Please Wait
20904
Mümin bir kişi Allah katında değerli olan Peygamber (s.a.a) ve Ehl-i Beyt gibi zatlara tevessül ederek bunlardan bir şey isterken bunların bağımsız ve Allah’tan ayrı olarak kendi başlarına bir konuma sahip olduklarına inanmaz. Bilinçli insan bu zatların etki ve eserlerinin ancak Allah’ın verdiği güç ve irade doğrultusunda ve ona bağımlı olarak meydana geldiğine inanır. Bunlar da diğer yaratıklar gibi kendi varlıklarını sürdürebilme ve bir iş görebilmek için her yönden Allah’a muhtaçtırlar Onun feyiz ve lütfü dışında kendilerinden bir şeyleri yoktur. Buna göre o yüce yaratıkların hacetleri reva ettiklerine inanmak Allah’ın etki ve hacetleri reva etmesinden bağımsız olarak değil Ona bağımlı ve Onun emri doğrultusunda gerçekleştiğine inanmak olduğundan şirke sebep olmaz.
Tevessül etmenin hikmetiyle ilgili olarak kısaca şu noktaları zikredebiliriz:
1- Bu zatların ilahi irade gereği ilahi feyiz ve rahmetin araçları olmaları.
3- Bunların Allah’ın değerli kıldığı kullar oldukları için dualarının Allah katında reddedilmeyişi.
5. Onlar vesilesiyle insanın hacetlerinin reva olması onları tanıyıp onlara karşı kalbi bağ ve muhabbettin oluşmasına sebep oluşu. Bu tanıma ve muhabbet de kişinin hidayet ve kemaline yol açar.
Elbette bu değerli zatları Allah katında aracı kılanlar iyice bilirler ki bu aracılar asla o Yüce zatla denk bir makama sahip değillerdir ve Onun iradesi olmaksızın bir yetkileri yoktur.
Sözün özü şundan ibarettir ki gayb alemi ile ilişki kurmak, ilahi emirlere itaat, kendimizin tekamülü, dünya ve ahiret hacetlerimizin yerine gelmesi için bizim Allah’ın velilerini tanımaya, onlara tevessül etmeğe ihtiyacımız vardır. Onlara tevessül gerçekte Allah’ın sağlam ipine sarılmaktır. Onlar bütün varlık ve makamlarında Yüce Yaratıcıya bağlıdırlar ve hacetleri reva etmeleri, bir iş görebilmeleri her an Allah’ın denetiminde ve onun iradesine bağlıdır. İşte bu şekilde bir makama sahip olan veliye başvurmak asla şirk değildir.
İnsan iki boyutlu bir yaratıktır. Yani Yüce âlemden olan ruhla maddi âlemden olan bedenin bileşimidir. İki saha ve açılımı olduğu için bu iki sahanın ihtiyaçları aşırılık ve ihmalkârlıktan uzak olarak dengeli olarak karşılanmalıdır. Böylece bekasını sürdürerek yücelme ve ilerleme yolunda ilerleyip gerçek saadet zirvesine ulaşmalıdır. (İlahi hilafet makamı)
Hikmet sahibi ve bilgin Allah da insanın yaratılışında belli bir hedefi takip etmede ve onun varlığının bütün boyutlarından haberdardır. Onun yaratılışıyla birlikte hatta onu yaratmadan bütün gereksinimlerini gidermek için gerekli şartları ve zemini hazırlamıştır. Allah’ın iradesi, insanın kendi ihtiyarı ile hazırlanan araçlardan yararlanıp doğal bir süreç içinde ruhi ve cismi sağlık ve saadetini elde etmesi doğrultusundadır. Yoksa Allah ilk baştan insanı cismi ve ruhi yönden tekâmüle bir ihtiyacı kalmayacak şekilde kâmil olarak yaratabilirdi. Nitekim göklerin ve yerin yaratılışı maddi yönden işte böyledir. İbadet ve itaat olarak onu melekler gibi en mükemmel şekilde yaratabilirdi. Ancak insanın diğer yaratıklara göre seçkinlik ve özelliği onun ruh ve cisim olarak birçok ihtiyaçları bulunan bir varlık olmanın yanı sıra meleklerden daha üstün bir mertebeye ulaşabilecek şekilde yaratılmasıdır. Kendi iradesini yürürlüğe geçirebilen yani muhayyer olan insan maddi ihtiyaçlarını gidermek için yerde ve göklerde olan Allah’ın her türlü nimetlerle dolu sofrasından en iyi şekilde yararlanmalı ve böylece kendi sağlığını ve korumalı ve diğer yandan da manevi ihtiyaçlarını gidermek için şeriat sofrasının nimetlerinden yararlanmalı ve böylece yüceler âleminden olan ruhunun yüce erdemlere kavuşmasını sağlamalıdır.
Nesnel amillerin insanın cisim ihtiyaçlarını karşıladığında ve gece gündüz bu yaygın sofradan yararlanmanın gerekli olduğunda hiçbir şüphe yoktur. Çünkü insan dünyaya geldiğinden beri buna alışkındır. Dindar insanlarda da genel de maddi ihtiyaçların giderilmesi için bu araçlardan yararlanmanın Allah’a ortak koşma veya onun mülkünde yersiz tasarruf etme sayılacağına dair bir şüphe oluşmaz.
Hikmet sahibi Allah insanın ruhi ihtiyaçlarını karşılasın diye din ve şeriat olarak bilinen bir yaygın sofra sermiştir. Bu sofrada insanların kendilerinden olan bazı kişiler (Peygamberler) vasıtasıyla inanç, ahlak ve eğitimle ilgili en sağlam en güzel gıdaları sunmuştur. Bu yüzden de bu kişilere teşrii (yasama) feyzinin aracıları denilmektedir. Bu feyiz aracılarının kendileri de bu hükümleri gözetmek ve onlara tam olarak uymakla yükümlüdürler. Ancak bu hüküm ve kurallara uymakla insanlar kendi ruhi ihtiyaçlarını karşılayıp duyu ve görülme sahasından uzak olan yüce maneviyat ve gayb âlemiyle irtibat kurabilir. Bu emirler çerçevesinde en azından her kişinin günlük ibadetler vasıtasıyla kısa bir süre için olsa bile o âlemle ilişkiye geçmesi gerekli bilinmiştir. İnsanlardan bazıları Allah’ın teşrii sofrasında yararlanmada diğer insanları geride bırakıp daha sürat, daha güçlü bir şekilde o âleme bağlanmayı başarmışlardır. Sanki bunlar maddi âlemden tamamen kopmuş ve melekût âlemine karışmışlardır. Yine bunların içerisinde de bazıları arkadaşlarını geride bırakıp ilahi hilafet makamına erişmişler ve Allah’ın velileri olmuşlardır. Bunlar tekamül kafilesinden geride kalmış kimselerle o yüce âlem arasında tekvini feyizlerin aracısı olmuşlardır. Kafileden geri kalmış kimseler bu aracılar vasıtasıyla mana âleminden yararlanmaya ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar.
Burada şöyle bir soru ile karşılaşabiliriz: O da bu büyük zatlara tevessül etmenin, bunları Allah katından aracı kılmanın ve hacetlerini istemenin tevhid-i efaili (her işin yaratıcısı Allah olduğuna inanmakla) çelişip çelişmediği konusudur.
Ancak bu şüphenin cevabı şudur ki: Her kesin bildiği üzere Maddi imkânlardan yararlanarak maddi ihtiyaçları karşılamak şirk değildir Çünkü Allah bu nimetleri yaratmış ve insanın yararına sunmuştur ve insana bunlardan doğru yol üzere yararlanma iznini de vermiştir.[1] Muvahhit bir insan iyice biliyor ki bütün bu nimetler onun yaratıklarıdır ve o yüce varlığa yanı Allah’a bağlıdır. Kendi başlarına bağımsız değildir. İşte bunun gibi manevi hacetleri de bu büyük şahsiyetlerden istemenin onlara sarılıp tevessül etmenin tevhit ilkesi ile Rablığın O’na özgü olmasıyla ve hacetleri asıl yerine getirenin O olmasıyla bir çelişkisi yoktur.
Çünkü bu değerli zatlara tevessül ederek bunlardan hacet isterken bunların bağımsız ve Allah’ın yanı sıra kendi başlarına bir konuma sahip olduklarına inanılmamaktadır. Bilinçli insan bunların etki ve eserlerinin ancak Allah’ın verdiği güç ve irade doğrultusunda ve ona bağımlı olarak meydana geldiğine inanmaktadır. Bunların varlıkları da diğer yaratıklar gibi Allah’a her yönden muhtaçtırlar Onun feyiz ve lütfü dışında kendilerinden bir şeyleri yoktur. Buna göre o değerli yaratıkların etkinliğine ve hacetleri reva ettiklerine inanmak Allah’ın etki ve hacetleri reva etmesinin yanında ve ondan bağımsız olarak değil tam manasıyla Onun iradesi dâhilinde ve Ona bağımlı olarak gerçekleşir bu yüzden böyle bir şeyi kabul etmek asla şirke sebep olmaz.[2]
Ama Allah niçin bizleri bu değerli zatlara yönlendirmiştir? Niçin biz maneviyat ve melekut âleminden yararlanmak için bu aracılara muhtacız. Bunun birkaç sebebi vardır:
1- Bu kişiler ilahi irade gereği diğer yaratıklara göre ilahi feyiz ve rahmetin araçları durumundadırlar.
2- Bu zatlar Allah’a kullukta en yüksek merhaleye vardıkları için bunlara teveccüh etmek gerçekte Allah’a yönelişe sebep olur. Hatta sıkıntıları giderilmesi konusunda vesile olmaları için bunlara gelmek insanın kalbinin Allah’a bağlanmasına ve ilahi ayetleri anmasına yol açar. Bu yüzden Camia ziyaretinde şöyle okumaktayız: “Kim Allah’a kavuşmak istese sizin kapınıza gelmeli kim Onu kastetse size teveccüh emelidir.”
3- Onlar Allah’ın değerli kıldığı kulları oldukları ve ona yakınlaştırılmış seçkinler oldukları için duaları reddedilmez. Kendileri de kerem ve bağış sahibi olduklarından ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını reddetmezler ve kişinin maslahatına olduğu takdirde onun hakkında dua ederler.[4]
4. Kemal yönünden bir takım merhaleleri kat etmemiş insanlar bazen gayb âlemine yönelmede zorluk çekmekteler. Bu tür insanları gayb alemine yönlendirecek insanların kendilerinden olan vasıtalara ihtiyaç olur. Nitekim Yüce Allah buyurmuştur ki: “Ey iman edenler Allah’tan korkun ve Ona kavuşmak için vesile arayın.”[5] Birçok hadislerde de Ehl-i Beyt’in bu ilahi vesile oldukları açıklanmıştır.[6] Nitekim Nudbe duasında şöyle okumaktayız. “Yerle göğü birbirine bağlayan o vasıta nerdedir?”
5. Bu değerli zatlara başvurmak onları tanımaya sebep olur ve onlar vesilesiyle insanın hacetlerinin reva olması da onlara karşı kalbi bağ ve muhabbettin oluşmasına yol açar. Bu tanıma ve muhabbet de kişinin hidayet ve kemalini kolaylaştırır. Elbette o zatlar kişilerin kendilerine başvurmalarına muhtaç değillerdir. Çünkü onlar ilahi lütuf gereği maksada ulaşmış kişilerdir.
6. İnsanların Allah’ın velilerine başvurmaya emredilmeleri bu zatların Allah yolunda çektikleri zahmetler için bir ilahi karşılık sayılır. Nitekim Kur’an-i Kerim Peygamber’e hitaben şöyle demektedir: “Gecenin bir bölümünü nafile ibadet için uyan; umulur ki beğenilen bir makama erişesin.” (Bu makam Peygamber (s.a.a)’ın dünya ve ahretteki şefaat ve aracılık makamıdır.)[7]
7. Halkın bu mukaddes zatlara başvurmaya teşvik edilmeleri bir yandan onların yollarını kat etmelerine teşvik sayıldığı gibi diğer yandan zahitlerin, abitlerin ve diğer Allah yolunda çaba gösterenlerin gurur ve böbürlenmeğe duçar olmalarını önler. Böylece bu mukaddes zatlara yani Peygamber (s.a.a.) ve Ehl-i Beyt’e yönelmek insanların ruhlarının arınmasına vesile olduğu gibi riyacılar ve düzencilerin halkı çeşitli adlarla kendilerine çekmelerine engel olur.
8. Kamil insan’ın makamı meleklerden mutlaka yüksektir. Çünkü:
a. Dünya ve ahrette melekler salih kula hizmet ederler,
b. Meleklerin ibadet ve çabaları insandaki gibi ihtiyarı değildir.
d. Mirac olayında Resulullah (s.a.a) Hz. Cebrail’in bile ulaşamadığı daha ileri makamlara doğru ilerlediler.
Bu noktaları dikkate alarak şöyle deriz: Melekler Allah’ın izni ile bir takım işlerin düzenleyicileri oldukları kesindir; niçin kemale ermiş insanlar böyle olmasınlar?[8]
9. Bilge insanların tavırlarında görüldüğü, akıl ve hikmetin de onayladığı gibi sürekli büyükler bir takım işleri bazı kimseler vasıtasıyla görmeği tercih ederler, böylece hem o kişilerin özel şekilde eğitilmelerini sağlarlar hem de onların geçmiş zahmetlerini takdir etmiş sayılırlar ve diğer yandan da diğerlerine onların üstünlük ve makamlarını göstermek isterler. Böylece halk onların makamlarını anlayıp onlarla daha yakın bir ilişki ve kaynaşma içerisine girerler.
Elbette bu vasıtalara müracaat edenler iyice bilirler ki bu aracılar asla o büyükle denk bir makama sahip değillerdir ve onun iradesi olmaksızın bir yetki ve iş de yapamazlar.
Sözün özü şundan ibarettir ki gayb alemi ile ilişki kurmak, ilahi emirlere itaat, kendimizin tekamülü, dünya ve ahiret hacetlerimizin yerine gelmesi için bizim Allah’ın velilerini tanımaya, onlara tevessül etmeğe ihtiyacımız vardır. Onlara tevessül gerçekte Allah’ın sağlam ipine sarılmaktır. Onlar bütün varlık ve makamlarında Yüce Yaratıcıya bağlıdırlar ve hacetleri reva etmeleri, bir iş görebilmeleri her an Allah’ın denetiminde ve onun iradesine bağlıdır. İşte bu şekilde bir makama sahip olan veliye başvurmak asla şirk değildir. Çünkü evrende bir başkasına bağımlı olmayan tek yaratıcı ve hacetleri veren Allah’tan başka kimse değildir.
Daha fazla araştırmak için şu kaynaklara bakınız: Seyyid Muhammed Taki, Mikyalu’l-Mekarim c. 1. ve 2
Misbah Yezdi, Akaid Öğretimi,
Misbah Yezdi, Kur’an Öğretileri
Şirvani Ali, Mearif-i İslami der Asar-i Şehid Mutahhari s. 250-252; 90- 110
[1] Casiye Suresi: 12, 13; Lokman Suresi: 20
[2] İlahi irade ve insanın istekleri insanın muhayyerliği başlıklı konulara bakınız.
[3] Sömei Serai, Mehdi, Şeb Kadr Çest, Neşr Kevser- Gadir, c. 2 s. 79-81
[4] Camai ziyareti
[5] Maide Suresi: 35; Al-I İmran Suresi, 103; İsra suresi: 57.
[6] Bkz. Hairi, Seyid Mehdi, Tercüme-I Mikyalu’l-Mekarim c. 1. s. 625-639 ve yukarıdaki ayetlerle ilgili tefsir kitaplarındaki açıklamalara bakınız.
[7] İsra Suresi: 79
[8] Naziat Suresi: 5.