Gelişmiş Arama
Ziyaret
8306
Güncellenme Tarihi: 2010/12/04
Soru Özeti
Hindistan ve Osmanlı İslamının teorik mukayesesi.
Soru
Hindistan İslamıyla Osmanlı İslamını (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar geçen süre göz önüne alarak) teorik olarak kıyaslayınız.
Kısa Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Osmanlıya (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar) hakim olan fıkhi mezhep Ehl-i Sünnetin dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebidir. Ancak onlar itikatta Eş’ari mezhebine mensuptular. Hanefi mezhebinin kurucusu Numan (Ebu Hanife)’dır. O fıkhını Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf üzerine kurmuştur.

Eş’ari itikadi mezhebinin kurucusu Ebu’l Hasan Eş’ari’dir. Onun en önemli akaidi ilahi sıfatların zaid olması, Allah’ın görülebilme imkanı ve insanın iradesinin olmamasıdır.

Oysa hicri 7. asırdan 10. asıra kadar Hindistan, teşeyyü İslam’ı hakimiyetindeydi. Sultan Muhammed Sam Gavri zamanından itibaren (7. yüzyılın başlangıcı) Dehli Müslüman padişahların başkenti oldu. Hicri 918’de Muhammed Ali Kutbşah İran’dan Hindistan’a gitti ve Deken bölgesinde teşeyyü mezhebini resmi mezhep olarak ilan etti. Ancak onların fıkhi ve akaidi temellerine ait herhangi bir belge elde yoktur. Ama Şia rehberlerine tabi olduklarını tahmin edebiliriz.

Ayrıntılı Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Önce Osmanlı İslamını, ardından Hindistandaki İslamı inceleyeceğiz:

Osmanlı İslamının Kökleri

Konunun anlaşılabilmesi için her şeyden önce tarih boyunca Osman’a mensup grupları bilmek gerekir. Böylece Osmanlı İslamının kökü ortaya çıkacaktır. Tarihte bu isimde üç grup gelmiştir:

1-Osman b. Affan’ın (3. Halife) Takipçileri

Osmanın esrarengiz bir şekilde öldürülmesinin ardından bazıları onun taraftarlığını yapmak ve kanını almak için kıyam ettiler. Onlar Hz. Ali’nin (a.s) ve Muaviye’nin halifeliğine karşı olanlar tarafından destekleniyorlardı. Böyle bir düşünce (Osmanın taraftarı olmak) hatta yıllar sonra bile devam etti. Basiret kazandıktan sonra İmam Hüseyin’in (a.s) yaranından olan Zübeyr b. Kayn’da bu gruptan sayılmaktadır.[1]

2-Osmanlı Kavmi (Osmaniyye)

Tarih, Secistan’da (Sistan) yaşayan Osmaniyye adında bir gruptan söz etmektedir. Onlar Osmanı Hz. Ali’den üstün görüyorlardı. Nasibi oldukları için şairleri bu konuda şöyle diyorlardı:

Ahmaklığınızdan dolayı Osmanla Ali’yi mukayese ettiniz.

Oysa Osman, Ali’den daha temiz ve daha tayyiptir.

Mukaddesi diyor ki: Bir grup Osmanı Ebubekr ve Ömerden de üstün tutuyor.[2]

3-Osmanlı Devleti

Onlara Osmanlılar veya Al-i Osman ya da Osmanlı Padişahları denmektedir.

Osmanlı padişahları hicri 699’dan 1342’ye kadar büyük bir devlet kurdular. Bu hanedan ismini büyük dedeleri Osman b. Ertuğrul’dan almıştır. Osmanlı devletinden maksat bu taifedir.

Osmanlı Devletinin Kuruluşu

Osmanlı devleti, Abbasi  halifeliğinin yıkılışından sonra kurulan en büyük ve en geniş İslam devletidir. Bu devlet hicri 7. asırda (688 veya 699) Anadoluda ortaya çıktı. Miladi 15. asırda kudret ve azametinin doruğuna ulaştı. Osmanlı devleti miladi 16. y.y’da (hicri 10) kendisini resmi olarak İslam halifesi ve İslam dünyasının rehberi olarak kabul ediyordu. Kendilerine genellikle ‘Paşa’ diyen Osmanlı padişahları[3] sınırlarını Avrupa’da Viyana’ya kadar dayandırmışlardı.

Osmanlı Devletinin Mezhebi

Hanefi mezhebi, Osmanlı devleti zamanında çok gelişti ve bu devletin resmi mezhebi oldu.[4] Osmanlı padişahları akaidde Eş’ari idiler.

Hanefi Mezhebi

Osmanlı devletinin mezhebini veya Osmanlının İslamını tanımak için Hanefi mezhebini tanımak gerekir.

Hanefi mezhebi Numan’a (Ebu Hanife) dönmektedir. O hanefi mezhebinin kurucusudur. Birçok hadisin doğruluğunda şüphe ediyordu. Bu yüzden kıyas ve istinbatı fıkıh delillerinin en başına koydu.[5]  

Ebu Hanife Numan b. Sabit (h.80-150) İranlı olup aslı Kabil’dendir. O fıkhi hükümleri çıkarmada değişik bir yöntem uyguluyordu. Öyleki, eğer Allah Resulü (s.a.a) yaşamış olsaydı onun söylediğini Allah Resulü’nünde (s.a.a) söyleyeceğine inanıyordu.[6]

O, şer’i hükümleri çıkarmada rey ve kıyas yapmaya inanıyor ve Nebevi hadislerden yalnızca on yedisini kabul ediyordu.

Ona göre fıkıhın kaynakları yedi tanedir: Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf. İtikatta ise Ebu Hanife ve takipçilerinin mürcie oldukları bilinmektedir. Bunu Şehristani Milel ve Nihel’de[7] Ğassaniye rehberi Ğassan’dan naklediyor.[8]

Mürcie’nin iki grup olduğu söylenmektedir: 1-Mürcie-i Dalalet, 2-Mürcie-i Ehl-i Tesennün. Ebu Hanife, öğrencileri ve üstadları ikinci gruptandır. Başka bir ifadeyle Ehl-i Sünnetin bir grubuna Mürcie denildiği zaman, büyük günah işleyenin cehennemde ebedi kalacağına inanan kimseler kastedilmektedir. Bazende amellerin imanda ve onun azlık çokluğunda etkisi olmadığına inanan önderlerine denmektedir. Bu, Ebu Hanife’nin ve takipçilerinin mezhebidir.[9]  

Ancak belirtmek gerekir ki, yapılan araştırmalara göre Osmanlılar fıkıhta hanefi idiler, ama Hanefi mezhebinin itikadı olan mürcie değildiler. Onlar Eş’ari itikadına sahiptiler. Eş’ari itikadının özeti şudur: 1- Allah’ın sıfatları zatına zaiddir. 2- Kur’an’da Allah için gelen el, yüz gibi sıfatların Allah’ta olduğuna, ama bunların ‘Bi La Keyf’ yani bu el ve yüzün insanın eli, yüzü gibi olmadığına inanmaktalar. 3- Allah’ın cemalini görmek mümkündür. 4- İnsanların amellerinde iradeleri yoktur, vb.

Eş’ari usulü İran’da yayıldı. Daha sonra Eyyübi ve Mısır sultanları, Osmanlı halifeleri bunu kabul ederek kendi ülkeleri olan Türkiye, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’da yaydılar.[10]    

Hindistan’da İslam

Nüfuz Zamanı

İslam’ın Hind yarımadasında nüfuzu efsane ve vehmiyatlarla doludur. Ancak şu kadarı kesin ki, Müslüman Arap tacirler İslam’ı Peygamberimizin (s.a.a) zamanında Hindistanın sahil bölgelerine ve Güney adalarına kadar götürmüştüler.[11]

Müslüman olanlardan biri İbn-i Şenseb idi. O, Emir-ül Müminin’in (a.s) zamanında Müslüman oldu. Gavr sultanlarının aslı Herat’ın Gavr bölgesinden olup nesepleri İbn-i Şenseb’e ulaşmaktadır.[12] Müslüman olduktan sonra Emir-ül Müminin (a.s) Gavr bölgesinin yönetimini ona verdi.

Hindistan’a ilk ordu gönderen, Dehli’yi fethedip orayı başkent yapan Müslüman padişah, sultan Muhammed Sam Gavri idi. Bu sultanın zamanından (7 y.y) itibaren Dehli İslami bir başkent oldu ve İnglizler orayı işgal edene kadar Müslüman sultanların başkenti olarak kaldı.[13]

Hindistan’da Teşeyyü

‘Hindistan’da Şia’ adlı kitapta şöyle yazıyor: ‘Firuzşah Tağalluk zamanında (h.752-790) On iki İmam Şiilerin nüfusu arttı. Muhalifleri onlara Rafizi diyorlardı.’[14]

Sultan Firuz bir yazısında şöyle diyordu: Kendilerine Rafizi denen Şiiler bazılarını Şia ve Rafizi ediyorlardı. Onlar kendi fırkalarının akide usulü hakkında risaleler ve kitaplar yazmış, konuşmalar yapmışlardır.[15]

Şeyh Muhammed Muzaffer ‘Tarih-i Şia’ adlı kitabında şöyle yazıyor: ‘Teşeyyü ruhu ve Al-i Muhammed’in takipçisi olmak ve Onlara (a.s) inanmak bu ülkede vardı; öyleki teşeyyü mezhebi Gecrat bölgesinde açıkca kabül görüyordu.’[16]

Hemedan’da dünyaya gelen Muhammed Ali Kutbşah adında biri gençlik yıllarının başında İran’dan Hindistan’a gitti. O, hicri 918 yılında ‘Deken’ bölgesinin resmen yöneticisi oldu. Şeyh Safiyuddin Erdebili’nin müritlerinden olduğundan Şah İsmail’in İran’da Şialığı yaydığını duyunca o da Deken bölgesinde Teşeyüü resmi mezhep olarak ilan etti.[17]

Öyleyse diyebiliriz ki, Hintlilerin İslamı o asırlarda Şia’nın hakimiyetindeydi. Şia akidesi ise Hanefi akidesinin karşında (daha önce söylendiği gibi) dört usul olan Kitap, Sünnet, Akıl ve İcma üzerinedir.   


[1] -Cevad Muhaddisi, Ferheng-i Aşura, s.201.

[2] -Dr. Muhammed Cevad Meşkur, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.131.

[3] -Seyyid Abdulhamid Belaği, Hüccet- ut Tefasir ve Belağ-ul İksir, c.2, s.744.

[4] -Seyyid Murteza Firuzabadi, Fezail-i Penç Ten Der Sihah-ı Sitte, c.4, s.374.

[5] -Ebulkasım Payende, Nehc-ul Fesahe, Mecmuay-ı Kelimat-ı Kısar-ı Nehc-ul Fesahe, 2. Baskının mukaddimesi.

[6] -Wikipedia sitesi, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.170.

[7] -Milel ve Nihel, c.1, s.264 (Mısır baskısı, Muhammed Bedran’ın çalışması).

[8] -Seyyid Maraşi, Şerh-i İhkak-ul Hak, c.2, Mucem-u İtikadi yazılımı.

[9] -a.g.e; el-Akaid-ul İslamiyye, c.3, Merkez-ul Mustafa

[10] -Tercümet-ul Kamil, İnb-i Esir, c.27, s.154.

[11] -Seyyid Abbas Athar Ravzi, Şia Der Hind, c.1, s.229.

[12] -a.g.e; Muhammed Rıza Hekimi, Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[13]-Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[14] -Belirtmek gerekir ki hicri 7. asırdan 10. asıra kadar bazı Osmanlılarda Hindistan’da vardılar. Bkz: İbn-i Haldun, Tarih-i İnb-i Haldun, c.27, s.149).   

[15] -Şia Der Hind, c.1, s.255.

[16] -Mir Hamid Hüseyin, s.110.

[17] -a.g.e. s.104.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Cemaat namazında saf nasıl tutulur? Hareket etmek namazı batıl eder mi?
    12279 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/03/07
    Karşılaştığınız olay (cemaat namazında saf oluşturmak) fıkıh kitaplarındaşöyle anlatılır:  1- Me’mum imamdan önde olmamalıdır.[1]2- Me’mum bir erkek ise imamın ...
  • Beyin ölümünden sonra organ bağışı hakkında taklit mercilerinin görüşünün ne olduğunu öğrenmek istiyorum.
    5981 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/12
    Aşağıdaki cevaplar taklit mercilerinin bürolarından alınmıştır: Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (Ömrü uzun olsun) Bürosu:Eğer diğer hastaları tedavi etmek için söz konusu hastaların beden organlarından istifade etmek kendilerinin ölümlerini çabuklaştırır ve hayatlarının noktalanmasına neden olursa, caiz değildir. Bu ...
  • Allah bir işi yapamayacak kadar güçsüz müdür ve bir başkasının O’nun işini yapması gerekir mi?
    7555 Eski Kelam İlmi 2012/06/23
    Bu soruda dile getirilen iddia ve varsayım şudur: Her nerede Allah’ın zatı bir işi yapmaya güç yetirebiliyorsa O’nun kendisi bu işi yapar ve eğer buna güç yetiremezse sebeplerden istifade eder. Allah’ın her işe güç yetirebildiğini bildiğimizden dolayı O’nun fillinin nedenler kanalıyla gerçekleşmesi muhaldir ve her kim bir ...
  • Öldürmenin çeşitlerini ayrıntılarıyla anlatınız.
    6619 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/03
    Öldürme, çeşitli yönlerden kısımlara ayrılabilir. Aşağıda kısaca onlara değiniyoruz:1- Haklı ve haksız olarak öldürme.2- Öldürmenin ne zaman yapıldığı3- Öldürmenin idamla, silahla veya sopayla olması, yine taşlanmak ve diğer şekillerde cezaları yönünden gerçekleşmesi. 4- Öldürmenin kasıtlı, kasıtlıya ...
  • İnsanın üstünlüğünü tehdit eden amiller nelerdir?
    7493 Pratik Ahlak 2012/01/23
    Kur’an-ı Kerim’in bakışında gerçekte insanın insanî makam ve üstünlükten düşmesine neden olan ahlakî düşüş, değişik etkenlere bağlıdır: Bir grup Kur’an ayeti, insanların gaflet, akıl ve düşünceyi kullanmama ve bunların gerekleriyle amel etmeme nedeniyle insanî üstünlüklerini yitirdiğini beyan etmektedir. Başka Kur’an ayetleri ise nefis hevesi ve dünya sevgisini ...
  • Kur’an’da Hz. Muhammed’in (s.a.a) adı kaç defa zikredilmiştir?
    17590 Kur’anî İlimler 2011/05/21
    Yüce İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) adı Kur’an’da dört defa gelmiş ve aşağıdaki surelerde zikredilmiştir:1. Ali İmran, 144. Ayet: “Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar ...
  • Hazreti Muhsin Kimdir ve nasıl şehit edildi, onun katili kimdir?
    33885 تاريخ بزرگان 2012/09/20
    Şia ve ehlisünnetin rivayet ve tarihi kaynaklara göre hazreti Muhsin (a.s.) Hz. Ali ve hazreti Fatma’nın çocuklarındandır. Ömer veya Kunfüz hazreti Fatma’yı (a.s.) duvar ile kapı arasına sıkıştırdı ve onun bu işi o kadar şiddetli ve baskısı o denli bastırıcı idi ki o hazretin kaburgalarının kırılmasına ve ...
  • Şüphesine itina etmemesi gereken kesirü’ş-şekk, şüphelerinin hiç birisine mi itina etmemelidir?
    7487 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/02/15
    ‘Kesirü’ş-Şekk’in (Çok Şüphe Edenin) şüphesi yoktur.’ kaidesine göre çok şüphe eden kimse şüphesine itina etmemelidir. Fakihlerin çoğuna göre bu kaide sadece namaza özgü olmayıp, abdest, gusül ve teyemmüm gibi namazın mukeddamatını da kapsarken hac, muameleler, itikatlar gibi terkipli ibadetleri de içine almaktadır. Bu görüşte olanlar ‘Kesirü’ş-Şekkin şüphesi ...
  • Bidat ve onun İslam’daki ölçüsü nedir?
    9155 Eski Kelam İlmi 2010/11/08
    “Bidat” sözlükte yeni ve geçmişi olmayan iş manasındadır. Istılahta ise “dinde olmayan bir şeyi dine sokmak” anlamındadır; yani din ve şeraitin bir cüzü olmayan ve de hiçbir İslam kanun ve buyruklarıyla uyuşmayan bir şeyi dine isnat etmektir. Bu yüzden İslam’ın tümel buyruklarını yeni ve modern hususlara ...
  • Peygamberden (s.a.a) gelen kırk hadis ezberleme hakkındaki rivayetler sahih midir? Bu kırk hadisin ölçütlerini söyleyiniz.
    12558 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/02/15
    Şii[1] ve bazı sünni[2] kaynaklarda çeşitli ibarelerle İslam Peygamberinden (s.a.a) ‘Erbain’ diye meşhur olan hadiste, kırk hadis ezberlemeye önemle tavsiye edilmiştir. Örneğin: ‘Ümmetimdem kim, halkın ihtiyaç duyduğu hadislerimden kırkını ezberlerse Allah ...

En Çok Okunanlar