Gelişmiş Arama
Ziyaret
7380
Güncellenme Tarihi: 2011/09/21
Soru Özeti
Ast hikmet konusunda insanın sorularını yanıtlarken yanılanların (antik Yunan filozofları) ilk hikmet konusunda da aynı yanılgıya düşmüş olması muhtemel değil midir?
Soru
Eskiler ilmi üç bölüme ayırmıştır: 1. Evrendeki tümeller ve varlık konusunu işleyen ilk hikmet. 2. Riyaziyatı içeren orta hikmet. 3. Tecrübî ve doğa ilimlerini içeren ast hikmet. Bu sınıflandırma yanlış olmayabilir ama bu sınıflandırmada yapılan ilim değerlendirilmesi birçok soru akla getirmektedir. Birincisi geçersiz, artı ve tekrar konuların çıkarılması durumunda belki de bir kitabın yüz sayfasını doldurmayacak bir ilim, nasıl kendi alanına giren atom gibi küçük bir zerredeki gerçekleri kaydetmek için belki de binlerce sayfalık bilginin bile yeterli olmayacağı bir ilimden daha üstün olmaktadır? Düşünür adıyla anılan bazılarının zihnî bulguları nasıl kâinatın gizem ve sırları, Allah’ın görkemli yaratıkları ve onlara egemen olan kanunları işleyen değişik ilimlerden önem açısından daha üstün bir derecede olabilir? Hatta bir düşünür şöyle demiştir: Eğer ilk hikmeti insana benzetirsek, ast hikmet insan bedenindeki böbrek taşı gibidir. Yani değersiz ve hatta artı ve rahatsız edici bir unsurdur. Enteresan olan ise bunları yaratan Allah’ın onların değersiz olduğundan haberdar olmamasıdır. İnsanın bilgisi hususunda doğru olan şey, onun tüm bilgisinin sınırlı olduğudur. Derecedeki sınıflandırma ise sonraki merhalede gerçekleşmektedir. Ayrıca insanın bilgisi birinci konuda yani ilk hikmet alanında daha çok sınırlı olup aklın Allah’ın bedihi olması üzerinden verdiği bilgilerden, insanın haberdar olması mümkün olmayan âlemler hakkında Allah’ın verdiği haberler ve peygamberlere bildirdiklerinden teşkil olmaktadır. İnsanın idrak edebileceği bilgilerin çoğu evrene egemen olan kanunlar ve evrendeki mevcut şeylerle ilgilidir. Artı, ast hikmet konusunda insanın sorularını yanıtlarken yanılanların ve tümüyle yanlış yanıtlar verenlerin (kastedilenler antik Yunan filozoflarıdır ve ilim konusu hakkında belirtilen inançlar genellikle onların üretimleridir) ilk hikmet konusunda da aynı yanılgıya düşmüş ve insanlığı derin cehalet karanlığına gömmüş olması muhtemel değil midir?
Kısa Cevap

İlmin değeri matuf olduğu özel hedef ile ölçülür ve bir ilmin değer ölçüsü o ilmin insanın ebedî saadet alanındaki işlevidir. Aklî ilimler tümel ve insan için ebedi olması hasebiyle, insanın aşkın hedeflere ulaşması için daha çok işlevseldir (her ne kadar tecrübî ilimler birçok dünyevî dirlik ortaya çıkarsa da insanın insan olarak saadetinin tahakkuk etmesi noktasında küçük bir rol oynar). Bir ilimdeki yanlışlığın varlığı, o ilim ile ilgilenen bilginlerin tüm bulgularının geçersiz olduğuna delil teşkil etmez. Hakeza bir ilimdeki nicel çokluk, o ilmin daha çok değerli olduğuna delalet etmez. O halde her ne kadar aklî ilimlerle uğraşan bilgeler doğa ilimleri veya hatta ilahi ilimlerde bir takım hatalara duçar olmuşlarsa da ilahi aklî ilimler insanın aşkınlığı için daha üstün bir değere sahiptir.

Ayrıntılı Cevap

Sorunuzu yanıtlamak için birkaç hususa değinmek gerekmektedir:

A. Hikmetin Tanımı

“Hikmet” insan kapasitesi ölçüsünce olguları tasavvur etmek ve de nazarî ve amelî açıdan hakikatleri onaylamak suretiyle insan nefsinin tekâmülüdür. Hikmet, amelî hikmet (bilebileceğimiz ve amel edebileceğimiz hususları bilmek) ve nazarî hikmet (bilebileceğimiz ama amel edemeyeceğimiz hususları bilmek) diye iki kısma ayrılmaktadır. Nazarî hikmet, hareket ve dönüşüm halinde olan şeylerle ilgili doğa ilimleri (ast hikmet), zihinde sabit ama dış varlığında değişim ile birlikte olan şeylerle ilgili riyaziyat (orta hikmet) ve varlığında hareket ve değişim ile birlikte olmayan şeylerle ilgili ilahiyat (üstün hikmet) diye üç kısma ayrılır.[1] 

B. İlimleri Değerlendirme Ölçüsü

Bir şeyin değeri ölçüldüğü vakit, bu değerlendirme bir başlangıç ve özel bir hedef ile yapılmalıdır ve biz bunu filan şey değerlidir veya değerli değildir diye ifade ederiz. Aksi takdirde konuyu mutlak bir şekilde ele alırsak onun hakkında bir değerlendirme yapmak mümkün olmaz. Örneğin bir altın parçasının değer taşıyıp taşımadığını öğrenmek istediğimizde, bunun hangi iş için değerlendirildiğine bakmamız gerekir. Bu, süs aletleri için büyük bir değer taşıyabilir, ama bir çölde açlıktan ölmek üzere olan bir insan için hiçbir değer taşımaz. Bu nedenle, bir ilim hakkında da değerlendirme yapmak istediğimiz zaman, hangi hedefe matuf olarak değerlendirmenin yapıldığına bakmamız gerekir. Değerlendirmenin özel bir başlangıç ve hedefi yoksa esasen bir itibar taşımaz. Şimdi belirtilen ilimlerin değerlendirilmesinde hangi hedef ve düşünceyle değerlendirmenin yapıldığına bakmamız lazımdır; düşüncemiz maddi mi yoksa ilahi midir? İlimlerin maddi değeri mi yoksa manevî değeri mi gözetilmiştir? İlmin değerlendirilmesinde insanın ebedi saadeti ölçü olmalıdır; zira insan ebedi ve yok olmayan bir varlıktır. Dünya hayatı, fenayla sonuçlanan insan hayatının sadece bir merhalesine tekabül eder. Sizin belirttiğiniz kanıt da aklî bir kanıttır, tecrübî ve tikel bir kanıt değildir. Maddi ilimlerin yaratılışın incelik ve detaylarını açıkladığı doğrudur, ama Allah’ı tanımaya ve insan ahiretini temin etmeye doğru gidilecek bir yol taşımamaktadır. Bu yol ancak ilahi ilimlerin ona eklenmesi vesilesiyle beliriverir. Örneğin sizin belirttiğiniz atom bilimi binlerce sayfalık bilgi barındırsa da küfür ile bir araya gelebilecek bir bilimdir. Eski ve yeni dönem bilginlerinin çoğu maddi düşünceye sahip idi ve henüz de bu düşünceye sahiptirler. Onların bilgilerinin kendilerine hiçbir faydası olmamıştır ve hatta bu bilgiler çoğu kez insan saadeti aleyhine de kullanılmıştır. Bu nedenle, eğer bu tür ilimler mukaddes bir hedef doğrultusunda yer alır ve Allah’a yakınlaşma yolunda kullanılacak olursa, değer taşıyacaktır ve bu da ancak marifet ve insan eksenli ilimler ve ilahi ilimlerde konu edilen kapsamlı ilahi bir dünya görüşü ile mümkündür. Bu yüzden, ilahi bir âlimin bakışında eğer marifet eksenli ve ilahi ilimler bir sayfa olsa bile, yakınlık oluşturmayan ve insan saadetine direkt bir etkisi olmayan binlerce sayfalık diğer ilimlerden daha üstündür. Bu ilimlerin elde edilmesi için çok çaba sarf edilmiş olsa da durum değişmez; çünkü rahatlığımızı sağlayabilecek bu ilimlerin olmayışı insanın ebedi saadetine bir zarar getirmez. Mesela şunu bir düşünün: Eğer aklî bir istidlal ile asıl sıfatlarıyla birlikte Allah’ın varlığı ispatlanabilirse, bu sınırlı sayfalar başka bir şeye ihtiyaç duymaksızın bir insanın dünya ve ahiret hayatının tümünü değiştirecektir. Nitekim atom bilimi aklî bir öncül ile evrenin yaratıcısı ve düzenleyicisinin ispatı için bir burhan olabilir. Bu durumda siz aklî ilimlere dayanmış olacaksınız ve bu ilim söz konusu ilimlerin meselelerinden biri olarak ifade edilecektir.

C. İlimlerde Hata

Belirtilmesi gereken diğer bir nokta da şudur: Bir ilimdeki salt hata ihtimali, o ilimde hata olduğunu ispatlamaz; hatta bir ilimde hatanın gerçekleşmesi bile onun diğer kısımlarının itibarını düşürmez. Antik dönemden itibaren filozofların ilgisini çeken aklî ilimlerde çok az değişim ve dönüşüm gözlemlemekteyiz. İlimlerdeki uç hataların çoğu, doğa ilimlerinde gerçekleşmiştir. Siz eğer Aristo mantığına dikkat ederseniz, binlerce yıllık eski tarihine rağmen henüz filozofların çoğu tarafından kabul edildiği ve benimsendiğini göreceksiniz. Oysaki tecrübî ilimlerde böyle bir şeye rastlayamazsınız. Aksine değişik aralıklar ile doğa ilimleri temel değişikliklere maruz kalmaktadır. Siz fizikte Newton fiziği ile Einstein fiziğinin ne kadar farklı olduğuna yahut kadim heyetin yeni heyet ile ne kadar dönüşüme uğradığına bakabilirsiniz. Oysaki aklî ilimler bu dönüşümlerin az bir kısmına maruz kalmıştır.

D. İlmî Tartışmalarda Tahkir Edici Sözler Kullanmanın Doğru Olmayışı

İlmî tartışmalarda tahkir edici sözler kullanmak yaygın mugalâtalardan biridir ve ilmî tartışmalar yapan bir insanın konumuyla bağdaşmamaktadır. İlmî tartışmalarda her kesimin saygınlığının korunması ve ilmî tartışma usulünün muhafaza edilmesi elzemdir. Aynı şekilde ilmî tartışmalarda ilmin değeri metre ile ölçülmez ve biz bir ilim hakkındaki satırların uzunluğu, sayfaların boyutu ve kitapların hacmini göz önünde bulundurarak değerlendirme yapamayız. İlmin üstünlüğü araştırılan objeye göredir. Aklî ilimlerde konu evrenin yaratıcısı ve evrendeki en üstün mahlûk yani insan olduğundan, bu ilimler en üstün ilimlerdir. Bu ilimlerle ilgili satır ve sayfa sayısı bazı tecrübî ilimlerden az olsa da durum değişmez. Kindi şöyle diyor: Felsefenin en değerli ve kıymetli kısmı üstün felsefedir. Onun vasıtasıyla her hakkın nedeni olan Allah’ı tanımak hâsıl olmaktadır. Bu bağlamda en yetkin ve ergin filozof bu üstün ilme hâkim olan kimsedir; zira nedeni bilmek sonucu bilmekten daha üstündür.[2] Artı, tecrübî ilimlerde değerlendirme ölçüsü hacim midir? Siz eğer Newton’un kanunlarını toplayacak olursanız bu birkaç sayfayı geçmez, ama insanlar yıllardır ondan istifade etmektedir ve onun değeri hiç kimse için de meçhul değildir. Onlar binlerce sayfalık kitaplardan bile daha değerlidir. O halde tecrübî ilimlerde dahi bir ilmin değeri onun satır ve sayfalarının hacmine göre değildir.                            



[1] Bu Ali Sina, Tisa’ Resail Fi’l-Hikmet Ve’t-Tabiiyat, s. 106, çap-ı dovvom, Daru’l-Arab, Kahire, 1326 k; Resail-i İbn. Sina, s. 30 ve 31, İntişarat-ı Bidar, Kum, 1400 k.

[2] Şeyhu’r-Reis, İbn. Sina, Tabiiyat-ı Danışame-i Alai, Pişgoftar, s. 13, Seyid Muhammed Meşkut, çap-ı dovvom, Danışgah-ı Bu Ali Sina, Hemedan 1383 ş.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Bir insanın mürtet olmasının hükmü şeriat hâkiminin hükmüne gerek duyar mı?
    8763 Kâfir 2012/03/12
    Sorunuz büyük taklit mercilerinin bürolarından soruldu ve alınan cevapları aşağıda aktarıyoruz: Hz. Ayetullah Uzma Hamaney (ömrü uzun olsun): Mürtetlik şeriat hâkiminin hükmüne gerek duymaz. Eğer dinin gereklerinden birini inkâr etmek peygamberliği veya aziz İslam Peygamberini inkâr etmeyle veyahut şeriata bir noksanlıkta bulunmayla sonuçlanırsa, ...
  • Kuranı kerimde ayetlerin ve konuların tekrarlanması kuran ayetlerinin insicamsızlığına delil değil midir?
    12671 Fasahat & Balaghat 2015/05/04
    Kuranda zikir edilen kıssalardan güdülen hedef, insanların rüştü ve tekâmülüdür. Hedef insanların can ve ruhlarında aydınlığı ve nurlandırmayı icat etmektir. Dik kafalı nefisleri kontrol ve zalimliğe, zulme ve inhirafa karşı koymaktır. Kurandaki konuların dağınıklığının delili kuranın, asaleti muhtevaya ve ibret verici konulara vermesi, insanı ve toplumu yapılandırmaya ...
  • Hz. Peygamber, Ebu Leheb’e ile sıla-i rahimde bulunuyor muydu?
    15366 Masumların Siresi 2012/02/18
    Sıla-i rahim, akrabalar ile irtibatı sağlayan amele denir. Bunun İslam açısından önemi, kâfir akrabalar ile dahi irtibatın kesilmesinin yasaklanmış olması derecesindedir. Elbette kâfir akrabalar inatçı olur ve İslam’a darbe vurma niyeti taşırsa, İslam onlara sıla-i rahimde bulunmayı yasaklamıştır. Bu yüzden Tebbet suresi, Ebu Lehep ve eşi hakkında nazil olmuş ...
  • Niçin Saffat suresinde Muhlesin kelimesi ism-i meful şeklinde kullanılmıştır? Bu kelimenin ism-i meful kipi ism-i fail kipinden daha üstün bir anlamı ifade ediyor mu? Bundan Allah’ın, sadece bizzat kendisinin ihlâslı kıldığı kimseleri mi helak etmeyeceği anlaşılır?
    10746 Tefsir 2009/06/06
    Saffat suresindeki ayetlerin akışı geçmiş ümmetlerin başlarından geçen olaylarla ilgilidir. Bu ayetler Allah’ın onların çoğunu -yalnız Allah ihlaslı kıldığı az bir grup hariç- şirklerinden dolayı azap ettiğini açıklamaktadır.Muhlesler sadece peygamberleri içermiyor. Peygamberler olmayan pak insanları da kapsamına alır. Çünkü bizzat bu ...
  • Neden-Sonuç Konusunda Mutezile İle Şia’nın Bakışı Arasındaki Fark
    7761 Eski Kelam İlmi 2011/04/21
    Allame Tabatabai insanların filleri ve Yüce Allah ile olan irtibatı konusunda Mutezile mensuplarının görüşüne işaret etmiştir. Onlara göre insan muhayyerdir. Bundan ötürü insan fiillerinin öznesi sadece kendidir ve başka bir ilk neden yoktur. Bu grup, insan fillerinin öznesini Allah bilmemiz durumunda bunun cebri gerektireceğini düşünmüştür. Allame ...
  • İnsanın saadet ve kamalı neye bağlıdır?
    8158 Pratik Ahlak 2010/03/09
    Bu soruya cevap verebilmek için şu iki soruyu cevaplandırmamız gerekir:1) Saadet nedir? Kemalden ayrı bir şey midir? 2) İnsan nasıl bir varlıktır? Acaba sırf maddi bir varlık mı yoksa böyle değil mi?
  • Kur’an’daki yedi göğün manası nedir?
    39561 Tefsir 2010/09/22
    Gök ve galaksiler hakkında bilimsel açıdan müphemlikler olması nedeniyle Kur’an’daki yedi göğün manası hakkında kesin bir görüş ileri sürülemez. Sadece ihtimal ve sanı düzeyinde birkaç teori dile getirilebilir. Ama Kur’an’ın hedefinin insanlığın manevî ve terbiye eksenli hidayeti olduğu noktasından gafil olmamalıyız. Kur’an’ın yedi gök ve yer ...
  • Humus yılının sonunda kalan harcama kalemleri humusunun hesap şekli nasıldır?
    6841 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/11/08
    Yüce rehberlik makamı bu husustaki bir sorunun cevabında şöyle buyurmuştur: “Pirinç, yağ vb. günlük kullanılan ihtiyaçlardan artı kalan ve humus yılının başına kadar duran her şeyin humusu vardır.”[1] Humus bizzat kalemlere düşer; mesela humus yılının başında beş kilogram pirinç ...
  • Üç Haslet hadisinin senedi sahih midir?
    7321 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/10/23
    Söz konusu hadisin bazı ravileri hakkında elde herhangi bir bilgi yoksa da birkaç sebepten dolayı ona istinat edilebilir:1-Hadis, çeşitli birinci grup rivayet kaynaklarında gelmiştir. Ve biliyoruz ki bir rivayet değişik kaynaklarda gelmişse ve büyük muhaddisler ona önem vermişlerse bu, onun itibarını ve muhaddislerin ...
  • İlime hakiki anlamda iştiyak kazanmanın yolu nedir?
    7882 Pratik Ahlak 2011/07/23
    Ayetullah Hadevi Tehrani'nin bu konuyla ilgili görüşü şöyledir:İlime duyulan iştiyak ilahi bir lütuftur. Ancak bu hissi bazı yollardan güçlendirmek mümkündür:1- Sırayı gözeterek ve düzenli bir şekilde ders okuma. Bu tür ders alma insanda öğrenme ve ilime ilgi hissini güçlendirir ...

En Çok Okunanlar