Gelişmiş Arama
Ziyaret
8393
Güncellenme Tarihi: 2010/12/04
Soru Özeti
Hindistan ve Osmanlı İslamının teorik mukayesesi.
Soru
Hindistan İslamıyla Osmanlı İslamını (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar geçen süre göz önüne alarak) teorik olarak kıyaslayınız.
Kısa Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Osmanlıya (hicri 7. asırdan 10. asıra kadar) hakim olan fıkhi mezhep Ehl-i Sünnetin dört mezhebinden biri olan Hanefi mezhebidir. Ancak onlar itikatta Eş’ari mezhebine mensuptular. Hanefi mezhebinin kurucusu Numan (Ebu Hanife)’dır. O fıkhını Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf üzerine kurmuştur.

Eş’ari itikadi mezhebinin kurucusu Ebu’l Hasan Eş’ari’dir. Onun en önemli akaidi ilahi sıfatların zaid olması, Allah’ın görülebilme imkanı ve insanın iradesinin olmamasıdır.

Oysa hicri 7. asırdan 10. asıra kadar Hindistan, teşeyyü İslam’ı hakimiyetindeydi. Sultan Muhammed Sam Gavri zamanından itibaren (7. yüzyılın başlangıcı) Dehli Müslüman padişahların başkenti oldu. Hicri 918’de Muhammed Ali Kutbşah İran’dan Hindistan’a gitti ve Deken bölgesinde teşeyyü mezhebini resmi mezhep olarak ilan etti. Ancak onların fıkhi ve akaidi temellerine ait herhangi bir belge elde yoktur. Ama Şia rehberlerine tabi olduklarını tahmin edebiliriz.

Ayrıntılı Cevap

Osmanlı İslamıyla Hind İslamını değerlendirip mukayese etmek için bu iki ülkeye nüfuz eden ve hakim olan mezhebi bilmek gerekir.

Önce Osmanlı İslamını, ardından Hindistandaki İslamı inceleyeceğiz:

Osmanlı İslamının Kökleri

Konunun anlaşılabilmesi için her şeyden önce tarih boyunca Osman’a mensup grupları bilmek gerekir. Böylece Osmanlı İslamının kökü ortaya çıkacaktır. Tarihte bu isimde üç grup gelmiştir:

1-Osman b. Affan’ın (3. Halife) Takipçileri

Osmanın esrarengiz bir şekilde öldürülmesinin ardından bazıları onun taraftarlığını yapmak ve kanını almak için kıyam ettiler. Onlar Hz. Ali’nin (a.s) ve Muaviye’nin halifeliğine karşı olanlar tarafından destekleniyorlardı. Böyle bir düşünce (Osmanın taraftarı olmak) hatta yıllar sonra bile devam etti. Basiret kazandıktan sonra İmam Hüseyin’in (a.s) yaranından olan Zübeyr b. Kayn’da bu gruptan sayılmaktadır.[1]

2-Osmanlı Kavmi (Osmaniyye)

Tarih, Secistan’da (Sistan) yaşayan Osmaniyye adında bir gruptan söz etmektedir. Onlar Osmanı Hz. Ali’den üstün görüyorlardı. Nasibi oldukları için şairleri bu konuda şöyle diyorlardı:

Ahmaklığınızdan dolayı Osmanla Ali’yi mukayese ettiniz.

Oysa Osman, Ali’den daha temiz ve daha tayyiptir.

Mukaddesi diyor ki: Bir grup Osmanı Ebubekr ve Ömerden de üstün tutuyor.[2]

3-Osmanlı Devleti

Onlara Osmanlılar veya Al-i Osman ya da Osmanlı Padişahları denmektedir.

Osmanlı padişahları hicri 699’dan 1342’ye kadar büyük bir devlet kurdular. Bu hanedan ismini büyük dedeleri Osman b. Ertuğrul’dan almıştır. Osmanlı devletinden maksat bu taifedir.

Osmanlı Devletinin Kuruluşu

Osmanlı devleti, Abbasi  halifeliğinin yıkılışından sonra kurulan en büyük ve en geniş İslam devletidir. Bu devlet hicri 7. asırda (688 veya 699) Anadoluda ortaya çıktı. Miladi 15. asırda kudret ve azametinin doruğuna ulaştı. Osmanlı devleti miladi 16. y.y’da (hicri 10) kendisini resmi olarak İslam halifesi ve İslam dünyasının rehberi olarak kabul ediyordu. Kendilerine genellikle ‘Paşa’ diyen Osmanlı padişahları[3] sınırlarını Avrupa’da Viyana’ya kadar dayandırmışlardı.

Osmanlı Devletinin Mezhebi

Hanefi mezhebi, Osmanlı devleti zamanında çok gelişti ve bu devletin resmi mezhebi oldu.[4] Osmanlı padişahları akaidde Eş’ari idiler.

Hanefi Mezhebi

Osmanlı devletinin mezhebini veya Osmanlının İslamını tanımak için Hanefi mezhebini tanımak gerekir.

Hanefi mezhebi Numan’a (Ebu Hanife) dönmektedir. O hanefi mezhebinin kurucusudur. Birçok hadisin doğruluğunda şüphe ediyordu. Bu yüzden kıyas ve istinbatı fıkıh delillerinin en başına koydu.[5]  

Ebu Hanife Numan b. Sabit (h.80-150) İranlı olup aslı Kabil’dendir. O fıkhi hükümleri çıkarmada değişik bir yöntem uyguluyordu. Öyleki, eğer Allah Resulü (s.a.a) yaşamış olsaydı onun söylediğini Allah Resulü’nünde (s.a.a) söyleyeceğine inanıyordu.[6]

O, şer’i hükümleri çıkarmada rey ve kıyas yapmaya inanıyor ve Nebevi hadislerden yalnızca on yedisini kabul ediyordu.

Ona göre fıkıhın kaynakları yedi tanedir: Kur’an, sünnet ve Resulullahın yöntemi, sahabenin sözleri, kıyas, istihsan, icma ve örf. İtikatta ise Ebu Hanife ve takipçilerinin mürcie oldukları bilinmektedir. Bunu Şehristani Milel ve Nihel’de[7] Ğassaniye rehberi Ğassan’dan naklediyor.[8]

Mürcie’nin iki grup olduğu söylenmektedir: 1-Mürcie-i Dalalet, 2-Mürcie-i Ehl-i Tesennün. Ebu Hanife, öğrencileri ve üstadları ikinci gruptandır. Başka bir ifadeyle Ehl-i Sünnetin bir grubuna Mürcie denildiği zaman, büyük günah işleyenin cehennemde ebedi kalacağına inanan kimseler kastedilmektedir. Bazende amellerin imanda ve onun azlık çokluğunda etkisi olmadığına inanan önderlerine denmektedir. Bu, Ebu Hanife’nin ve takipçilerinin mezhebidir.[9]  

Ancak belirtmek gerekir ki, yapılan araştırmalara göre Osmanlılar fıkıhta hanefi idiler, ama Hanefi mezhebinin itikadı olan mürcie değildiler. Onlar Eş’ari itikadına sahiptiler. Eş’ari itikadının özeti şudur: 1- Allah’ın sıfatları zatına zaiddir. 2- Kur’an’da Allah için gelen el, yüz gibi sıfatların Allah’ta olduğuna, ama bunların ‘Bi La Keyf’ yani bu el ve yüzün insanın eli, yüzü gibi olmadığına inanmaktalar. 3- Allah’ın cemalini görmek mümkündür. 4- İnsanların amellerinde iradeleri yoktur, vb.

Eş’ari usulü İran’da yayıldı. Daha sonra Eyyübi ve Mısır sultanları, Osmanlı halifeleri bunu kabul ederek kendi ülkeleri olan Türkiye, Şam, Mısır ve Kuzey Afrika’da yaydılar.[10]    

Hindistan’da İslam

Nüfuz Zamanı

İslam’ın Hind yarımadasında nüfuzu efsane ve vehmiyatlarla doludur. Ancak şu kadarı kesin ki, Müslüman Arap tacirler İslam’ı Peygamberimizin (s.a.a) zamanında Hindistanın sahil bölgelerine ve Güney adalarına kadar götürmüştüler.[11]

Müslüman olanlardan biri İbn-i Şenseb idi. O, Emir-ül Müminin’in (a.s) zamanında Müslüman oldu. Gavr sultanlarının aslı Herat’ın Gavr bölgesinden olup nesepleri İbn-i Şenseb’e ulaşmaktadır.[12] Müslüman olduktan sonra Emir-ül Müminin (a.s) Gavr bölgesinin yönetimini ona verdi.

Hindistan’a ilk ordu gönderen, Dehli’yi fethedip orayı başkent yapan Müslüman padişah, sultan Muhammed Sam Gavri idi. Bu sultanın zamanından (7 y.y) itibaren Dehli İslami bir başkent oldu ve İnglizler orayı işgal edene kadar Müslüman sultanların başkenti olarak kaldı.[13]

Hindistan’da Teşeyyü

‘Hindistan’da Şia’ adlı kitapta şöyle yazıyor: ‘Firuzşah Tağalluk zamanında (h.752-790) On iki İmam Şiilerin nüfusu arttı. Muhalifleri onlara Rafizi diyorlardı.’[14]

Sultan Firuz bir yazısında şöyle diyordu: Kendilerine Rafizi denen Şiiler bazılarını Şia ve Rafizi ediyorlardı. Onlar kendi fırkalarının akide usulü hakkında risaleler ve kitaplar yazmış, konuşmalar yapmışlardır.[15]

Şeyh Muhammed Muzaffer ‘Tarih-i Şia’ adlı kitabında şöyle yazıyor: ‘Teşeyyü ruhu ve Al-i Muhammed’in takipçisi olmak ve Onlara (a.s) inanmak bu ülkede vardı; öyleki teşeyyü mezhebi Gecrat bölgesinde açıkca kabül görüyordu.’[16]

Hemedan’da dünyaya gelen Muhammed Ali Kutbşah adında biri gençlik yıllarının başında İran’dan Hindistan’a gitti. O, hicri 918 yılında ‘Deken’ bölgesinin resmen yöneticisi oldu. Şeyh Safiyuddin Erdebili’nin müritlerinden olduğundan Şah İsmail’in İran’da Şialığı yaydığını duyunca o da Deken bölgesinde Teşeyüü resmi mezhep olarak ilan etti.[17]

Öyleyse diyebiliriz ki, Hintlilerin İslamı o asırlarda Şia’nın hakimiyetindeydi. Şia akidesi ise Hanefi akidesinin karşında (daha önce söylendiği gibi) dört usul olan Kitap, Sünnet, Akıl ve İcma üzerinedir.   


[1] -Cevad Muhaddisi, Ferheng-i Aşura, s.201.

[2] -Dr. Muhammed Cevad Meşkur, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.131.

[3] -Seyyid Abdulhamid Belaği, Hüccet- ut Tefasir ve Belağ-ul İksir, c.2, s.744.

[4] -Seyyid Murteza Firuzabadi, Fezail-i Penç Ten Der Sihah-ı Sitte, c.4, s.374.

[5] -Ebulkasım Payende, Nehc-ul Fesahe, Mecmuay-ı Kelimat-ı Kısar-ı Nehc-ul Fesahe, 2. Baskının mukaddimesi.

[6] -Wikipedia sitesi, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s.170.

[7] -Milel ve Nihel, c.1, s.264 (Mısır baskısı, Muhammed Bedran’ın çalışması).

[8] -Seyyid Maraşi, Şerh-i İhkak-ul Hak, c.2, Mucem-u İtikadi yazılımı.

[9] -a.g.e; el-Akaid-ul İslamiyye, c.3, Merkez-ul Mustafa

[10] -Tercümet-ul Kamil, İnb-i Esir, c.27, s.154.

[11] -Seyyid Abbas Athar Ravzi, Şia Der Hind, c.1, s.229.

[12] -a.g.e; Muhammed Rıza Hekimi, Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[13]-Mir Hamid Hüseyin, s.102.

[14] -Belirtmek gerekir ki hicri 7. asırdan 10. asıra kadar bazı Osmanlılarda Hindistan’da vardılar. Bkz: İbn-i Haldun, Tarih-i İnb-i Haldun, c.27, s.149).   

[15] -Şia Der Hind, c.1, s.255.

[16] -Mir Hamid Hüseyin, s.110.

[17] -a.g.e. s.104.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Neden Kuran’ı Kerim Hz. Nuh (a.s)’ın risalet süresini 1000’den 50 yıl az olarak ilan etmiştir?
    12371 Tefsir 2019/10/21
    Kuran’ı Kerim Hz. Nuh (a.s)’ın risalet süresi hakkında şöyle buyuruyor:«وَ لَقَدْ أَرْسَلْنا نُوحاً إِلى‏ قَوْمِهِ فَلَبِثَ فِيهِمْ أَلْفَ سَنَةٍ إِلاَّ خَمْسِينَ عاماً فَأَخَذَهُمُ الطُّوفانُ وَ هُمْ ظالِمُونَ» “Andolsun biz, Nûh'u kavmine gönderdik, onların arasında bin seneden elli yıl eksik kaldı, sonunda haksızlık etmekte olan ...
  • Daha fazla ücret vererek taksitle araba satın almanın bir sakıncası var mıdır? Peşin olarak araba satın almak için kar ile borç almanın da bir sakıncası var mıdır?
    8181 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/08/08
    Borç şekliyle peşin fiyatından daha fazla bir fiyatla otomobil gibi bir malı satın almak ve satmak doğrudur. Ama sizin ikinci sorunuzdaki husus borç faizi olup haramdır. ...
  • İran İslam Cumhuriyetinin dışındaki Ülkelerde oy kollanmanın hükmü nedir?
    6912 Diğer Konular 2012/05/19
    Diğer ülkelerin seçimlerine iştirak etmek eğer Müslümanların maslahatına ters ise veya İslam düşmanlarının güçlenmesine neden oluyor ise caiz değildir. İslam ve Müslümanların maslaha­tını ardında getiriyor ve onların güçlenmesine neden oluyor ise seçimlere iştirak edip oy kol­lanmak uygundur. Bu durum dışında oy kollan­mak mubahtır. Mükellefin ihtiyarine bağlıdır. ...
  • Ojeli tırnakla cenabet guslü alınabilir mi?
    11546 Suyun Ulaşmasını Engelleyen Şeyler 2012/06/09
    Abdest ve guslün şartlarından biri suyun abdest ve gusül azalarına ulaşmasına engel olacak bir şeyin olmamasıdır.[1] Bu açıdan abdestle gusül arasında bir fark yoktur. Buna göre engel teşkil edecek şeyi gusülden önce gidermek gerekir. Giderildiğine emin olmadan gusül alınırsa o gusül batıldır.
  • erkek ve kızların gelecekteki evlilikleriyle ilişkin konuları onlara nasıl öğretebiliriz?
    7513 Pratik Ahlak 2011/04/13
    Çocuklar tarafından bağımsız ve yeni bir yaşam yuvasının kurulmasıyla ilişkin meseleler, duygusal, sosyal ve cinsel meseleler ile irtibatlı olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır, dolaysıyla bu bağlamda var olan meseleler iki bölümde ele alınmalı ve tahkik edilmelidir. Ailenin başarılı veya ta sorunlara kadar varan vücuda gelen ...
  • Bedenin hangi bölgelerine gusül vermek lazım ve hangi bölgelerine gusül vermek lazım değildir?
    3563 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2019/06/25
    Gusülde bedenin bütün dış yüzeyine gusül vermek gerekir. İğnenin ucu kadar yer yıkanmazsa gusül batıl olur. Elbette insanı vesveseye düşürecek şüphelere itina edilmemelidir. Lakin bedenin kulak içi, burun içi, ve ağız içi gibi görünmeyen yerlerini yıkamak caiz değildir. Aynı şekilde bedenin görünen veya görünmeyen yeri olduğu hakkında ...
  • Kur’an ayetleriyle mukayese ettiğimizde hadislerin itibar derecesi ne ölçüdedir?
    9299 Kur’anî İlimler 2009/06/06
    Kur’an-ı Kerim ve muteber hadislerin her ikisi dini kaynaklardan sayılırlar ve her ikisi de şer’i hüccettirler. Kur’an hakkında senet yönünden inceleme yapılmaz Çünkü Kur’an’ın tümünün Allah katından indiğinde ve aynı şekilde Peygamber (s.a.a) tarafından bize ulaştığında bir şüphe yoktur. Sadece Kur’an ayetleri ifade ettikleri mana bakımından ...
  • Abdest alırken ve zorunlu bir durum yokken bir başka şahıs elimize su dökerse, bu bir sakınca ifade eder mi?
    38335 Abdest Şekli 2012/04/04
    Abdestin bir takım şartları vardır ve onlardan her birine riayet etmeme durumunda abdest geçersizdir. Abdestin şartlarından birisi, bizzat insanın yüzünü ve ellerini yıkması ve de baş ve ayaklarını mesh etmesidir. Eğer bir başkası insana abdest aldıracak olursa veya yüz ve ellere su ulaştırmada ve baş ve ayakları ...
  • Ayet ve rivayetlere göre salih amellerin yok olmasına neden olan ameller hangileridir?
    12376 Pratik Ahlak 2012/02/04
    Ayet ve rivayetlerde, Allah’a iman, şirke düşmemek ve mürted olmamak amellerin kabul olunmasının ilk şartları olduğu, bunlar olmadan hiç bir salih amel kabul edilmeyeceği belirtilmiştir. Namazı terketmek, minnet ederek salih amel yapmak, başa gelen işlere razı olmamak vb. gibi amellerin yok olmasına neden olan şeyler -ayrıntılı cevap ...
  • Niçin Abdulmuttalib oğlunun adını Abduluzza koymuştur?
    23883 تاريخ بزرگان 2008/07/22
    Abdulmuttalibin oğlu Ebu leheb (Haşim oğlu Abdulmuttalib oğlu Abduluzza) künyesi Ebu utbe’dir, Peygamber (s.a.a) efendimizin amcası ve aynı zamanda onun en katı düşmanlarından biridir. Annesi Beni Huzae kabilesinden Lubna ve eşi Harb ibn-i Umeyye’nin kızı ve Ebu süfyanın kız kardeşi, Ümm-i cemil adıyla tanınan Arvi veya Avra’dır. ...

En Çok Okunanlar