve öğretilerin ışığında dünya hayatında hukukun zayi olmasından, zulümden, haksızlıktan ve zorbalıktan kurtulmaktır. Ayrıca peygamberlerin ulvi öğretilerine teveccüh ederek hakiki kemallere ve hedeflere nail olmaktır.
Usul-u Kafi de nakledilen bir hadiste bir zındık İmam Sadık (a.s)’dan nübüvveti ve melekleri kanıtlamasını istediğinde İmam (a.s)’ın verdiği cevap bu konuya açıklık getirmektedir:
"Biz; bütün yaratıklardan üstün olan bir yaratıcı ve yapımcımızın olduğunu, bu yapımcının hikmet ve yücelik sahibi olup; yaratıklarının O”nu görerek, dokunarak karşılıklı ilişki kurmalarının ve birbirlerine kanıt sunmalarının imkânsız olduğunu ispatlayınca; yaratıkları arasında, O”nun adına konuşan, onları (uyduklarında) yararlarına, çıkarlarına, varlıklarını sürdürmelerine, muhalefet ettiklerinde ise yok olmalarına yol açan hususlara irşat eden elçileri olduğu da ispatlanmış olur. O halde, hikmet sahibi ve her şeyi bilen (Allah) adına, yaratıkları arasında emir, nehiy eden ve O şanı yüce namına konuşan kimseler bulunmaktadır. Onlar nebilerdir, yaratıklarından seçtiği seçkinlerdir. Bilgedirler, hikmetle edep edilmiş, hakikatle gönderilmişlerdir. Yaratılış ve şekil itibarıyla insanlarla ortak olmalarına rağmen, hiçbir huy ve gidişatlarında onlarla ortak değillerdir. Hikmet sahibi ve her şeyi bilen (Allah) katından hikmetle desteklenirler. Sonra her asır ve zamanda bu, peygamberlerin ve resullerin getirdikleri delil ve burhanlarla ispat edilmiştir. Yeryüzü Enbiyanın sözünün doğruluğunu ve adaletinin geçerliliğini gösteren ilme sahip hüccetten (önderden) yoksunda kalmaz."[6]
Hadisten de anlaşıldığı üzere yaratılışını ve Rabbini idrak eden her insan için nebilerin zarureti doğal bir sonuçtur.
Bu noktaya günümüz dünyasında ortaya atılan bir şüphe söz konusudur. İnsanoğlu Allah’ın ona verdiği akıl sayesinde iyiyi kötüden ayırabilir, doğruyu yanlıştan ayırt edebilir. Öyleyse insanoğlunun peygamberlere ne ihtiyacı vardır?
Cevabın iyice anlaşılması için dikkat edilmesi gereken birkaç nokta bulunmaktadır. İlk olarak; evet akıl dini öğretilerde ilahi hüccet olarak tanıtılmıştır.[7] Ama bu tek başına insanoğlunun bütün sorunlarını çözebileceği anlamında değildir. Güçlü bir hüccet olmakla birlikte, ilahi öğretiler olmaksızın insanı ihtiyaç duyduğu gerçekçiliğe ve hayırlara ulaştıramaz.[8] Bunun en açık göstergesi bütün dünyada yaşanan kötülükler, zulümler ve zorbalıklardır. Halbuki bu yıkımı gerçekleştiren insanların hepsi akıl gücüne ve zekaya sahiptir. Bencillikleri, egoları, hevesleri ve arzuları akıllarını mağlup etmiş; onları nefislerinin esiri etmiştir. Sonuç olarak ise sapmakla kalmayıp insanoğlunun başına şahit olduğumuz hiçbir hayvanın yapamayacağı belaları getirmiştir. Elbette bu uğurda her türlü insani ve ilahi değeri yeri geldiğinde silah olarak kullanmaktan kaçınmamışlardır. Öyleyse Allah Teala aklın dışında başka bir yoldan nefsani heves ve arzuların esiri olunmayacak ve yanılmayacak şekilde bizleri saadete ve hakka davet etmelidir. Bu yol ise nübüvvetin kendisinden başka bir şey değildir.[9]
Bu yol insanoğlunun yaşamının ölümle son bulmadığını uhrevi hayatla yaşamına devam ettiğini bizlere tanıtmış ve gösterdiği mucizelerle kanıtlamıştır. Bu ilahi öğreti bizlere dünya ve ahret hayatı arasındaki bağıda tanıtmaktadır. Ahret dünya hayatının batını, dünya hayatı ise ahretin zahiridir.[10] Daha açık bir tabirle bu dünyadaki amellerimiz ve davranışlarımız uhrevi hayatımızı şekillendirmektedir. Hiç şüphesiz akıl dünya ile ahret arasında söz konusu olan bu ilişkiyi ne çözebilir nede inanç ve amellerimizin doğuracağı sonuçları bizim için keşfetmekte yetersizdir. Bu yetersizlik sadece ahlak ve adabı muaşeret alanında değil diğer alanlarda da söz konusudur. Diğer bir tabirle aklın insanın içindeki peygamber olduğu ve dinsel hüccet ve kaynak sayıldığı doğrudur. Ancak inanç, ahlak, marifet ve hukuksal alanlarda keşfetmek ve ölçü olma noktasında sınırlara sahiptir.[11] İşte bu yüzden Kuranı kerim Allah resulünün bizlere bilmediğimiz şeyleri öğrettiğini bildirmektedir. “Nitekim kendi aranızdan, size ayetlerimizi okuyan, sizi her kötülükten arındıran, size kitap ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi de öğreten bir peygamber gönderdik.”[12]
Konu açıklığa kavuştuğuna göre şimdi Resullerin görev ve vazifelerini ele almamız daha doğru olacaktır.
Resullerin Görevleri[13]
- Halkın uyanışı ve bilinçlenme
Nehc’ul-belaga’nın ilk hutbesinde İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “İnsanların çoğunun Allah Teala ile aralarında olan ahdi çiğnedikleri ve bozdukları dönemde, Allah Teala kendilerine gelmeleri ve gafletten uyanmaları için insanlığa peygamberleri gönderdi.[14] İnsanoğlu çıkarcı yapısı, tabiatı ve hayvani içgüdülerinin peşine düşerek Allah Teala ile arasında var olan fıtri ve ilahi ahitten gaflet edilmektedir. İnsanoğlunun hayatında hâkim olan dünyevi bağlar bu fıtri ahdin filizlenmesini engellemektedir. İşte bu yüzden Resuller ve Nebiler, Allah Teala ile insanlar aralarında olan bu ahdi hatırlatmakta ve bu ahdin, verilen sözün hakkını yerine getirmeye davet etmektedir. İnsanlardan temiz fıtratlarından gelen sese kulak vermelerini öğütlemektedirler. Buna binaen peygamberlerin görevlerinden ve Risalet’inden birisi halkı ve toplumu gaflet uykusundan uyandırmaktır. İnsanlara öğrettikleri maarifin yanı sıra onları ezcümle Tevhit gibi fıtratlarında olan öze davet etmektedirler. Peygamberlerin bu görevi özünde bir hatırlatma ve ikazdan ibarettir. Kuran’ı Kerim’in peygamberleri bazen muallim bazen de hatırlatıcı olarak tanıtması bu yüzdendir. “Öyleyse hatırlat sen sadece bir uyarıcısın.”[15]
- Toplumsal adaleti ve hukukun üstünlüğünü tesisi
Kuran’ı Kerim’e göre Enbiyanın hedeflerinden biriside adaleti ve hukuku tesis etmektir.
“لَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلَنَا بِالْبَیِّنَاتِ وَاَنْزَلْنَا مَعَهُمُ الْکِتَابَ وَالْم۪یزَانَ لِیَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِۚ” “Ant olsun, biz elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti sağlasınlar.” [16]
Elbette hatırlatmak gerekir ki peygamberler adalet ve hukuku tesis etmek için sadece öğüt ve nasihatle yetinmemiş toplumsal çalışmalar yürütmüş şartlar oluştuğunda devlet kurmuşlardır.
İmam Humeyni bu konuda görüşünü şöyle ifade etmektedir: “Dinin gereği ve aklın hükmü peygamberlerin risâletinin hedefinin dini hükümlerin açıklanmasından ibaret olmadığı yönündedir. Gerçekte Peygamberlerin en önemli görevi ilahi kanunlar ve hükümler ışığında adalet üzere bir düzen inşa etmektir. Elbette ilahi öğretilerin ve hukukun açıklanması bunun altyapısını oluşturmaktadır. [17]
Bu tespit özellikle İslam Peygamberi hakkında tarihin şahitliğiyle şüphe duyulmayan bir gerçektir.[18]
- Fesat ve zulümle mücadele:
Kuran’ı Kerimden elde edilen öğreti Peygamberlerin çeşitli milletler, toplumlar ve kabileler arasında nübüvvete seçilmelerinin nedenini bu topluluklarda ortaya çıkan fesat, zulüm ve bozgunculukların yayılması olarak açıklamaktadır. Doğal olarak peygamberlerin en önemli işlerinden biri zulüm ve fesatla mücadele olmuştur.
Hz. Şuayip (a.s) ve Hz. Lut (a.s) ve…’in[19] haberleri aksettirilirken bu konu açıklığa kavuşturulmuştur. Buna göre Kuran’ı Kerim’e göre Enbiya’nın hedeflerinden biride fesat ve bozgunculukla mücadele olarak tanıtılmıştır.
- Müjde ve uyarı:
Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz Biz seni hak üzere müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Uyarıcı gönderilmemiş bir ümmet (topluluk) yoktur.”[20]
Kuran’ı Kerim ayetleri üzerinde yapılan incelemeler göstermektedir ki; ister Allah Resulü (s.a.a)’in ister diğer Enbiyanın söyleri üzerinden olsun müjde ve uyarı eksenlidir. Uhrevi nimetler ve azaplar üzerinden uyarı ve müjde yapılmaktadır. Bu şekilde toplumlar ebedi geleceklerinde onları bekleyen tehlikeler hakkında ikaz edilmektedir. Bu hakikat Kuranda açıkça beyan edilmiştir: “Biz peygamberleri ancak uyarıcı ve müjdeleyici olmaları için gönderdik.”[21]
- Ahlaki değerlerin yaşatılması:
Peygamberlerin görevlerinden biride toplumda ahlaki değerlerin yayılması, fazilet ve erdemlerin kemale eriştirilmesidir. Etik anlayışın oturması, örnek ve olguların yaygınlaşması bir taraftan, kötü alışkanlıkların ve rezil sıfatların toplumdan çıkartılması diğer taraftan bu hedefin muhakkak olmasını sağlayacaktır. Bu konuda Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: “Ben üstün ahlakı tamamlamak için seçildim.”[22] Kuran’ı Kerim risaletin felsefesini açıklarken tezkiyeyi (nefsin kötü sıfatlardan arındırılmasını) ilahi maarifin öğretilmesinin yanında zikretmektedir. Özellikle tezkiyenin eğitimden önce geldiğini vurgulaması manevi ve ahlaki yetkinliğin önemini kat kat artırmaktadır.
“Ant olsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur.”[23]
- Hürriyet:
Bütün peygamberlerin asıl hedefi insanoğlunun şeytanın esaretinden kurtarılması, tevhide ve hakka kulluğa davettir. Hz. Ali (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: “Allah’ın selamı Muhammed’e ve Ehlibeytinin üzerine olsun; Allah Teala onu kullarını putların karanlığından Hakka kulluğun aydınlığına çıkarsın; Şeytanın köleliğinden kurtarıp Hak Teala’ya itaate ulaştırması için seçmiştir.”[24]
İnsanoğlunun şeytanın esaretinden ve zorbalığından kurtarılması ve hürriyetine kavuşması peygamberlerin risâletinin en önemli görevlerinden biridir. “Allah Resulü… üzerlerindeki ağır yükleri ve zincirleri kaldırır.”[25] Enbiya esaret, cehalet, putperestlik zincirlerini kaldırarak gerçek özgürlüğü ve bağımsızlığı insanoğluna yaşatacaktır. Zira Hakka kulluk insanı her türlü kölelikten ve esaretten kurtaracaktır.
- Aklın gelişmesi:
Enbiyanın görevlerinden biriside insanoğlunun düşünce ve akıl gücünün geliştirilmesidir. Hz. Ali (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor: “Peygamberler insanların akıllarında saklı olan hazinelerin gün yüzüne çıkması için gönderilmiştir.”[26] İnsan aklı ve zekâsı bütün hakikatin yer bulduğu bir mahzendir. Maalesef şeytanın vesveseleri ve saptırmaları bu hakikatin unutulmasına yol açmıştır.
Enbiya insanoğlunu eğiterek aklın sınırlarını ortadan kaldırmakta ve şeytanın vesveselerine karşı bir duvar örmektedir. Böylece insanoğlunun gelişmesi ve kemalinin yolu açılmış olur.
Her akıl sahibine ayan olduğu üzere peygamberlerin sundukları öğretiler ve verdikleri eğitim olmadan bu hedeflerin muhakkak olmayacağı açıktır. Bunun en açık delili Enbiyanın öğretilerinden uzaklaşan milletlerin başına gelenlerdir.
Son olarak konunun önemine binaen gerektiği taktirde detaylı inceleme için okurlarımızı bu alanda yazılmış temel eserlere müracaat etmelerini tavsiye ederiz.[27]
[1] Nisa/165.
[2] Mahmudi, Muhammed Bakır, nehc’ul-saadet fi mustedrek’ul-nehc’ul-belaga, 3.c, 101.s.
[3] Bakara/30. “Hiç şüphesiz yeryüzünde halife karar kılacağım.”
[4] İlahiyat min kitab’uş-şifa, tahkik: Hasanzade Amuli, 487-489.
[5] Zariat/56.
[6] Kuleyni, Usul’u-Kafi, 1.c, 168.s, kitab’ul-hüccet.
[7] İmam Musa Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Allah’ın kullarına dışta ve içte olan iki hücceti bulunmaktadır. Dışta olan peygamberler ve imamlardır. İçte olan ise akıldır.” Usul’u-kafi, 1.c, 16.s, kitab’ul-akıl ve’l-cehalet.
«ان لله علی الناس حجتین، حجة ظاهرة و حجة باطنة، فاما الظاهرة فالرسل و الانبیاء و الائمة (ع) و اما الباطنة فالعقول»
[8] Daha geniş bilgi için sitemizde “akıl ve faaliyet alanı” adlı dizini inceleyebilirsiniz.
[9] Tabatabayi, Muhammed Hüseyin, tealim’ul-İslam, 48.s.
[10] Hadevi Tahrani, Mehdi, baverha ve porseşha, s.95-102.
[11] Hadevi Tahrani, Mehdi, baverha ve porseşha, s.45-68.
[12] Bakara/151: “کَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪یکُمْ رَسُولًا مِنْکُمْ یَتْلُوا عَلَیْکُمْ اٰیَاتِنَا وَیُزَکّ۪یکُمْ وَیُعَلِّمُکُمُ الْکِتَابَ وَالْحِکْمَةَ وَیُعَلِّمُکُمْ مَا لَمْ تَکُونُوا تَعْلَمُونَۜ”
[13] Daha fazla bilgi için ‘Peyam Kuran’ 7.c, 8-49.s’ya müracaat ediniz.
[14] Nehc’ul-belaga, ilk hutbe:«لما بدل اکثر خلقه عهد الله الیهم، فجهلوا حقه...»
[15] Gaşiye/21: «فذکر انما انت مذکر»
[16] hadid/25: «لفد ارسلنا رسلنا بالبینات و... لیقوم الناس بالقسط...»
[17] İmam Humeyni, Velayet’i Fakih, 59-60.s.
[18] Jean-Jacques Rousseau, toplum sözleşmesi, 195-196.s; Misbah yezdi, Muhammed Taki, rah ve rahnema Şinasi, 4-5-37.s.
[19] isra/35, araf/85, nahl/36.
[20] fatır/24: «و ان من امة الاخلا فیها نذیر»
[21] Enam/48: «و ما نرسل المرسلین الا مبشرین و منذرین»
[22] «انما بعثت لاتمم مکارم الاخلاق» Meclisi, Muhammed Bakır, Bihar’ul-envar, 16.c, 287.s.
[23] Ali’imran/ 164: «لقد من الله علی المؤمنین ... و یزکیهم و یعلمهم الکتاب والحکمة» aynı şekilde Cuma suresinin ikinci ayeti bu konuyu açıklamaktadır.
[24] Nehc’ul-belaga,147’inci hutbe: «لیخرج عباده من عبادة الاوثان الی عبادته»
[25] Araf/157: «... و یضع عنهم اصرهم و الاغلال التی کانت علیهم...»
[26] Nehc’ul-belaga, ilk hutbe: «و یثیروا لهم دفائن العقول»
[27] Cevat Amuli, Abdullah, İntizar beşer ez din ve şeriat der ayineyi marifet; Husro penah, Abdulhuseyn, İntizar beşer ez din ve gostereyi şeriat ve galemroi din; Kara meliki, Ahad feramerz, Kalem’roi peyam peyamberan.