Gelişmiş Arama
Ziyaret
9455
Güncellenme Tarihi: 2011/08/21
Soru Özeti
Beni Kureyze kabilesi hakkında Şia’nın görüşü nedir?
Soru
Beni Kureyze kabilesi hakkında Şia’nın görüşü nedir? Bunlar hangi kavim ve kabiledir? Neden bu adla meşhur olmuşlardır?
Kısa Cevap

Beni Kureyze Medine’de ikamet eden Yahudi kabilelerden biri olup birkaç boyutlu bir anlaşma esasınca bu şehirde Müslümanlar ile barışçıl bir şekilde yaşamaktaydı. Ahzab savaşı gelip çatınca onlar anlaşmalarını bozarak pratikte Medine’yi kuşatmış düşmanların beşinci sütunu rolünü oynadılar. Bu nedenle yüce İslam Peygamberi (s.a.a) bu savaşı başarı ile atlattıktan sonra ahitlerini bozanlara ihanetin bedelini ödetti. Şia ve Ehli Sünnet arasında bu maceranın esas kısmının naklinde önemli bir görüş ayrılığı bulunmamaktadır. Onların bu adla adlandırılmasının sebebi hakkında da birçok Arap kabilesinin atalarına müntesip olduğunu ve onların adıyla adlandırıldığını belirtmeliyiz. Bu nedenle, muhtemelen “Beni Kureyze” adının konması da “Kureyze” adındaki bir ferde müntesip olma sebebiyledir.

Ayrıntılı Cevap

Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) ve takipçileri Mekke şehrinde zulüm ve eziyet görüyordu, bir grup Müslüman’ın Habeşistan’a göç etmesi de baskıların şiddetini azaltmamıştı ve her an canları tehlikedeydi. Öte yandan Medine şehri sakinlerinin ekseriyetinin Müslüman olmasıyla, Müslümanlar o şehri kendi dinlerini tebliğ etmek için uygun bir yer olarak değerlendirdi. Bu yüzden Hz. Peygamber (s.a.a), Müslümanları o şehre hicret etmeye sevk etti ve kendisi de gizli bir şekilde hicret etti veya başka bir tabirle hicret etmeye mecbur kaldı.[1] Medine bu önemli vakıadan sonra üç genel ve asıl grubun yerleşim merkezi oldu:

1. Birinci grup Medine şehrinde daha önce bulunan ve daha çok Evs ve Hazreç kabilelerine mensup olan yeni Müslümanlardan oluşmaktaydı. Bu iki kabilenin her biri de küçük ve ferî başka kabileleri kendi içlerinde barındırmaktaydı. Onlar diğer Müslümanlara yardım etmeleri ve mallarını paylaşmaları[2] sebebiyle “Ensar” olarak adlandırıldılar.[3]

2. İkinci grup, Mekke’de bu ilahi dine katılan ve kendilerine yöneltilen şiddet dozunun yükseltilmesiyle mecburi olarak Medine’ye hicret eden eski Müslümanlardan oluşmaktaydı. Müslümanların bu grubu da “Muhacir” olarak adlandırıldı.[4] 

3. Son olarak üçüncü grup ise yeni peygamberin bu bölgede zuhur edeceğini kendi kitaplarında okuyan, bu yüzden bu şehir ve etrafına göç eden ve vaat edilen kurtarıcının İsrail oğulları arasından çıkmasını bekleyen dağınık Yahudi kabileleri idi. İslam Peygamberi (s.a.a) Arap kabileleri ve İsmail oğulları içinden çıkması nedeniyle, kendisinin peygamberliğinin bu Yahudi kesimi tarafından kabul edilmesi zor ve çetin görünüyordu! Hayber ve Fedek gibi Medine şehri etrafında kümelenmiş Yahudilerin yanı sıra “Beni Kaynuka”, Beni Nezir” ve “Beni Kureyze” adlı üç asıl Yahudi kabilesi Medine şehri içinde yaşamaktaydı. Bu şekilde göründüğü üzere, Medine ahalisinin ekseriyeti kendi istek ve meyilleriyle Hz. Peygamberi (s.a.a) takip etmeyi benimseyen ve bu şehrin idare ve yöneticiliğini kendisine teslim eden fertlerden teşkil olmaktaydı. Diğer yandan ise Hz. Peygamber (s.a.a) tüm fertleri zorla İslam dinine sokmayı istemiyordu. Hakeza Medine Müslümanları (Ensar) ile Mekke Müslümanları (Muhacir) arasında bir takım uyuşmazlıkların çıkmasından da endişe duymaktaydı. Bu sebeple yüksek öngörüsüyle üç taraflı bir anlaşma yapma girişiminde bulundu. Bu anlaşma Medine’de bulunan her üç önemli grubu (Muhacir, Ensar ve Yahudileri) kapsıyordu. Yahudiler yaptıkları bu anlaşmada ahitlerini bozmaları durumunda can ve mallarının Hz. Peygambere (s.a.a) helal olacağını kabul etmişlerdi.[5] Bu anlaşmanın iki tarafı yani Muhacirler ve Ensar Hz. Peygamberin (s.a.a) müdahaleleriyle bertaraf olan bazı küçük uyuşmazlıklara rağmen sonuna dek belirtilen ahitnameye vefa gösterdiler. Ama Yahudi kabilelerinin tümü tek tek değişik zaman aralıklarıyla bu anlaşmayı ihlal etti ve doğal olarak bunun acı bedellerine katlandı. Anlaşma ihlalinin tür ve şekline göre bu bedeller hafif ve ağır olma noktasında değişikti. Sıralamayla şöyle belirtebiliriz:

1. Beni Kaynuka, Hz. Peygamberin (s.a.a) Bedir savaşından galip olarak dönmesinden sonra anlaşmasını ihlal etti ve Hz. Peygamber de bu nedenle onları Şam’a sürgün ederek anlaşmalarını bozmalarının bedelini kendilerine ödetti[6] ve onlar hakkında bir ayet nazil oldu.[7]

2. Beni Nezir de Hz. Peygamber (s.a.a) ve Müslümanların Uhud’ta zahiri yenilgisinden sonra anlaşmayı ihlal etme düşüncesine kapıldı, Kaab. b. Eşref adında onlar arasında belirgin bir şahıs kırk kişiyle birlikte Mekke’ye gitti ve müşriklerin lideri olan Ebu Süfyan ile görüştü. Onlar bir takım komplolar hazırladılar ve bu komplolardan biri de Hz. Peygambere yapılan başarısız suikast girişimiydi. Hz. Peygamber (s.a.a) anlaşma ihlalinden haberdar olunca onların iskân ettiği bölgeyi kuşattı ve bu anlaşmayı bozanları teslim aldıktan sonra onları öldürmekten vazgeçti ve sadece onlardan bir grubu Medine dışına sürgün etti. Yanı sıra onlara mallarının bir bölümünü kendi yanlarında götürmelerine izin verdi.[8] Haşir suresinin büyük bir bölümü Yahudilerin bu grubu hakkında nazil olmuştur.

3. “Beni Kureyze” Yahudilerinin akıbeti “Ahzab” savaşı macerasına bağlı olmuştur.[9] Ahzab veya Hendek savaşı, sanılarınca İslam’ı yok etmek için değişik kabilelerinden binlerce askerle müşriklerin Medine şehrine girmesiyle başladı. Hz. Peygamber (s.a.a) düşmanın hareketinden haberdar olduktan sonra Salman-ı Farsi adındaki İranlı bir ashabının önerisiyle Medine etrafında kanal ve diğer bir ifadeyle hendek kazdı. Düşmanın ordusu bu hendeğe vardığında yerine çakıldı ve onun diğer tarafına yerleşti. Onlar Medine’yi sızılması mümkün olmayan bir kale olarak gördüklerinden, Medine şehrinde o zamana dek Peygamber ile anlaşmalarına sadık kalan tek Yahudi grup olan Beni Kureyze’yi yanlarına almayı kararlaştırdılar. Onların bu planı gerçekleşti ve Yahudilerin bu grubu Medine şehrinde ayaklanma ve kargaşa çıkarmaya teşebbüs etti. Müslümanlar bu durumda kendilerine zor ve çetin şartlar dayatan ve hatta akidelerinin zayıflamasına neden olan dâhili ve harici iki cephe ile karşı karşıya kaldılar.[10] Ama her haliyle, Allah’ın yardımı ve Müminlerin Önderinin (a.s) fedakârlıkları ve de rüzgâr ve tufan gibi gaybî yardımların gönderilmesiyle ibre Müslümanlara taraf döndü[11] ve saldırgan müşrikler hiçbir belirgin neticeye ulaşmadan Medine etrafından yurtlarına geri döndüler. Düşmanın dönmesinden sonra Peygamber (s.a.a) anlaşmalarını ayaklar altına alıp şehir içinde düşmanın beşinci sütunu haline gelen ahit bozan Yahudileri cezalandırmaya karar verdi. Bu doğrultuda Müslümanlar, Müminlerin Önderinin (a.s) komutasında onların ikamet ettiği bölgeye girdi ve orayı yirmi beş gün boyunca kuşatma altında tuttu. Sonunda onları teslim olmaya mecbur kıldı ve onlara ne yapılacağı hakkında bir takım diyaloglar yapıldı. Neticede Yahudilerin kendileri Saad b. Muaz’ın hakemliğine teslim oldu ve o da onlardan bazılarının öldürülmesi ve bazılarının da esir alınması hükmünü verdi. Yüce Allah bu konuyu da Kur’an-ı Kerim’de hatırlatmıştır.[12] 

Bu, Beni Kureyze hakkında vuku bulan olayların özetidir. Ehli Sünnet kitapları ile Şiilerin kitaplarının karşılıklı incelenmesi neticesinde de bu önemli tarihî vakıanın naklinde temel ve gözle görünür bir farklılığa rastlamayacağız. Bu iki İslamî fırka arasında Hz. Peygamberin (s.a.a) Beni Kureyze karşısındaki uygulaması ve bunun zamanı hakkında pek bir ihtilaf bulunmamaktadır. Esasen ihtilaf için bir zemin ve sebep de mevcut değildir. Beni Kureyze’nin manasının ne olduğu hususunda ise özel isimlerin (şahıs, kabile ve şehir adları gibi) manasının bir faydası olmadığını söylemek gerekir. Ama özetle sayılı Arap kabilelerinin atalarının adıyla adlandırılmış olduklarını bildirmeliyiz. Bu doğrultuda Beni Kureyze’nin de “Kureyze” adında bir şahsın evlatları olması muhtemeldir. Bu ad, elma ağacının yaprağından daha küçük yaprakları bulunan ve terazi taşı olarak kullanılan ceviz gibi daneler veren bir ağacın adından alınmıştır. Aynı şekilde bu ağacın tahtası da sepicilik alanında kullanılmaktaydı.[13] “Kureyze” adında bir şahsın var olmaması ve bu kabilenin bu ağacı çok kullanması nedeniyle kendilerinin bu adla meşhur olması da muhtemeldir.



[1] Tövbe, 40, "...اذ اخرجه الذین کفروا ثانی اثنین ..."

[2] Haşr, 9.

[3] Tövbe, 100.

[4] Haşr, 8.

[5] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 19, s. 111, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut, 1404 h.k.

[6] a.g.e., c. 20, s. 1.

[7] Haşr, 15, "کمثل الذین من قبلهم قریبا ذاقوا وبال امرهم..."

[8] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 20, s. 160-158.

[9] Bundan sonra açıklananlar özetle tanınmış Şii yazarlarından olan Allame Meclisi’nin Biharu’l-Envar, c. 20, s. 167’den alıntılanmıştır.

[10] Ahzab, 10-12, "اذ جاؤکم من فوقکم و من اسفل منکم و اذ زاغت الابصار و بلغت القلوب الحناجر و تظنون بالله الظنونا..."

[11] Ahzab, 9.

[12] Ahzab, 26-27, "و انزل الذین ظاهروهم من اهل الکتاب من صیاصیهم و ..."

[13] İbn. Manzur, Lisanu’l-Arab, c. 7, s. 454.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • İkinci iş yapma hakkında fetva var mıdır? Veya ikinci işten elde edilen mal, dünyaya düşkünlük sayılır mı?
    6377 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/29
    İslam açısından iş sahibi veya ikinci bir işe sahip olmanın hiçbir sakıncası yoktur. İslam dini açısından beğenilmeyen, kınanan şey dünyaya düşkünlük, ona bağlanmak, maneviyat ve ahiretten uzaklaşmaktır ki bunlar bir işe sahibi olanlarda da görülebilir. Bir işi ve az bir geliri olanların içinde de dünayaya daha fazla ...
  • Eğer meseleyi bilmemeden ötürü ölüyü tahnit etmeksizin toprağa gömerlerse ne yapılmalıdır?
    7445 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/04/15
    Gusül aldırıldıktan sonra ölüyü tahnit etmek farzdır; yani ölünün alnı, el avuçları, diz kapakları ve ayaklarının büyük parmaklarının ucuna kâfur sürülmelidir.[1] Ama defin işleminden sonra ölünün tahnit edilmediğinin farkına varılırsa, beden kabirde kokmamış ve dağılmamışsa, kabrin açılıp kabirde tahnit işleminin yapılması fazdır ve onun ...
  • Namaz dinin direği ise neden fürû-u din’den sayılmıştır?
    9745 Eski Kelam İlmi 2010/10/12
    Usul-u din, insanın akıl ve idrakıyla kabul ederek İslam’a girdiği inançlar topluluğuna denir. İslam’agirildikten sonra insanın üzerine bir takım bireysel ve toplumsal vazifeler farz olur ki, onlardan biri namazdır. Namaz, ahkamın içinde çok önemli ...
  • İslam’ın intihar hakkındaki hükmü nedir?
    9073 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/08/17
    Kesinlikle her insanın hayatında dünyayı gözünde karanlık ve boş kılan rahatsızlıklar ve yenilgiler meydana gelmektedir. Bu durumda insanlar iki türlüdür: Bir grup bu sorunlar yumağından başı dik çıkmakta, tüm zorluklara göğüs germekte ve Allah’a tevekkül ederek yeniden yapılanmaya başlamaktadır. Bunun karşısında yer alan diğer grup ise eğilmekte, inzivaya çekilmekte ...
  • İslam dininin büyük ve görkemli evler hakkındaki görüşü nedir? Nasıl insanları ev yaparken ölçülü olmaya davet edebiliriz?
    2804 Hadis 2020/01/19
  • Neden biz Şiiler Hamd suresinden sonra “elhamdülillahi rabbi’l-âlemin diye söylemekteyiz?
    8783 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/10/23
    Bizim ile Ehli Sünnet arasında bir takım şekilsel ihtilaflar mevcuttur. Ehli Sünnet mensuplarının el bağlayarak namaz kılması, onların abdest alma şekli ve bunun Şia ile farklılığı, fıkıh konularındaki bazı şekilsel ihtilaf noktaları olarak adlandırılabilir. Bu ihtilafların nedeni, bu sitedeki diğer sorularda detaylıca işlenen daha genel konulara dönmektedir. (1523, 248 ...
  • Gıybeti dinleyen gıybet edenin günahına ortak mıdır?
    3852 Gıybet, Hakaret Ve Gözetleme 2020/01/20
  • Acaba “aşura gününde insan kedisi için dua yapmamalıdır” şeklindeki iddia doğru mudur?
    6103 Pratik Ahlak 2012/09/15
    Dua kulun fakirane bir şekilde hak Teâlâ’yla irtibat kurup dünyevi ve uhrevi ihtiyacını gidermek için dilekte bulunmaktır. Her durumda kendine ve başkalarına dua yapmak beğenilmekte ve oldukça fazla fazileti ve sevabı vardır. Aşura gününde kedin için dua yapmanın hiçbir işkâlı yoktur. Bilakis aşura gününde yapılması ...
  • Hz. İsa’nın evlenmemesinin özel bir nedeni mi vardı?
    26719 Eski Kelam İlmi 2012/05/30
    Hz. İsa’nın evlenmesi konusunda dini öğretilerde işaret edilen bazı meselelere bakıldığında ilk anda Hz. İsa’nın evliliğe karşı olduğu düşüncesini doğurmaktadır. Ancak Kur’an ve rivayetlerin önemle yaptıkları tavsiyeler göz önüne alındığında ve Hz. İsa’nın (a.s) yaşamı incelediğinde Onun evliliğe karşı olmadığı görülecektir. Onun evlenmemesinin nedeni kendi özel yaşamının ...
  • Cabir b. Efleh kimdir?
    5567 تاريخ بزرگان 2011/08/17
    Cabir b. Efleh-i İsmailî beş ve altıncı asırdaki İspanyalı gökbilimcilerinden olup “Kitabu’l-Hayat Fi Islahi’l-Mucesta” kitabının yazarıdır. O, muhtemelen Sivil’de (İşbiliye) dünyaya gelmiştir; zira bazı yazarlar ve özellikle de Cabir’in oğluyla tanışık olduğunu belirten Musa b.Meymun (529-600) ve Betruci onu İşbilî olarak adlandırmışlardır. Bazen Cabir b. Efleh’in adı başka şahıslar ...

En Çok Okunanlar