Gelişmiş Arama
Ziyaret
8633
Güncellenme Tarihi: 2008/02/18
Soru Özeti
İslam’a ve Şia’ya göre İnsan hangi alanlarda ihtiyar ve hürriyete sahiptir?
Soru
İslam’a ve Şia’ya göre İnsan hangi alanlarda ihtiyar ve hürriyete sahiptir?
Dini metinlere baktığımızda, ayet ve hadisleri incelediğimizde insanın hür iradeye sahip olduğu gerçeği anlaşılır. Bunun anlamı, insanın mutlak anlamda serbest olduğu değildir.
Kısa Cevap

Dini metinlere başvurduğumuzda ayet ve hadislerin manalarında dikkat ettiğimizde insanın muhayyer olduğu görüşü ortaya çıkar. Bu sözden insanın her yönlü muhayyerliğe sahip olduğu ve hiçbir etkenin onun davranış ve işlerine etki yapmadığı anlamı kastedilmiyor. Maksat sadece şu ki bütün bu faktörlerin, koşulların varlığının ve ilahi iradenin egemenliğinin yanı sıra yine de insan bir takım işleri yapmaya kadirdir şöyle ki isteseydi onları yapmayabilirdi de. Bu yüzden de insan kendi iradesi ile gerçekleştirdiği işlerden sorumludur ve mutlak bir cebir ona egemen değildir.

İnsan hür irade sahibi muhayyer bir varlık olmasıyla birlikte kendi psikolojik yapısını ve etrafındaki doğal çevresini değiştirmede ve geleceğini istediği şekilde değiştirmede bir takım sınırlarla karşı karşıyadır. Bu yüzden onun hürriyeti sınırlı bir hürriyettir. Yani belli bir çerçeve ve daire içindeki bir hürriyettir.

Fiziksel ve kimyasal oluşumların ve doğal etkenlerin tesirini kabul etmekle birlikte şu noktaya dikkat etmeliyiz ki bu etkenlerin rolü insanın hür iradesini yok edecek derecede değildir. Veraset ve kalıtım yoluyla bir takım özelliklerin baba ve anneden çocuğa geçmesi de artık o insanın hiçbir seçme gücüne sahip olmadığı anlamına gelmez. İnsan bütün bu etkenlere karşı kendi hür iradesiyle seçimde bulunabilir ve kendi isteği doğrultusunda bir yol seçebilir.

Ayrıntılı Cevap

Dini metinlere başvurduğumuzda ayet ve hadislerin manalarında dikkat ettiğimizde insanın muhayyer olduğu görüşü ortaya çıkar. Bu sözden insanın her yönlü muhayyerliğe sahip olduğu ve hiçbir etkenin onun davranış ve işlerine etki yapmadığı anlamı kastedilmiyor. Maksat sadece şu ki bütün bu faktörlerin, koşulların varlığının ve ilahi iradenin egemenliğinin yanı sıra yine de insan bir takım işleri yapmaya kadirdir şöyle ki isteseydi onları yapmayabilirdi de. Bu yüzden de insan kendi iradesi ile gerçekleştirdiği işlerden sorumludur ve mutlak bir cebir ona egemen değildir.[1]

Bu savı ispat için kelamcılar ve filozoflar tarafından çeşitli yorumlar ortaya atılmış ki bunların en derini ve aynı zamanda en güzeli Sadru’l-Müteellihin’in açıklamasıdır:

O şöyle diyor: Evrendeki varlıklar özleri, nitelikleri ve edimleri yönünden bütün farklarına rağmen ve yaratıcıya yakınlık ve uzaklık yönünden de değişik mertebelere sahip olmalarına rağmen bir yönde ortaktırlar. O da bir ilahi gerçeğin onların tümünü kapsamış kuşatmış olmasıdır. Bu ilahi hakikat (Mutlak varlı) bir olmasına ve bileşimden uzak olmasına rağmen evrendeki varlığın bütün boyutlarını içine alır. Evrende bir zerrecik olsa bile bu ilahi gerçeğin ve nuru’l-evar’ın kapsamının dışında kalmaz.

Buna göre evrende her oluş ve görüngünün varlık yönü Allah’ın varlığından kopuk olmadığı gibi her oluş ve görüngünün edimi de Allah’ın edimi sayılır. Elbette bu sözden maksat örneğin Hasan’ın yaptığı işin gerçekte onun işi değil de Allah’ın işi olduğu değildir, maksat o işin bilfiil ve gerçek anlamda Hasan’ın işi olmanın yanı sıra Allah’ın da işi olduğudur.

Sonuç olarak Hasan’ın varlığı, duyguları ve özellikleri Allah’a bağlı olduğu ve Ona isnat edildiği gibi işleri de Allah’a bağlıdır. Çünkü varlık feyzi Allah’tan kaynaklandığı gibi bilgi, irade, hareket, durma ve insanın yaptığı diğer bütün işler gerçek anlamda bu işleri yapanın işleri olmasıyla ve ondan kaynaklanmasıyla birlikte Allah’a da bağımlıdır ve Allah’a da isnat edilebilir. Bu anlamda insan kendi işlerinin oluşturanı ve yapanı sayılır.

İnsan hür irade sahibi muhayyer bir varlık olmasıyla birlikte kendi pisokolıjik yapısını ve etrafındaki doğal çevresini değiştirmede ve geleceğini istediği şekilde değiştirmede bir takım sınırlarla karşı karşıyadır. Bu yüzden onun hürriyeti sınırlı bir hürriyettir. Yani belli bir çerçeve ve daire içindeki bir hürriyettir.

İnsanın sınırları birkaç yöndendir:

1- Veraset ve Genetik

İnsan, insan doğasıyla dünyaya gelir baba ve annesi insan oldukları için o da insan olarak doğuyor. Hatta baba ve annesinden genetik olarak renk, göz rengi, boy ve benzeri birçok cisim özelliklerini alıyor bunların hiç biri onun kendi seçimi olmadan.

2- Doğal Çevresi ve Coğrafyası:

İnsanın içinde dünyaya geldiği doğal çevre büyüdüğü coğrafya kaçınılmaz olarak insanın vücut yapısını, ahlakını ve eğilimlerini etkilemektedir.

3- Toplumsal Çevre

İnsanın ruhi ve ahlaki boyutlarının oluşumunda toplumsal çevre önemli bir etken durumundadır. Dil, örf ve adetler, gelenekler, din ve mezhep genelde toplumsal çevrenin oluşturduğu olgular arasındadırlar.[2]

Kur’an toplumların; kimlik, hareket, güç, hayat, ölüm, vicdan, itaat ve sapıklık gibi özelliklere sahip olduğunu onaylamakla birlikte ve toplumu insanın işlerinde etkili olduğunu kabul etmenin yanı sıra açıkça ferdi topluma karşı koymak konusunda muktedir bilmektedir.

Nisa suresi ayet 97’de kendilerini mustazaf (zayıf düşürülmüş) bilen kimseler hakkında şöyle diyor: Kesinlikle onların mazeretleri geçersizdir; çünkü en azından bulundukları bölgeden hicret etmek gücüne sahiptiler.

Yine diğer bir ayette şöyle diyor: “Ey iman edenler! Kendinizi kurtarmaya çalışın, siz hidayete eriştiğiniz takdirde sapan kimselerin sapması size bir zarar vermez.”[3]

4- Geçmiş ve geçmişte vuku bulan olaylarında insanın oluşumunda büyük bir etkisi vardır. Genel olarak her varlığın geçmişi ile geleceği arasında kesin bir ilişki vardır. Geçmiş geleceğin çekirdeği durumundadır.

Sonuç olarak insan kendi ilişkisini veraset, doğal çevre, sosyal çevre tarih ve geçmişle kesememesine rağmen ama büyük bir ölçüde bu etkenlere karşı baş kaldırabilir ve kendisini bu etkenlerin esaretinden kurtarabilir. İnsan bir yandan akıl, ilim gücünün ve diğer yandan irade ve iman gücünün gücüyle bu etkenler üzerinde bir takım değişiklikler oluşturabilir ve bunları kendi isteklerine mutabık duruma getirebilir sonuçta kendisi kendi takdirini belirlemede etkili olabilir.[4]

Biz genetik, doğal etkenlerin insanın kişiliğinin oluşumundaki etkisini inkâr etmiyoruz. Ama insanın davranışlarında etkili olan bütün etkenleri de genetik ve kalıtımla sınırlamayı doğru bulmuyoruz. Bu insanın maddi olmayan manevi boyutunu göz ardı etmek sayılır. İnsanın soyut bir ruha sahip olduğu ispatlanmış bir gerçek olduğuna göre insanın hür iradesi de işte onun bu soyut ruhundan kaynaklanan güçlerden biridir. Fiziksel ve kimyasal oluşumların ve doğal etkenlerin tesirini kabul etmekle birlikte şu noktaya dikkat etmeliyiz ki bu etkenlerin rolü insanın hür iradesini yok edecek derecede değildir. Dış etkenlerin var olmasının ve onların insanda bir takım eğilim ve dürtüleri harekete geçirmesi ve insanda bir takım kimyasal ve fiziksel oluşumların meydana gelmesini rağmen acaba insanın bu etkenler karşısında direnme gücü yok mu? Bizzat kendi hayatımızda bunun birçok örneklerini yaşamış ve görmüşüz. Veraset ve kalıtım yoluyla bir takım özelliklerin baba ve anneden çocuğa geçmesi de artık o insanın hiçbir seçme gücüne sahip olmadığı anlamına gelmez. İnsan bütün bu etkenlere karşı kendi hür iradesiyle seçimde bulunabilir ve kendi isteği doğrultusunda bir yol seçebilir.[5]

Daha fazla araştırmak için şu kaynaklara başvurun:

Muhammed Taki Ca’feri, Cebir ve İhtiyar

Cafer Subhani, İlim ve Felsefe açısından Takdir

Seyyid Muhammed Bakır Sadr, Sorumlu ve tarih yapımcısı insan

Murtaza Mutahhari, İnsan ve Takdir

Muhammed Taki Misbah, Kur’an Öğretileri



[1] Ahmed Vaizi, İnsan ez didgah İslam, s. 12 , Kum.

[2] Murtaza Mutahhari, Mukaddime-i ber Cihanbini İslami s. 270 – 271, Kum

[3] Maide Suresi: 105

[4] Murtaza Mutahhari, Mukaddime-i ber Cihanbini İslami s. 330 ve 373

[5] Mahmut Recebi, İnsan Şinasi s. 151 Kum

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Hatim merasimi ve mezarlığa çocukları götürmenin bir keraheti var mıdır?
    24562 Pratik Ahlak 2012/04/04
    Çocukları dinsel meclis ve merasimlere ve de mescide veya Muharrem ayındaki matem merasimlerine götürmek veyahut bayram namazı ve dinsel bayramlara katılmasını sağlamak kendilerinin dinsel duygularının gelişmesi için çok önemlidir. Ergin gençleri hatim merasimi ve mezarlığa götürmek hakkında ise, rivayetlerde ve fıkhi kitaplarda yaptığımız inceleme neticesinde bu işin ...
  • Akika kurbanının şartları ve sünnetleri nelerdir?
    9489 Pratik Ahlak 2019/11/10
    Akika: Yeni doğan çocuğun doğumunun yedinci günü belalardan korunması için bir koyunun veya kurban etmeye salahiyeti olan bir hayvanın kurban edilmesidir.Kurban kesmek yerine para bağışlanması akika yerine geçmez. Münasip olan kız çocuğuna dişi, erkek çocuğuna ise erkek koyunun kurban edilmesidir. Eğer mümkün değilse dişi ...
  • İranlıların matem, şenlik ve dini bayramlardaki gelenekleri neden diğer Müslümanlarla ve hatta diğer Şiilerle farklıdır?
    8187 Eski Kelam İlmi 2009/07/11
    Dini kutlamalar için genel kurallar olmasının yanı sıra ancak mukaddes İslam dininin görüş belirtmediği yerlerde her bölge örf ve adetlerine göre bu merasimleri yerine getirilebilir. Başka bir deyişle dinin önem verdiği şey örneğin İmam Hüseyin (a.s) için matem merasimlerinin düzenlenmesidir. Ama bunun yapılma şekli halkın kendisine bırakılmıştır. ...
  • Mastürbasyonun evlilikten farkı nedir?
    18619 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2010/08/08
    Mastürbasyon insanın ihtiyacını gerçek şekilde gidermez ve sahte bir doyumdur. İnsanın şehvanî ihtiyacı sadece meninin çıkmasıyla giderilmez. Bunun aşk, duygu, yakınlık ve sevgi ile beraber olması gerekir. Bu nedenle bu fiili işleyenler içlerinde eksiklik hissederler. Bu da cismanî ve ruhî hastalıkları peşinden getirebilir. Ama evlilik şehvanî ...
  • Yüzüğü sağ ele takmak mutlaka gerekli mi?
    53679 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/05/20
    Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt İmamları(a.s)’nın sünnetlerinden biri ele yüzük takmaktır. Rivayetlerde yüzüğün çeşidi ve üzerindeki nakış hakkında da çeşitli bilgiler verilmiştir. Bir de yüzüğün sağ ele takılması tavsiye edilmiştir. Ancak İslam’daki yüzük takmak ile ilgili hükümlerin hepsi müstehap türündendir ve farz değildir. Sadece erkeklerin ...
  • Dinî ilimleri öğrenmenin önemi nedir?
    16342 Pratik Ahlak 2011/05/21
    Öğrenmek bazen amel ve yükümlülüğü yerine getirmek için ve bazen de başkalarını eğitmek ve yetiştirmek içindir. Birinci kısım genel bir sınıflandırmayla iki bölüme ayrılmaktadır: Birinci bölüm tüm Müslümanlar ile ilgili hükümler olup özel bir iş, uzmanlık ve cinsiyetle bağlantılı değildir. İlk etapta tüm yükümlüler ile ilgilidir. Namaz, oruç ve ...
  • Hamd suresinden sonra Elhamdülillah Rabbi’l-Alemin söylemek sadece tabi olanlar için mi müstehaptır, yoksa cemaat imamı için de müstehap mıdır?
    7350 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (ömrü uzun olsun) Bürosu:Tabi olanlar için müstehaptır.  Hz. Ayetullah Uzma Sistani’nin (ömrü uzun olsun) Bürosu:Namazda müstehap olan şey, imamın arkasında namaz kılan fertlerin imamın Hamd suresini okumasının ardından Elhamdülillah Rabbi’l-Alemin cümlesini söylemesi ve namazda tevhid suresini şahsen okuyan kimsenin de ”kezalik Allah” ...
  • Küfe mescidinin amellerinin çokluğu göz önüne alındığında kimi kafilelerin çeşitli makamların amellerini bir mekanda yerine getirmeleri doğru mudur? Böyle yaptıklarında tam sevap alabilirler mi?
    9026 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/07/10
    Küfe ve Sehle mescidlerindeki amellerin faziletleri hakkındaki rivayetlere baktığımızda Masum İmamlardan (a.s) bu mescitlerin bütün amellerinin bir arada yapılmasına dair bir emir gelmemiştir. Bir sahabesine bir dua ve namaz öğretirken, bir başkasına başka bir namaz ve dua öğretmiştir. Bu yüzden ziyaretçileri mescitlerin tüm amellerini yerine getirmek veya ...
  • Eğer idrar sonrası istibra yapılıp abdest alınırsa ve daha sonrasında bir damla idrar gelirse hükmü nedir?
    8890 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2019/08/06
     Ayetullah uzma Hamaney’in bürosu:Eğer gelen sıvının idrar olduğuna eminseniz abdest batıldır ve o bölge necis olmuştur. Eğer idrar olduğuna emin değilseniz taharete hükmedilir ve abdesti bozmaz.Ayetullah uzma Sistani’nin bürosu:Eğer idrar olduğundan şüpheniz varsa taharete hükmedilir.Ayetullah ...
  • Kendimizi yetiştirmeye ve nefsimizi arındırmaya nereden başlamalıyız?
    11343 Pratik Ahlak 2010/05/06
    Tezkiye, nefsi arındırmak ve temizlemek anlamına gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de nefsi arındırmanın önemi hakkında birçok ayet bulunmaktadır. Ama şu bilinmelidir ki; nefsi arındırmaya başlama noktası her insana göre değişir. İslam’ı henüz kabul etmemiş birisinin nefsi temizlemeye başlayacağı ilk aşama, İslam’ı kabul etmesidir. Müminler için ilk basamak, ...

En Çok Okunanlar