Please Wait
13432
‘Kur’an’ın kapsamlılığı’ hakkında görüş bildiren alim ve müfessirler, Kur’an’ın, pozitif bilimlerin bütün mesele ve ayrıntılarını ele alıp almadığı konusunda aralarında görüş birliği yoktur.
Kimileri Kur’an’ın -bir ansiklopedi gibi- bilimsel konuların bütün detaylarını içerdiğini söylemekte, kimileri Kur’an, hiç bir bilimsel konuya değinmemiştir demekte, kimileri ise bu iki görüşü birleştirip ‘Kur’an, gerçekte bir hidayet ve irşat kitabıdır, o bir kimya, fizik veya astronomi kitabı değildir.’ diyerek orta bir yol bulmuşlardır.
Kur’an’da bilimsel konulara işaret olunmuşsa eğer bu, Kur’an-ı Kerim’in güttüğü belli bir hedefe benzetme yapmak içindir. En’am suresinin 125. ayeti bu türdendir: ‘Allah, kimi doğru yola götürmek isterse Müslümanlığı kabul etmesi için gönlünü açar ve kimi sapıtmak isterse gönlünü öyle bir daraltır, sıkar ki sanki göğe yükseliyormuş da imkan bulamıyor sanır kendisini. İşte Allah, inanmayanlara böyle azap verir.’
Cevaba geçmeden önce şu önemli meseleye işaret etmek zorundayız: Müfessirler ve ‘Kur’an’ın kapsamlılığı’ hakkında görüş bildiren kimseler, Kur’an’ın, pozitif bilimlerin bütün mesele ve ayrıntılarını ele alıp almadığı konusunda görüş birlikleri yoktur.
Kimilerine göre Kur’an, bilimsel konuların bütün detaylarını içerirken, kimileri Kur’an, hiç bir bilimsel konuya değinmemiş demekte, kimileri ise bu iki görüşü birleştirerek ‘Kur’an, gerçekte bir hidayet ve irşat kitabıdır, o kimya, fizik veyahut astronomi kitabı değildir.’ diyerek orta bir yol bulmuşlardır.
Eğer Kur’an’da bilimsel konulara işaret olunmuşsa bu, Kur’an-ı Kerim’in güttüğü belli bir hedefe benzetme yapmak içindir.
Bu girişten sonra asıl konuya geçiyoruz. Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor: ‘Allah, kimi doğru yola götürmek isterse Müslümanlığı kabul etmesi için gönlünü açar ve kimi sapıtmak isterse gönlünü öyle bir daraltır, sıkar ki sanki göğe yükseliyormuş da imkan bulamıyor sanır kendisini. İşte Allah, inanmayanlara böyle azap verir.’[1]
Müfessirlerin bu ayet için yaptıkları tefsirlerden bazılarını aşağıda getiriyoruz:
1-‘Gönül’ (Sadr)’den maksat ruhun açılıp gelişmesi, düşüncenin yükselmesi ve aklın ufkunun genişlemesidir; zira hakkı kabul etmek birçok şahsi isteklerden geçmek ve onlara gözyummaktır. Bunu da ancak ruhları dürüst ve temiz, düşünceleri açık ve aydın kimseler yapabilir.
2-‘Hareç’ (Sıkmak) darlık demektir. Bu, muhaliflerin, inatçıların ve imansız insanların vasfıdır. Böylelerinin düşünceleri dar ve alçak, ruhları küçük, zayıf ve yaşamda hiç bir şeye gözyummayan kimselerdir!
3-Kur’an’ın Bilimsel Mucizesi: Böyle kimseleri göğe yükselmek isteyen insanlara benzetmenin nedeni, göğe yükselmenin zor olmasından dolayıdır. Onların hakkı kabul etmeleride böyledir.
Günlük konuşmalarımızda benzer örnekler çoktur. Herhangi bir işe veya şeye ulaşmanın zorluğunu anlatmak istediğimizde diyoruz ki: ‘Göğe çıkmak o şeye ulaşmaktan daha kolaydır.’ Yakın geçmişte gökte uçmak ve gök cisimlerini keşfetmek hayalden başka bir şey değildi. Günümüzde ise bu alanda önemli ilerlemeler kaydedilmesine rağmen zorluklar aynı şekilde devam etmektedir. Sistemlerde, üslerde ve uçuş araçlarındaki arızalar ve sorunlar hala devam etmektedir. Bu arada konuya ait şöyle güzel bir anlamda söylenebilir: Bugün bilimsel olarak yer küreyi çevreleyen hava, insanın rahatlıkla soluyacağı şekilde olduğu ispat edilmiştir. Ama insan yerden yükseldiği ölçüde havadaki oksijende o kadar azalmaktadır. Birkaç kilo metre yükseğe çıkıldığında artık nefes çekmek zorlaşır. Hatta daha yukarı çıkıldıkça nefes çekmek o kadar çok zorlaşır ki, baygınlığa ya da ölüme yol açar (ama oksijen tüpü olursa böyle bir sorun yaşanmaz). Kur’an’ın böyle bir benzetmeyi, geçmişte ve bu bilimsel gerçek ispatlanmadan önce söylemesi onun mucizelerinden sayılmaktadır.[2]
Tefsir-i Meraği’de ise bu ayet şöyle tefsir edilmiştir: ‘Ayetin maksadı, şirkten dolayı temiz fıtratı bozulan, ruhu günahlardan dolayı alçalan, kalbi ve göğsünde bir çeşit daralma hisseden kimsedir. Ondan tevhidin delilleri, gökler ve nefsinin üzerinde tefekkür etmesi istendiğinde, körü körüne taklitler, tekebbür vb. gibi batıl şeyler kalbini doldurduğu için ve -içinde bulunduğu batıl ve yanlış yoldan dönme konusunda- iradesinin zayıflığından dolayı hak dine davet edenlere icabet etmek ona ağır gelmektedir. Böyle biri, gökte uçup şiddetli bir nefes darlığına kapılan kimseye benzer. Yükseldikçe nefes çekmekte daha çok zorlanacaktır. Ve bir yerde hava ve oksijenin azlığından ölür. Kısacası Allah, bu ayeti örnek vererek, batıla giden ve batılla kaynaşan kimseyi, hakka davet edildiği zaman, göğe yükseldiğinde nefes alamadığından ölüme giden kimsenin manevi nefes darlığına benzetmiştir. Göğe yükselen kimse kendisi için oksijen temin etmezse veya aşağı doğru inmezse ölecektir. Pak ve münezzeh olan Allah, kitabı Kur’an-ı Kerim’de 1400 yıl sonra insanoğlunun sırrını çözeceği bir meseleye işaret etmiştir. Uzay biliminin gelişmesiyle biliminsanları uzaya gidip yaptıkları araştırmaların sonucunu Kur’an 1400 yıl önce beyan etmiştir. Atmosferin çeşitli tabakalarında hava basıncının değiştiğini bilim doğrulamıştır. Ve bugün bilim, atmosferin üst tabakalarında havanın alt tabakalara göre daha az olduğu ispatlamıştır. İnsan yükseldikçe daha fazla oksijene ihtiyacı olduğunu hissetmekte, nefes darlığı yaşamaktadır, bu yüzden uzayda kalabilmek için yanında oksijen tüpleri götürmektedir. Geçmişteki alim ve müfessirler bu ayetleri gerektiği şekilde yorumlayamamışlardı. Çünkü bu ayetlerin sırrını çözecek imkanları yoktu. Oysa bugün bilimsel gelişmelerin neticesinde onlar için bu gibi ayetlerin maksadını anlama imkanı doğmuştur. Bu yüzden ‘Bilim ve din birbirlerinin zıddı değildir.’ diyenler doğru söylemişlerdir. Dolayısıyla bilim ne kadar çok ilerlerse geçmişte alimler ve müfessirlerin halledemediği meselelerde hallolacaktır.[3]
Batılıların bazı kitaplarında şöyle yazılıdır: Kur’an’ın ‘Sanki göğe yükselir’ ifadesi onun mucizesini göstermektedir. Çünkü uzayda oksijenin eksikliğinden dolayı insanın nefesinin daraldığı ve boğulmak durumuna geldiği Peygamberin zamanında keşfedilmemişti. O zamanlar insanoğlu böyle bir meseleyi ve bilimsel gerçeği anlayamamıştı.
Bu hakikat Peygamberin (s.a.a) zamanında ortaya çıkmamıştı. O dönemde insan uzaya gitmemişti ki böyle bir şeyin farkına varabilsin. Peygamberin (s.a.a) zamanında ve sonrasında insanların çıkabildiği en yüksek yerler dağlardı, oralarda da oksijenin azlığı ve sonuçta boğulmak ve nefes çekme sorunu diye bir şey yoktur.
Batılı biliminsanları insanın uzayda nefes almasının zorluğu hakkında kitaplarında şöyle yazarlar: ‘İnsanın nefes alabilmesi için dünyanın etrafını hava tabakası çevrelemiştir. İnsan dünyadan uzaklaşıp uzaya doğru çıktıkça havadaki oksijen azalır. Dünyadan uzaklaştığında oksijen tüpü olmazsa nefes almak gittikçe zorlaşır, ardından baygınlık gelir ve sonra da ölür.[4]