Gelişmiş Arama
Ziyaret
7540
Güncellenme Tarihi: 2009/08/25
Soru Özeti
Peygamberler ve Masumlar tüm kemallere sahip miydiler, yoksa kemalin bazı mertebelerini bu dünyada mı elde ediyorlar?
Soru
Acaba Peygamberler (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) özellikle Resul-ü Ekrem (s.a.a) mümkün olan tüm kemal mertebelerine sahip miydiler yoksa onlar da bazı mertebelere bu dünyada mı ulaşabiliyorlardı?
Kısa Cevap

Kur'an-ı Kerim’de de açıkça belirtildiği gibi peygamberler (a.s) ve İmamlar (a.s) bir takım kemalleri sonradan elde etmek yönünden diğer insanlar gibidirler.

 

Dolayısıyla masumlar mümkün olan tüm kemallere sahip olarak dünyaya gelmezler. Bazı kemalleri bu dünyada iken ilahi imtihanları, fikri ve bedensel ibadetleri, riyazet, seyr-u sülük ve Allah'a yakınlaşmayı yerine getirerek kazanırlar.

 

Ancak bunun yanı sıra masumların günah ve hatalardan korunmalarını sağlayan özel donanımla yaratıldıklarına inanıyoruz. İşte bu yönden onlar diğer insanlardan seçkindirler. Yine masumlar daha doğarken bazı kemallere sahip olarak doğuyorlar; baba, ecdat ve annelerinden miras aldıkları faziletler, nutfelerinin geliştiği pak rahimler, yetiştikleri temiz ve sağlıklı ortamların hepsi ruh ve kalbin salim kalması ve kemalin zirvesine ulaşmalarında etkilidir. Manevi ilerleme ve tezkiyelerinde, özellikle zamanın geçmesi ve layık olduklarını gösterdikten sonra ilahi lütufların yanı sıra kemal yolu kendilerine hep gösterilmiş, onlarda gösterilen o yolda hızla yürümüşlerdir.

 

Burada şöyle bir soru veya şüphe akla gelebilir: Yani “Eğer peygamberler bu dünyada tekamüle eriyorlarsa, zamanın geçmesi ve olayların gelişmesiyle şahsiyetleri kamil oluyorsa dinleri de onlardan kaynaklandığına göre bu dinler de zamanla tekamüle erer. Dolayısıyla eğer peygamberler daha fazla yaşasaydılar veya olaylar daha değişik şekilde gelişseydi dinde daha değişik bir hal alırdı ya da daha kamil olurdu. Bu yüzden şimdi de peygamberlerin tekamül yolunu devam ettirmeli ve onların varlığıyla yetinmememiz gerekir.” Diye bir şüphe ortaya atılabilir.

 

Bu soru ve şüphenin cevabı şudur: Peygamberlere gelen vahiy ve din, insanların nefsi arındırmak ve çabaları sonucu elde ettikleri ilim ve ilhamdan farklıdır. Zira din ve şeriatın yasaları aziz ve hâkim olan Allah tarafından hatasız ve eksiksiz olarak gönderilmiştir.

 

İlahi dinlerin tekamül seyri tarih boyunca şu şekilde idi: Peygamberler, son peygamber olan en üstün peygamberin vesilesiyle Allah'ın en kamil dinine zemin hazırlamak için peş peşe geldiler. Son Peygamber gelince artık din en kamil şekilde Allah’in emriyle insanlara açıklandı ve Kur’an vasıtasıyla beyan edildi. Kur'an dinin ikmale erdiğini bildirmiştir. Öyleyse dinin kamil olmadığı iddiası doğru değildir.

Evet, peygamberlerin yolunu sürdüren, onların vasisi olan on iki İmam vardır. Bu imamlar masumdurlar onlar Peygamberin buyruklarını ve Kur'an'ın ayetlerini açıklayıp tefsir edenlerdir.[i] Onlardan (a.s) sonra ise takvalı ve İslamı gerçek manada tanıyan alimler din ve ilahi ayetleri her asrın kültür ve gereklerine uygun şekilde beyan etmekle yükümlüdürler.



[i] -Hatırlatmak gerekir ki, masum imamın görevi yalnızca zikredilenler değildir; yönetim, liderlik ve hüküm vermek gibi görevleri de vardır. Daha fazla bilgi için bkz: Hadevi Tahrani, Teemmulat der ilm-i usul-u fıkh, s.22-46

Ayrıntılı Cevap

Kur'an-ı Kerim, Resul-ü Ekrem (s.a.a)'inde bir insan olduğunu hatırlatıyor ve 'De ki: Şüphe yok ki ben de sizin gibi bir insanım, ancak (şu var ki) bana ilahınız yanlızca bir ilah olduğu vahyolunuyor.' [1] diye buyuruyor

 

Enbiya ve masumlar da insandır, gerçeği onların da dünyaya geldiklerinde mümkün olan bütün kemallere sahip oldukları zan ve inancını ortadan kaldırmaktadır. Zira bilinen bir gerçek var ki, insanlar dünyaya geldiklerinde ya bütün kemallere sahip değillerdir.

 

Kur'an-ı Kerim bu konuda şöyle buyuruyor:

 

'Allah sizi analarınızın karnından çıkardı, hiçbir şey bilmezdiniz ve siz şükredesiniz diye kulak verdi, gözler verdi, gönüller verdi.' [2]

 

Belirtmek gerekir ki, insan canı daha doğduğunda bile idrak kudretinden yoksun değildir. Bir çok iyilik ve kötülüğü yaşamının ilk yıllarında anlayabiliyor. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

'Andolsun cana ve azasını düzüp koşana. Derken ona kötülüğünü de çekinmesini de ilham etmiştir. Andolsun ki kim özünü iyice temizlemişse kurtulmuştur, muradına ermiştir. Ve andolsun ki, kim özünü kirletmiş, kötülüğe gömmüşse ziyana girmiştir.' [3]

 

Demek ki bütün insanlar bazı kemalleri ilm-i husuli gibi öğrenerek değil de ilm-i huzuri gibi kendiliğinden kazanırlar. Ama bu kemaller insana göre değişebilir; kimin de fazladır, kimin de az. Ve kimileri bu kemallerden istifade edip onları daha üst kemallere ulaşmak için kullanırlar, kimileri de bu kemalleri ayaklar altına alıp onu yok ederler.

 

Bazı insanların kemallerinin fazla olmasının nedeni doğmadan önceki döneme ve verasate dayanabilir. Temiz bir sülbden temiz bir rahime giden, nutfesinde en küçük pislik olmayan ve pak bir ailede dünyaya gelen, annesinin temiz şefkatli kucağında büyüyen kimsenin kemallerin zirvesine ulaşmak için daha fazla imkanı vardır; ama haram lokma, haram yol, kötü ortamda yetişen ve kötü bir eğitimden geçen bir nutfenin kemal yolunda ilerlemesi de çok az olur.

 

Masumlar da bu ilk kemaller mevcuttur; yani nutfeleri temiz sülplerden gelmiş, annelerinin temiz rahimlerinde yerleşmiş, doğum ve gelişmeleri çok yüce manevi ortamlarda olmuştur. İlk kemallere sahip olan böyle kimselerin doğal olarak daha üst kemal mertebelerine ulaşmaları içinde hazırlıklı olmaları gerekir. Yaş ve bedensel ilerleme, düşünce, ruhsal ve bedensel faaliyetler bir çok hakikat ve gerçeklere ulaşıncaya kadar yükselmektedir. Evet Allah'ın lütuf ve inayeti bütün kullarına şamil olmaktadır, özellikle de bu lütuf ve inayete almaya layık olan için. Şu bir gerçektir ki, kul Allah'a doğru bir adım atarsa Allah'da on adım, yüz adım ona doğru gider. Nitekim Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

 

'Bizim için savaşanları kendi yollarımıza sevk ederiz ve şüph yok ki Allah iyiylik edenlerle beraberdir.' [4]

 

Bir başka yerde şöyle buyuruyor:

 

'Ey inanlar! Eğer Allah'tan çekinirseniz O, size hakla batılı ayırma kabiliyetini verir.' [5]

 

Büyük ilmi ve ameli makamlara ulaştıklarında Allah'la aralarında özel bir irtibat olur ki ona da vahiy diyoruz.

 

Üstad Cevadi Amuli bu konuda şöyle diyor:

 

'Tam bir ihlas ve mücerret bir akıla ulaşmış insanın muallimi ilm-i mahz olan Allah'tır. O yüce dergahta unutkanlık yoktur. Bu yüzden şeytani ağlar, masum insanların aklani, şuhudi ve vicdani algılarına etki edemezler. Ameli masumiyete ulaşan kimse ne bilerek, ne de cehalet, dalgınlık ve unutkanlıkla hata yapmazlar. Bu makam ihlasın zirvesine çıkmış kimse içindir. Böyle biri cehennemlik şehvet ve gazap iç güdülerinden çok çok uzaktadır. Çünkü bütün ameli ve tahriki iç güdüler ameli aklın yönlendirmesiyle dengelenmektedir.'[6]

 

Özet olarak diyebiliriz ki, Peygamberler (a.s) ve Masum İmamlar (a.s) peygamberlik ya da imamet makamına geldiklerinde gerekli kemal, ismet, taharet ve ilme ulaşmışlardır. Ama bu makam kemallerin en üst seviyesi değildir. Zamanın geçmesi, fikri, ruhi ve ameli faaliyetleri ve Allah tarafından vahyi almalarıyla kemal yoluna devam ediyor, her gün daha üst makam ve mertebelere nail oluyorlar. Demek ki, masumların sahip olduğu kemallerin bazısı miktar ve mertebeleri ırsi ve Allah vergisi olup bazısını da kendileri kazanarak yüce mertebelere ulaşırlar. Ondan sonra da ölünceye kadar daima yeni kemal ve mertebeleri kazanırlar.[7] Elbette bunun yanı sıra masumların günah ve hatalardan korunmalarını sağlayan özel donanımla yaratıldıklarına inanıyoruz. İşte bu yönden onlar diğer insanlardan seçkindirler. Bu donanım masumluk başka bir ifade ile ismet makamıdır.

 

Burada insanın aklına şöyle bir şüphe gelebilir: Eğer İslam Peygamberi daima kemale doğru gidiyor idiyse o zaman daha çok yaşasaydı şahsiyeti ve dini şimdikinden daha kamil olurdu. Öyleyse bu din ikmale ermiş diyemeyiz ve onun tekmili için çaba ve ciddiyet sarfetmek lazımdır.

Vahiye bakışları maddi olan ve peygamberliği dini tecrübeyle aynı seviyede tutanlar yukarıda ki şüpheyi şu şekilde öne sürmektedirler: 'Peygamberlik bir çeşit mukaşefe ve şuhuddur.[8] Nerede tecrübeden söz edilse tecrübeninde tekamülünden sözetmek doğru olur. Nerede tecrübeli olmaktan söz edilse daha tecrübeli olmaktan da söz edilebilir... '[9]

 

Bu şüphenin cevabı şudur:

1-Böyle bir şüpheye kapılmanın nedeni vahiyle tecrübeyi aynı kategoride görmekten kaynaklanmaktadır. Halbu ki bu ikisi birbirinden farklı şeylerdir. Vahiy Allah tarafındandır ve vahiy meleği vasıtasıyla gelmiştir. Peygamberler kendilerine birinin nazil olduğunu ve kendileriyle konuştuğunu çok iyi biliyorlar. Onların vazifesi bu kelime ve ayetleri almak, korumak ve tebliğ etmektir. Ama din tecrübesi tecrübe sahibinden kaynaklanmaktadır. Vahiy de hata, yanlışlık ve şeytanın telkini yoktur. Ama mukaşefe ve şuhudda bütün bunlar mümkündür. Vahiy, Allah'ın insanlara ve ümmete gönderdiği yasalar olarak telakki edilmektedir. Bu yüzden tam bir hücciyyeti vardır. Oysa mukaşefe ve şuhud en fazla onu görene hüccettir, başkaları için aynı değeri taşımaz.[10]

 

2-Bizzat Kur'an-ı Kerim Peygambere nazil olan düsturların ve dinin kamil olduğunu belirtiyor:

 

'Bugün dininizi ikmal ettim, size verdiğ‏im nimetimi tamamladım, size din olarak Müslümanlığı verdim de hoşnut oldum.' [11]

 

Dolayısıyla Peygamber (s.a.a)'in şahsiyeti ile İslam dininin tekamülünün seyri öyle bir şekilde idi ki, bu seyir aziz ve hâkim olan Allah tarafından peygamberlerin hatemi olan son peygamberin vasıtasıyla hatasız ve eksiksiz olarak din kemale erdi ve sonuçlandı. Onun için 'eğer Peygamber yaşasa idi din daha çok gelişecek ve daha kamil olacaktı; eğer daha çok savaş yapıp daha çok olay görseydi, eğer kendisinden daha çok soru sorulsaydı ve eğer olaylar başka bir yöne gitseydi Kur'an ve din başka bir hal alırdı' şüphesi yersizdir. Çünkü bu şüphe peygamberliğin bir nevi beşeri dini tecrübe düzeyine indirmektedir oysa din bu anlayışı redetmektedir.[12]

 

 

'Ancak Şia mektebine göre Masum İmamların, vazifesi Allah'ın ayet ve yasalarını, Peygamberin sünnet ve siretini açıklamak, dini kaynaklardan dinin hükümlerini çıkarmak ve her asır ve kültürde ortaya çıkan sorulara cevap vermektir. Öyle ki, hiç bir soru ve şüphe cevapsız kalmamalıdır. Bu yol masum imamlar hazır olmadıkları dönemde onların sözlerine vakıf olan Rabbani alimlerin ve gerçek din bilginleri tarfından yürütülür.'[13]

 

3-Bizim inancımıza göre Allah'ın kitabının yanında onu açıklayan, öğreten ve tefsir eden bir masum olması zaruridir. Ve bu zaruret Resul-u Ekrem (s.a.a)'in buyruğu olan 'Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum: Allah'ın kitabı ve Itratım Ehlibeyt'imi. Bu ikisine sarıldığınız sürece asla sapmazsınız.' Hadisinden de iyice anlaşılmaktadır.[14]

 

4-Biz peygamberliğin Peygamber Hz. Muhammed (s.a.a)'de son bulduğuna inanmakla birlikte dini tecrübelerin, ilhamların ve rüyaların Resul-u Ekrem (s.a.a) ve masum imamlarla sınırlı olduğuna inanmıyoruz. Bizim inandığımız şey nübüvvet ve peygamberliğin son bulduğudur. Ama mukaşefe ve ilham yolu ihlaslı kullara açıktır.



[1] -Kehf/110; Fussilet/6

[2] -Nahl/78

[3] -Şems/7-10

[4] -Ankebut/69

[5] -Enfal/29

[6] -Ayetullah Cevadi Amuli, Tefasir-i Mevzuu-i Kur'an-ı Kerim, Vahiy ve Nübüvvet Der Kur'an, c.3, s.200

[7] -a.g.e s.213

[8] -Abdulkerim Suruş, Best-i Tecrübe-i Nebevi, s.11

[9] -a.g.k. s.13

[10] -Cevadi Amuli, a.g.e s.82 ve 97; Ebulfazl Sacidi, Zeban-ı Din ve Kur'an, s.73 ve 266

[11] -Maide/3

[12] -Abdulkerim Suruş, Mecelle-i Aftab, No: 15, 'İslam, Vahiy ve Nübüvvet' makalesi

[13] -Murteza Mutahhari, Hatm-i Nübüvvet, s.37

[14] -Biharu'l Envar, c.23, s.108

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Neden cennetin kilidi namazdır?
    9176 Teorik Ahlak 2012/03/12
    İnsanın yaratılış hedefi Yüce Allah’a kulluk etmek ve O’nu tanımaktır. İnsan ancak Allah’a tapmanın gölgesinde kemale ve ilahi yakınlık makamına erer. Namaz, aşkın yaratıcıya ibadet ve kulluk etmenin en güzel göstergesidir. Beş öğün namaza bağlılık, ruhun erdemliliğine ve gücüne sebep olur, insanı günaha ve çirkin davranışlara bulaşmaktan ...
  • “Sure ne Anlama Geliyor?
    7025 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2015/02/15
    Lügat kitaplarında birkaç mana sure için beyan etmişler: “yüksek makam”, “hisar / sur”, “şehir etrafında çekilen duvar”.[1] Ragıbi Isfehani sure isminin verilmesinin nedeni hakkında şöyle yazıyor: “kuranı kerim (eskiden bir gelenek olup) şehirler etrafında çekilen hisara benzediği için bu isimle isimlendirilmiş. Duvarın şehri içine ...
  • Utanmanın kökü nedir?
    13987 Teorik Ahlak 2010/09/22
    Utanmak “çekingenlik” anlamındadır. Çekingenlik ise olağanüstü “kendine bakma” ve başkalarıyla karşılaşmaktan korkmaktır. Çekingenlik hayâ ile eşdeğer değildir. Hayâ kendini kontrol etme gücü olup iradî ve değerli bir fiildir. Ayet ve rivayetlerde ondan olumlu bir şekilde söz edilmiştir. Çekingenlik ise tamamıyla gayri tabii, hoş olmayan ve insanın ...
  • Kimsenin olmadığı bir yerde çıplak olmak veya çıplak uyumak günah mıdır?
    55047 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2019/11/26
    Dini metinlerden ve kaynaklardan elde edilen veri böyle bir davranışın özünde haram olmadığı ama mekruh olduğu yönündedir. Zira bu halet şeytanın vesvese etmesine bir anlamda alt yapı oluşturabilir. ...
  • Gayri Müslim kadınlar Müslüman kadınların özelliklerini beyan etmezlerse onlara namahrem olurlar mı?
    14253 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Gayri Müslim kadınların Müslüman kadınlara bakması hakkında hadis kitaplarında İmam Sadık’tan şöyle bir rivayet nakledilmiştir: (Müslüman) Kadının Yahudi ve Hıristiyan kadınlar karşısında hicabını açması uygun değildir; zira kendileri onların bedensel sıfat ve özelliklerini eşlerine bildirmektedirler.[i] Bu ...
  • Bedenin hangi bölgelerine gusül vermek lazım ve hangi bölgelerine gusül vermek lazım değildir?
    3506 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2019/06/25
    Gusülde bedenin bütün dış yüzeyine gusül vermek gerekir. İğnenin ucu kadar yer yıkanmazsa gusül batıl olur. Elbette insanı vesveseye düşürecek şüphelere itina edilmemelidir. Lakin bedenin kulak içi, burun içi, ve ağız içi gibi görünmeyen yerlerini yıkamak caiz değildir. Aynı şekilde bedenin görünen veya görünmeyen yeri olduğu hakkında ...
  • Simurg’un çığlığı risalesini kim yazmıştır? İçeriği nedir?
    10553 Teorik İrfan 2012/08/26
    “Simurg’un çığlığı” risalesinin yazarı, Şeyh’i İşrak adıyla tanınan Şababuddin Yahya b. Habeş b. Emirek Ebul-futuh Sohreverdidir. “Safir” her türlü latif ve içeriğinde söz olmayan ve iki dudak arasından çıkan uzun ses ve ahenge denir[i] ve “Simurg (Anka kuşu)” ise kuşların efsanevi kralları ...
  • Acaba bireysel fıkıhta uzmanlık siyasal (hükümetsel) fıkıhta uzman olabilmek için gerekli mukaddime midir?
    6413 بیشتر بدانیم 2015/05/21
    İslami fıkıh bir biriyle irtibatlı ve iç içe girmiş birçok bilimlerin bütündür ki onun her bir bölümünü bir diğerinden müstakil bir ada şeklinde dikkate alıp sadece bir bölümünde yetişip uzmanlaşmak mümkün değildir. Elbette doğal olarak şu imkân mevcuttur ki bazı dini düşünürler fıkhın has bir bölümünde yapmış ...
  • daimi ve geçici nikâhın akdi nasıl okunuyor?
    6377 Evlilik Hutbesi 2015/05/20
    Ayetullah Mehdevi Hadevi Tahrani Hazretleri (damet berakatuh) mezkûr sorunun cevabı hakkındaki açıklaması şöyledir: Eğer erkek bayan tarafından, bayanı kendine aktetme vekaletine sahip ise daimi akitte mihriyesini tayin ettikten sonra şu şekilde akti okuyabiliyor: a) bayan adına desin: “zevvectü müvvekkileti li nefsi ala sidaki’l malum. Yani ...
  • Kimler masum kavramının örnekleridir?
    9707 Eski Kelam İlmi 2010/09/22
    Masumluk nefsanî bir sıfat ve derunî bir güç olup taşıyanı günaha bulaşmanın ötesinde günah işleme düşüncesi ve tasavvurundan alıkoyar. Istılahta ise hata, unutma, sürçme ve günahtan korunma ve mahfuz olma anlamındadır. Genel bir sınıflandırmayla masumiyet iki çeşittir: 1- Tümel korunma ve masumiyet; 2- Güçlü ve zayıf ...

En Çok Okunanlar