Please Wait
16035
Ruh kelimesi değişik ilimlerde farklı anlamlar ifade eder ve bu kavram her ilimde kendi özel ıstılah anlamını taşır. Kur’an literatüründe de onun hakkında özel bir mana göz önünde bulundurulmuş ve değişik tabirler ile kullanılmıştır. Bu ayette ruhun hangi manasının sorulduğu hususunda birkaç ihtimal mevcuttur. Hayvanî ruh, insanî ruh (düşünen ruh), Ruhu’l-Kudüs ve Cebrail ve meleklerden daha üstün bir yaratık anlamıyla ruh bu ihtimallerden sayılır. Ama kastedilenin tıp ilminde kendisinden söz edilen hayvanî ruh olamayacağı kesindir; çünkü bu ruh bilimin ulaşıp tanıyamayacağı bir olgu değildir. Aynı şekilde bu ruhun Cebrail de olduğu söylenemez; çünkü bazı ayetlerde ruh meleklerin kenarında ve onlardan farklı bir hakikat olarak zikredilmiştir. Bazı rivayetler de açıkça bu konuya delalet etmektedir. Bu ayet esasınca ruh hakkında sadece şunlar söylenebilir: Ruh soyut ve Allah’ın emri türünden bir hakikattir. Allah’a mensup olan bir hakikat zaman, mekân ve diğer maddî özelliklerin ötesinde olur. Bu rububi olguyu ve mertebelerini idrak etmek keşif ilimlerinin kategorisine girer ve Hz. Peygamberin (s.a.a) bu ilimlerden yoksun olduğu düşünülmemelidir. Ama insanların çoğu böyle bir idrakten yoksun olduğu için, bu hususta söz söylemek akılların şaşkınlığına neden olmaktadır. Bu yüzden Kur’an’ı zahirinde ruhu tanımak hakkında detaylı açıklamalar yapılmamıştır. Belirtilen hususlardan ruhun zaman, mekân ve diğer maddî özelliklerin ötesinde yer alan bir şey olması nedeniyle duyusal olarak idrak edilemeyeceği ve zahiri olarak görülemeyeceği anlaşılmaktadır. Ama ruhsal eser ve timsaller zarif bir madde kalıbında aşikâr olabilir. Tıpkı berzah âleminde ruh kalıbında olan suretsel beden gibi. Bazı ilimlerin literatüründe ve aynı şekilde bazı rivayet tabirlerinde göründüğü kadarıyla bu suretsel kalıptan ruh diye söz edilmiştir; çünkü bu kalıp maddî cisimden ayrıldıktan sonra ruhu taşımakta ve daha fazla bir ölçüde ruhsal eserleri aşikâr kılabilmektedir. Bu suretsel kalıp kendi âleminde görünebilir ve müşahede edilebilir. Ama onu Allah’a mensup ve ilahi emir türünden olan ruh hakikatiyle mukayese etmemek gerekir; çünkü ruhun varlık âlemindeki konumu bundan ötedir ve ilahi sırlardan sayılır.
Din, hikmet, felsefe ve irfandaki önemli ve temek konulardan birisi insanî ve evrensel boyutta ruhu tanımaktır. Ruhun mahiyeti hakkında mütekellim ve İslam bilgeleri arasında değişik görüşler mevcuttur. Ayet ve rivayetlerde de bu hususta külli bilgiler verilmiştir. Ama genel olarak Kur’anî manasıyla ruhun hakikatini tanımak (ki daha çok meleklerden daha yüksek bir hakikate işaret etmektedir), zahiri ilimler ve düşünürlerin düşünce ve fikirlerinin kapsamı dışındadır ve keşifsel marifete ihtiyaç duyar. Nitekim nefsi tanımak Rabbi tanımaktır diye ifade edilen şey, ruhun hakikatini tanımaktır.[1]
2. Ruhun Anlamı Nedir?
Değişik ilimlerde “ruh” kelimesinin farklı anlamlar için kullanıldığını ve bu kavramın hem eski ve hem de yeni ilimlerde özel ıstılah anlamını taşıdığını ve Kur’anî literatürde de özel bir mananın göz önünde bulundurulduğunu ve de bu hususta değişik tabirlerin kullanıldığını belirtmek gerekir. “er-Ruh”[2], “ruhi”[3], “ruhun minhu”[4], “ruhu’l-emin”[5] ve “Ruhu’l-Kudüs”[6] bu tabirlerden sayılır.
3. İsra Suresi 85. Ayette Ruh
Kur’an-ı Kerim’de ruhun mahiyetine işaret eden önemli ayetlerden bir tanesi, İsra suresinin 85. Ayetidir. Bu ayette şöyle buyrulmaktadır: «یسألونک عن الروح قل الروح من امر ربی و ما اوتیتم من العلم الا قلیلاً» “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size pek az ilim verilmiştir.” Bu ayette ruhun hangi manasının sorulduğu hususunda birkaç ihtimal mevcuttur. Hayvanî ruh, insanî ruh (düşünen ruh), Ruhu’l-Kudüs ve Cebrail ve meleklerden daha üstün bir yaratık anlamıyla ruh bu ihtimallerden sayılır. Ama kastedilenin tıp ilminde kendisinden söz edilen hayvanî ruh olamayacağı kesindir; çünkü bu ruh bilimin ulaşıp tanıyamayacağı bir olgu değildir. Aynı şekilde bu ruhun Cebrail de olduğu söylenemez; çünkü ruh kelimesi mezkûr ayetin dışında birçok Kur’an ayetinde tekrarlanmıştır ve meleklerin yanında ve onlardan farklı zikredilmesi nedeniyle onun kesinlikle meleklerden ayrı bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Bazı ayetlerin açık ifadesi de bu farklılığa işaret etmektedir. Allame Tabatabai ruhun ne olduğu hususunda یسألونک عن الروح ayeti bağlamında şöyle demektedir: Ruh anlaşıldığı kadarıyla Cebrail ve Cebrail’den çok daha büyük bir yaratıktır. Burada ruhun melekler ve Cebrail’in dışında başka bir varlık olduğuna delalet eden bazı rivayetlere işaret ediyoruz:
1. [7]“اتی رجل امیر المومنین (ع) یسأله عن الروح الیس هو جبرئیل فقال له امیر المومنین (ع): جبرئیل من الملائکه و الروح غیر جبرئیل” Bir şahıs Hz. Ali’nin (a.s) yanına gelir ve ruh Cebrail midir diye sorar. İmam Ali (a.s) şöyle buyurur: Cebrail melektir, ruh Cebrail değildir.
2. عَنْ أَبِی بَصِیرٍ قَالَ سَأَلْتُ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ (ع ) عَنْ قَوْلِ اللَّهِ عَزَّ وَ جَلَّ یَسْئَلُونَکَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّی قَالَ خَلْقٌ أَعْظَمُ مِنْ جَبْرَئِیلَ وَ مِیکَائِیلَ کَانَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ ص وَ هُوَ مَعَ الْأَئِمَّةِ وَ هُوَ مِنَ الْمَلَکُوتِ[8]
Ebi Basir, İmam Sadık’tan (a.s) “Sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size pek az ilim verilmiştir.” Ayeti hakkında bir soru sorar. İmam Şöyle buyurur: Ruh, Cebrail ve Mikail’den büyük olan, Allah Resulü (s.a.a) ve imamlara yoldaşlık eden ve melekût âleminden bir varlıktır.
Bununla birlikte bazı ayetlerin Cebrail’i ruhu’l-emin olarak tanıttığını görmekteyiz. Ama Allame Tabatabai’nin de işaret ettiği gibi bu iki konunun bir arada değerlendirilmesi Kur’an’daki işaretlerden anlaşılmaktadır: Cebrail ve diğer melekler ruhun taşıyıcıları ve nakledicileridir. Ruha iniş ve yükselişlerinde yoldaşlık etmektedirler. Bu yüzden ruh bir yönüyle melekler ve Cebrail ile örtüşmekte ve başka bir yönüyle de onlardan ayrı değerlendirilmektedir.[9]
4. Kur’an’da Ve İsra Suresinin 85. Ayetinde Ruhun Mahiyeti
Bu ruhun mahiyet ve hakikati hakkında Yüce Allah belirtilen ayette öz bir ifadeyle şöyle buyurmuştur:
قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ رَبِّی De ki ruh Rabbimin emrindendir. İlahi emrin mahiyetinin ne olduğunu öğrenmek için, bazı ayetlere müracaat edebiliriz: [10]«انما امره اذا اراد شیئاً ان یقول له کن فیکون» Bir şeyi dilediği zaman, O’nun emri o şeye ancak “Ol!” demektir. O da hemen oluverir. Allame Tabatabai el-Mizan Tefsiri’nde bu ayetin şuna işaret ettiği görüşündedir: Allah’ın emri cinsinden olan ruh zata mensuptur ve “ilahi emir” icat kelimesi olan “ol” kelimesinden ibaret olması ve bunun Allah’ın zatının özgün fiiline işaret etmesi nedeniyle, ilahi emir cinsinden olan ruh da zaman, mekân ve başka hiçbir maddî özellik mikyasıyla ölçülmez.[11] Bu ruh Kur’an’da değişik tabirler ile betimlenmiştir. Birincisi, belirtilen ayette olduğu gibi yalnız ve mutlak olarak zikredilmesidir. Aynı şekilde bazen melekler ile birliktedir, bazen insanlara üfürülen hakikattir, bazen müminlere yoldaşlık eden ve onları teyit eden gerçeklik ve bazen de peygamberlerin kendisiyle temas kurduğu hakikattir.
5. Ruhun Mahiyeti Hakkında Neden Daha Fazla Açıklama Yapılmamıştır?
Genel olarak ruhun mahiyeti hakkında şu kadarı söylenebilir: Ruh soyut ve Allah’ın emri türünden bir hakikattir. Bu rububi olguyu ve mertebelerini idrak etmek şuhud ilmine ihtiyaç duyar ve bu mükaşefe sırlarından sayılır. İnsanların çoğu böyle bir idrakten yoksun olduğu için, bu hususta söz söylemek akılların şaşkınlığına ve muhtemelen dalalete bile sebep olabilmektedir. Bu yüzden Kur’an’ı zahirinde ruhu tanımak hakkında detaylı açıklamalar yapılmamıştır. Bu yüzden Hz. Peygamberin bu ilimden yoksun olduğu düşünülmemelidir. Keşif ve yakin nuruyla ruhun mahiyetini tanımak, ariflerin makamlarından sayılır ve bu ilimlerden yoksun kimselere bunun sırlarını açıklamanın amelî bir faydası olmayacaktır.[12] و ما اوتیتم من العلم الا قلیلاً cümlesinin manası ise şudur: Zahir ulemasının bu mesele hakkındaki nasibi çok az bir şeydir, ruhun hakikati bunun ötesindedir ve keşif ilimleri dışında başka bir şeyle onu kavramak mümkün değildir.
6. Ruh Görülebilecek midir?
Belirtilen hususlardan ruhun zaman, mekân ve diğer maddî özellikler ötesi bir hakikat olması nedeniyle duyusal olarak idrak edilemeyeceği ve zahiri olarak görülemeyeceği anlaşılmaktadır. Elbette mükaşefe ve kalbî şuhud ile masumların ruhun hakikatini kavraması imkân dâhilindedir ve erişen ariflerin de bu şuhuda külli olarak sahip olması muhtemeldir. Bu, ruhun soyut olmasıyla bir çelişki arz etmez. Aynı şekilde ruhsal eser ve timsaller (ruhun zatı değil) zarif bir madde kalıbında aşikâr olabilir ve müşahede edilebilir. Mesela berzah âleminde ruh kalıbı taşıyan ve dünyevi cisme benzer özellikler taşımakla birlikte zariflik ve nuraniyet açısından daha yüksek bir derecede bulunan suretsel beden bu kabildendir. Bazı ilimlerin literatüründe ve aynı şekilde bazı rivayet tabirlerinde bu suretsel kalıptan ruh diye söz edildiğini belirtmek gerekir; çünkü bu kalıp maddî cisimden ayrıldıktan sonra ruhu taşımakta ve daha fazla bir ölçüde ruhsal eserleri aşikâr kılabilmektedir. Bu suretsel kalıp salt soyut değildir ve bu yüzden suretsel keşifte görünebilir ve müşahede edilebilir. Öte taraftan onu Allah’a mensup ve ilahi emir türünden olan ruh hakikatiyle mukayese etmemek gerekir; çünkü ruhun varlık âlemindeki konumu bundan yücedir ve ilahi sırlardan sayılır.
[1] Ahmed b. Muhammed Hüseyin Erdekani, Miratu’l-Ekvan (Tahrir-i Şerh-i Hidaye-i Molla Sadra), s. 37, Naşir, Miras-ı Mektup.
[2] İsra, 85; Ğafır, 15.
[3] Hac, 29; Sad, 72.
[4] Mücadele, 22; Nisa, 171.
[5] Şuara, 193.
[6] Bakara, 87 ve 253; Maided, 110; Nahl, 102.
[7] Kuleyni, Kâfi, c. 1, s. 274, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365.
[8] Kâfi, c. 1, s. 273.
[9] Tabatabai, Seyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan, Musevi Hemedani, Seyid Muhammed Bakır, c. 13, s. 171 – 172 Camia-i Müderrisin, Kum, 1374.
[10] Yasin, 82.
[11] el-Mizan, c. 1, s. 522 – 529.
[12] Miratu’l-Ekvan (Tahrir-i Şerh-i Hidaye-i Molla Sadra), s. 36.