Please Wait
7440
Bu sorunun cevabında kısaca şöyle dememiz gerekir:
1- Bu hadisler takiye ortamı veya başka özel şartlardan dolayı silahlı kıyamların bir faydasının olmadığı dönemlerde beyan edilmiştir. Bunun yanı sıra bazı kıyamları da teyit eden hadisler mevcuttur.
2- Söz konusu rivayet silahlı kıyamlar ve inkılaplar hakkındadır. Ama diğer ıslah hareketlerini reddetmemektedir. Ehl-i Beyt İmamlarının da kendi hayatları döneminde bu tür hareketlere öncülük yaptıkları görülür.
İslam İnkılabının oluşum sürecini ve İnkılabın lideri ve kurucusunu görüşlerini incelediğimizde bu kıyamın liderinin ilke olarak silahlı kıyamı desteklemediği görülür. İran İnkılabı da silahlı kıyamlar kategorisinde değerlendirilmez. Buna göre bu inkılabın bu ve benzeri hadislerle çelişkisi asla söz konusu olmaz.
İran İslam İnkılabı gibi önemli bir kıyamın dini ve Kur'ani ölçülerle uyum içinde olup olmadığı konusunu incelemede sadece bir hadisle yetinerek böyle büyük bir hareketin doğruluk veya yanlışlığı hakkında görüş ortaya atmamalıyız. Böyle bir değerlendirme için dini metinlerin tümünü ve İmamların çeşitli dönemlerde ameli siretini dikkate almalıyız. Ancak bu yolla dakik ve doğru bir sonuca ulaşabiliriz.
Bu yüzden biz bu konuyu genel bir çerçevede birkaç bölümde tahlil edeceğiz:
1- Sahife-i Seccadiye'nin mukaddimesinde yer alan hadis bütün İnkılapçı ve silahlı hareketler hakkında şüphe oluşturabilir mi?
2- Hz. Mehdi'nin zuhurundan önce her türlü değişimci hareketleri yasaklayan hadisler hakkındaki yorum nedir?
3- Önceki iki konuya nazaran İmam Humeyni gibi dine bağımlı alimler niçin devlet aleyhtarı hareketlerde bulunmuş ve devrim yapmışlardır?
Bu konuları inceledikten sonra gerekli sonuca varabiliriz:
1- Birinci konuyla ilgili olarak şunu demeliyiz ki: Sahife-i Seccadiye'nin mukaddimesinde yer alan bu hadisi senet açısından tartışılmaz bilsek ve bu hadisin altıncı İmam'dan geldiğini kesin olarak kabul etsek yine hadisin metnince dikkat ettiğimizde Hz. Mehdi'nin kıyamından önceki her harekete şüphe ve gölge düşürecek bir içeriğe sahip olmadığını görürüz. Şu iki noktaya dikkat ediniz:
a. Aynı hadiste İmam Cafer Sadık'ın Yahya b. Zeyd'in kıyamını ve şehit oluşunu duyduktan sonra çok üzüldüğü ve ağladığı geçmektedir. Eğer bu hareketi tamamen yersiz ve Şia'nın genel çıkarına muhalif biliyorduysa niçin onun yenilgisi için bu kadar üzülmüş ve ağlamıştır?
Elbette bunun sebebinin amca oğullarından olduğundan kaynaklanan acıma hissi olduğu ve bu ağlamanın onun inkılapçı hareketini desteklemek anlamına gelmediği söylenebilir. Böyle bir cevabı kabul etsek bile ikinci nokta karşımıza çıkmaktadır.
b. Bu hadiste İmam Sadık'ın şöyle dediği nakledilmiştir. Biz Ehl-i Beyt'en hiçbir kimse Mehdi'nin kıyamından önce zulümle mücadele ve hakkı desteklemek için kıyam etmemiştir ve etmeyecektir meğer ki onun kendisi belalara duçar olacak ve onun kıyamı bizi ve Şia'mızı daha fazla sıkıntıya sokacaktır.[1]
Eğer hadisin Arapça metnine bakacak olursak "Lâ yehrucu" tabirinin yanı sıra "mâ herece " tabirinin de yer aldığını görmekteyiz. Buna dayanarak hatta masumların kıyamının da istisna edilmediğine göre bu hadise göre İmam Cafer Sadık'tan önceki kıyamlarda da şüphe edilmesi gerekir; oysa bunun yanlış olduğu ortadadır!
Acaba sizce Cafer Sadık, Hz. Ali'nin savaşları ve İmam Hüseyin'in kanlı kıyamına da mı İmam olumlu bakmıyordu?
Yukarıdaki hadisin mutlaklığına bakılacak olursa bu iki hareketi de kapsamına alır, oysa kesin olarak bu iki hareket hakkında İmam Cafer Sadık'ın (a.s) görüşü bu değildir.
Buna göre Sahife-i Seccadiye'nin rivayetini bütün islahcı hareketleri değerlendirmek için bir ölçü olarak kabul edemeyiz. Bu hadisin takiye şartlarında söylendiğini mümkündür veya bu tabirle bu hareketlerin asıl ve nihai sonuca varmayacağı ideal hakimiyetin sadece Hz. Mehdi'nin kıyamı sayesinde oluşabileceği ifade edilmek istenmiş olabilir. Ondan önceki kıyamlar farz bile olsalar sürekli Şia'nın dünyevi sıkıntılarını artıracak nitelikte olduğu açıklanmak istenmiştir. Elbette bütün bunlar tam bir suskunluğa girmenin ve tamamen sessiz kalmanın cevazı ve müberriri sayılmaz. Çünkü bizler kendi görevimizi yerine getirmekle görevliyiz sonuca varmakla mükellef değiliz. Nitekim İmam Humeyni Şehit Ayetullah Saidi'ye hitaben şöyle demiştir: "İnsan ilahi vazifelerine amel etmeye muvaffak olursa neticeye ulaşmış sayılır; ister istenen sonuç ulaşsın ister ulaşmasın.[2]
İlerideki bölümlerde de bu konuya değineceğiz.
2- Sizin işaret ettiğiniz hadisten başka aynı manayı teyit eden diğer hadisler de vardır. Örneğin bazı hadislerde şöyle tabirler yer almıştır: On ikinci İmam'ın zuhurundan önce dikilen her bayrağın sahibi tağuttur.[3] Veya kanatları çıkmadan uçmağa çalışan civcive benzer bu durumda çocuklara oyuncak olur.[4] ve…[5] Dikkat etmek gerekir ki bu hadisler bir dönemler aittir ki zalim Emevi hanedanının hakimiyeti yüzünden her türlü karşıt hareket ve kıyamlar genelin kabulüne mazhar olurdu. Çoğu zaman bu hareketlerin öncüleri ilahi ve doğru bir niyete sahip kişiler değillerdi. Örneğin Haricilerin geri kalanları yanlış bir izde olmalarına rağmen bu dönemde Emevi yöneticilerine karşı kıyam emişlerdir.
İmamlar kendi takipçilerini aydınlatmak için her değişimin mutlaka yapıcı olacağı diye bir şeyin olmadığı gerçeğine işaretle onları bu hareketler uymaktan sakındırmışlardır. Bu ise sınırlı da olsa bütün inkılapçı hareketleri reddetmek anlamına gelmez. İmam Cafer Sadık'tan (a.s) aşağıda nakledeceğimiz bir diğer hadise baktığımızda bu sonucu çıkarmamız kolay olur.
İmam şöyle buyurur: "Eğer inkılapçı bir hareketle karşılaşırsanız kendiniz en uygun olanı seçmeğe daha evlasınız. Ancak bu hareketinizin son hedefinin ne olduğuna dikkat etmelisiniz. Sadece Zeyd b. Ali'nin kıyamını kendinize bir dayanak kılmamalısınız. Çünkü Zeyd bilgin ve alim ve doğru konuşan bir insandı. O şahsi hedefler uğruna kıyam etmedi O sadece sizi Ehl-i Beyt İmamlarına uymaya çağırdı. Eğer zafere erişseydi kesin olarak bu ahdine vefa ederdi…"
Bu hadisin devamında İmam silahlı kıyamı o şartlarda uygun görmeyerek Hz. Mehdi'nin son kıyamı hakkında bazı açıklamalarda bulunmaktadır.[6]
Bütün bu hadislerden anlaşılan nokta şudur ki: Allah'ın takdiri, insanlığın son ve kamil ıslahının Hz. Mehdi tarafından gerçekleşmesi yönündedir. Böyle bir şeyi diğerlerinin tarafından iddia edilmesi gerçekleşmeyecek bir slogandan ibarettir. Ancak böyle bir takdirin var oluşu mümin kişilerin kendi güçleri düzeyinde kendi toplumlarını düzeltmek için çalışmalarıyla çelişmez. Yoksa aksi takdirde hatta Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı bile şüpheli sayılır. Çünkü Hz. Mehdi'nin kıyamından önce gerçekleşmiştir.
Elbette bu sınırlı ıslah hareketleri de sadece güçlü imana sahip ilahi hedefler yolunda gerçekleştiği takdirde teyit edilir. İmam Humeyni bu noktaya dikkat ederek şöyle demiştir: "Evet, dünyayı adaletle doldurmak hedefini biz gerçekleştiremeyiz. Eğer gücümüz olsaydı yapardık. Ama gücümüz olmadığı için O imam'ın gelmesi gerekir. Şimdi alem zulümle dolmuştur. Siz alemde bir noktadan ibaretsiniz alem zulümle dolmuştur. Eğer biz bu zulmün önünü alabilsek almalıyız bu bir görevdir."[7]
Sahife-i Seccadiye'nin sahibi İmam Zeynülabidin'den nakledilen şu hadis de bizim bu sözümüzü desteklemektedir.
İmam Zeynülabidin (a.s) Mekke yolunda Ubbad el-Basrî ile karşılaşır ve Ubbad İmam'a şöyle der: "Cihadı ve zorluklarını bırakıp hacca ve rahatlığına yöneldin. Oysa Yüce Allah, "Allah müminlerden, canlarını ve mallarını, cennetin kendilerine verilmesi karşılığında satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. Bu; Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun kendi üzerine aldığı hak bir vaattir. Ahdinde (verdiği söze) Allah'tan daha sadık kim var? O halde yaptığınız bu alış verişten dolayı sevinin. İşte bu, büyük bir başarıdır." (Tevbe, 111) diye buyurmaktadır. İmam (a.s) ona şu cevabı verir: "Ayetin sonrasını da oku. O ayetin devamını okur:
(O müminler;) tövbe edenler, ibadet edenler, (Allah'a) hamd edenler, (Allah yolunda) dolaşıp duranlar, rükû edenler, secde edenler, marufu emredenler, münkerden sakındıranlar ve Allah'ın koyduğu sınırları koruyanlardırlar. Müminleri müjdele!
Bunun üzerine İmam şöyle buyuruyorlar: "Bunlar -yani ayette işaret edilen niteliklere sahip müminler- ortaya çıktıkları zaman, hiçbir şeyi cihada tercih etmeyiz." [8]
Şu noktayı açıklamak gerekir ki: O dönemde zahir de müslüman olan savaşçılar iki gruptan ibarettiler. 1- ülkeleri fetih etmekle uğraşan Umeyye oğullarının ordusu 2- Havariçler gibi doğru olmayan bir görüş ve ilahi olmayan bir niyetle Umeyye oğullarına karşı mücadele eden gruplar. Bu iki gruptan hiçbiri yukarıdaki ayette açıklanan ölçüleri taşımıyorlardı. Bu yüzden İmam Zeynülabidin cihadın değerine gölge düşürmeden her mücadele ve savaşı cihat olmadığını açıklamışlardır. İmam Kur'an'a dayanarak bir takım ölçüler ortaya koymuşlardır ki bu ölçüleri taşıyan kişilerin kıyam ve cihat için ortaya çıktıklarında onların yanı sıra cihat etmek elbette ki daha değerli bir iş sayılacaktır.
Şimdi İran İslam İnkılabının Önderi İmam Humeyni'nin ve bu İnkılap'ta şehit düşen şehitlerden çoğunun bu özelliklere sahip olduklarını nazara aldığımızda cevabımızın son bölümüne gelelim:
3- Doğru bir sonuca varmak ve İmam Humeyni'nin İslam İnkılabının liderliğini niçin kabul ettiği sorusuna ulaşmak için yukarıda işaret edilen rivayetlerden başka diğer birtakım mevzulara da dikkat etmemiz gerekir. Bu mevzulardan bazıları şöyledir:
3-1 Zahirde yönetimi ele geçirmek için bir çaba göstermeyen Masum İmamlar da devletin işine benzer bir takım faaliyetlere baş vurmuşlardır. Başka bir ifadeyle baştaki gayr-i meşru hakimiyete paralel bir sistem oluşturmuşlardır. Örneğin İslam toplumunun her yöresinde temsilcileri olmak, Şiayı kendi yargı işlerinde devlet mahkemelerine başvurmaktan sakındırmak, bu tür işleri kendi temsilcileri vasıtasıyla çözmek ve çeşitli vergiler almak,[9] işte bütün bunlar bu paralel çabalardan sayılır ki bu tutumları yüzünden zalim yöneticiler onların varlığını tahammül etmemiş ve onları şehit etmeğe çalışmıştır.
Bir rivayette yer aldığına göre kendisi seyitlerden olan bir ispiyoncu Harun Reşid'e hitaben şöyle diyor: "Ben şuna şaşıyorum sanki bizim aramızda iki halife vardır. Onlardan biri Musa b. Cafer'dir. Bir takım vergileri ona Medine'de gönderiyorlar. Diğeri de sensin Irak'ta vergileri toplamakla meşgulsün." [10]
İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu olan İmam Humeyni (r.a) Ehl-i Beyt İmamlarının (s.a) bu tavrını şöyle değerlendiriyor: "Eğer İmamlarımız evlerinde otursalardı ve halkı Umeyye oğullarına veya Abbas oğullarına davet etselerdi onların saygıları korunurdu. Onları başları üzerinde tutarlardı. Ama onlar gördüler ki İmamlar alenen savaşmaya güçleri olmadığından ve şartların buna elverişli olmadığından yer altı çabalarla bunları yok etmeye çalışıyorlar. Bu yüzden bunları yakalayıp hapislere tıkadılar. Bazıları on yıl hapiste kaldı. Acaba imam Musa b. Cafer'i namaz ve orucu yerine getirdiği için mi hapse tıkadılar? Namaz kılıyor veya oruç tutuyor diye mi? Veya Harun Reşid'le uzlaşmaya zülmün her türlüsüne baş eğmeğe davet ettiği için mi mesela tutukladılar!? Yoksa mesele daha farklı bir şey miydi? Onlar onun tehlikeli olduğu ve devletleri ve güçleri için tehlike oluşturduğunu gördükleri için mi onu tutukladılar ve hapse attılar eziyetler edip sürgüne gönderdiler.[11]
Bu tahlile göre gerçek Şia zuhuru beklemek bahanesi ile asırlar ve bin yıllar boyunca suskunluk içinde yaşayamaz.
3-2 Bizim hadislerde yer alan bir çok açıklamalarda Hz. Mehdi'nin kıyamından önce gerçekleşecek ıslah uğruna girişilen kıyamlardan söz edilmiş ve bu kıyamlar teyit edilmiştir.
Bu hadislerden birinde doğudan kıyam edecek bir gruptan söz ediliyor ki bunlar kendi kıyamlarıyla Hz. Mehdi'nin kuracağı devlet için gerekli ortamı hazırlayacaklar.[12] İmam Humeyni de İran İslam İnkılabı söz konusu kıyam olmasını temenni ediyordu. Şöyle diyordu: İnşaallah bu İnkılabın yayılması ile şeytani güçler münzevi olacak ve mutazafların hakimiyeti kurulacak ve Son dönem Hz. Mehdi'nin evrensel devleti için gerekli zemin hazırlanacaktır.[13]
Veya bazı hadisler zuhurdan önce Yemenli birinin kıyamı müjdelenmiş ve Şia'nın onu desteklemeleri istenmiştir. Ve…[14]
3-3 Masum İmamlar gaybet döneminde fakihleri kendi temsilcileri olarak tanıtmışlardır.[15] Doğal olarak genel beklenti onların Ehl-i beyt'in yolunu devam ettirmeleridir. Bu yüzden gaybet dönemi boyunca dini bilginlerin ıslah hareketlerinde önemli rolleri olmuştur. Hatta İslam İnkılabını tenkit edenleri bile mercilik makamında oturarak küçük çapta devlet örneği teşkilat kurmaya çalışmışlardır Bunlar kendilerine has yöntemlerle ıslah yolunda çalışmış ve bu işleri Ehl-i Beyt'in yöntemine ters bilmemişlerdir.
3-4 Kesin olarak şöyle dememiz gerekir: Eğer gaybet döneminde cihad-i ibtidai, (davet cihadı) meşru olmasa bile hiçbir fakıh ve dini bilgini iç ve dış düşmanların saldırılarına karşı müslümanların kendi can, mal, ve namuslarını savunmak için hatta gerektiğinde silahlı savaşa baş vurmalarını yasak bilmiyor hatta bunu kesin bir farz olarak değerlendiriyorlar. İran, İnkılap öncesinde iç ve dış düşmanların taarruzuna uğramıştı. Kuşkusuz tesettürün zorla toplanmaya çalışılması ve buna müteakip kadınlarının tesettürünü savunmak için Hz. İmam Rıza'nın hareminde toplanan kişilerin vahşice saldırıya uğramaları ve kapitalisyon ve İran'da şahlık nizamının 2500 yılının kutlanması gibi açıkça düşmanların İslam'ı hedef aldığı olayları unutmuş değiliz.
3-5 Yukarıda işaret ettiğimiz çabalar İslam aleyhine tezgahlanmasına ve İran'da bir çok grupların silahlı mücadele yolunu seçmelerine rağmen İnkılabın asıl önderliğini üzerine alan İmam Hümeyni (r.a) İmamların yöntemlerine istinaden silahsız mücadele yöntemini seçmişti. İslam İnkılabı döneminde bir çok baskılara ve diretmelere rağmen (Sahife-i Seccadiye'nin mukaddimesinde söz konusu edilen ve reddedilen) silahlı mücadele yöntemine başvurmaya izin vermemiştir. Elbette baştaki yönetim bir takım kan dökmeler ve cinayetlere başvurmuştur ki bu işlerin sorumluluğu onların kendilerine aittir.
Örneğin İmam Humeyni 1978 yılında Figaro dergisiyle yaptığı röportajda "Silahsız mücadele yöntemini değiştirmediğini açıklamıştır."[16]
Sonuç olarak şöyle demek gerekir: "Pehlevi Rejiminin girişimleri ona karşı silahlı mücadeleyi meşru kılacak şekilde olmasına rağmen İmam Humeyni kendi has dirayet ve tedbiri ile uysal ve silahsız protestolar düzenledi ve sonuçta İslam İnkılabı zafere ulaştı. Gerçi bu süreçte bir çok kişilerde şehit oldular. Ama şuna dikkat etmek gerekir ki İran İnkılabı silahlı bir kıyam değildi geniş ve ıslahçı bir toplum hareketiydi ki hiçbir ayet ve hadis onu reddetmemektedir. Eğer kan dökücü Pehlevi Rejimi bazı kişileri şehit ettiyse de bu, silahlı bir kıyama başvurmadan sadece dönem yöneticilerinin beğenmediği tutumları olduğundan hapislere tıkanan ve çeşitli işkencelere maruz kalan sonunda şehit olan Masum İmamların yöntemini kullandığı içindir.
[1] Sahife-i Seccadiye, s. 20 El-Hadi yay. Kum
[2] Sahife-i İmam, c. 2 s. 86
[3] Hürr-i Amili, Muhammed b. Hasan, Vesailu'ş-Şia, c. 15 s. 52, H. 19969, Alu'lbeyt kurumu yay. Kum, 1409
[4] Ade s. 51 H. 19965;
[5] Vesailu'ş-Şia kitabını 15 cildinin 50. sayfasında Hükmü'l-Huruc Bissayf kable kıyamı el-Kaim başlığı altında bir fasıl vardır bu tür hadisleri orada bulabilirsiniz.
[6] Hürr-i Amuli, Muhammed b. Hasan, Vesailu'ş-Şia, c. 15 s. 50 -51 H. 19964
[7] Sahife-i İmam, c. 21 s. 16-17 ve c. 3 s. 339-340
[8] Kuleyni, Muhammed b. Yakub, El-Kafi, c. 5 s. 22 Daru'l-Kutub el-İslamiye yay. Tahran, Men Lâ Yahzuru'l-Fakih, c. 2 s. 141; Menakıb-u Âl-i Ebî Talib, c. 4 s. 173
[9] bkz Vesailu'ş-Şia, c. 27 Sıfatu'l-Kazi bablarından birinci babın hadisleri
[10] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu'l-Envar, c. 48 s. 239, Muessesetu'l-vefa, Beyrut, 1404
[11] Sahife-i İmam, c. 4 s . 21
[12] Biharu'l-Envar, c. 51 s. 87
[13] Sahife-i İmam, c. 15 s. 348-349
[14] Biharu'l-Envar, c. 52, s230
[15] Vesailu'ş-Şia, c. 27 s. 131 H. 33401
[16] Sahife-i İmam, c. 4 s. 3