Gelişmiş Arama
Ziyaret
18169
Güncellenme Tarihi: 2007/10/25
Soru Özeti
Din nedir? Hedefleri nelerdir? İnsanların yaşantısında din gerekli midir?
Soru
Din nedir? Hedefleri nelerdir? İnsanların yaşantısında din gerekli midir?
Kısa Cevap

Din toplumun işlerine yön vermek ve insanları eğitmek için ortaya konan, akaid, ahlak, kanun ve kurallardan oluşan sistemden ibarettir. Din, toplumsal hayata yön vermek ve insanları eğitmek gayesini taşıdığından, onun kanun ve kurallarının toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla ve toplumsal değişikliklerle uyumlu, insanın özü ve ruhuna uygun olması, onun hak ve doğru olmasının bir ölçüsüdür. İnsanlık kafilesi evrenin tamamen birbiriyle uyumlu parçalarından ayrı bir parça değil aksine kendi ölçüsünde ona etki eden ve ondan etkilenen, evrenin bir parçasıdır. Bu yüzden insanı yönlendirecek ona rehberlik edecek olan kimsenin onu çok iyi tanıması ve onun yaratılış alemi ile olan ilişkisinden de haberdar olması gerekmektedir. Bu da Allah’tan başka kimse değildir bu açıklamadan hak din, inanç sistemi, çeşitli kuralları Allah tarafından gelen dindir. Batıl din ise Allah’tan başkası tarafından düzenlenen dine denir.

Dinin gerekliliği kısaca şöyle açıklanabilir: 1- İnsan başkalarını hizmetine almak isteyen bir varlıktır. 2- Her şeyi kendi hizmetinde kullanma özelliği, insanın yapı ve tabiatında yatmaktadır. 3- Başkalarını kendi hizmetine alma istemi, hayatın bütün kısımlarında uyumsuzlukların çıkmasına sebep olur. 4- İnsanın layık olduğu kemale ulaşabilmesi için bu uyumsuzlukların ortadan kalkması gerekmektedir. 5- Bu uyumsuzlukların ortadan kalkması, ancak toplumsal hayatı düzenleyecek ve insanı saadete ulaştıracak bir kanunun olmasıyla mümkündür. 6- İnsan, tabiat ve yapısı gereği böyle bir işi yapamaz çünkü bizzat kendisi bu uyumsuzluğun asıl sebebidir. 7- İnsan düşüncesiyle oluşturulan kanunla bu uyumsuzluklar giderilemez. 8- Yukarıda açılamalardan anlaşılıyor ki: Allah’ın doğa ötesi bir yolla insana doğru yolu göstermelidir ve buna vahiy denmektedir

Dinin hedefi ise şöyle açıklanabilir: İnsanı saadete ulaştıracak ve onun dünyevi işlerini düzenleyecek tek yol, ilahi bir dindir. Fıtratı fıtratla düzelten, çeşitli güçleri taşkınlık halindeyken dengeleyen, insanın dünya ve ahiret, maddi ve manevi hayatını düzenleyen, dindir.

Din gerçeği, hayat sürecinde toplumu dengeleyen ve sonuçta doğal olarak her ferdin de hayatını düzenleyen faktördür. Din insanları fıtrat ve yaratılış yoluna koyarak ona, adaletinde gerektirdiği gibi, fıtri hürriyet ve saadeti bağışlamaktadır. Aynı şekilde, her ferde topluma zarar vermemesi şartıyla, fikrinin ve düşüncesinin onu yönlendirdiği şekilde, hayatın çeşitli alanlarından yararlanması için sınırsız bir özgürlük tanımaktadır

Ayrıntılı Cevap

Dinin sözlük anlamı, huzu, uymak, itaat etmek, teslim olmak ve yapılan amellerin karşılığını görmek demektir. Terim anlamı ise, toplumun işlerine yön vermek ve insanları eğitmek için ortaya konan, akaid, ahlak, kanun ve kurallardan oluşan sistemden ibarettir. Bazen bu sistemin hepsi hak ve doğru, bazen hepsi batıl ve bazen de hak ve batılın ikisinin karışımıdır. Eğer sistemin hepsi hak olursa, hak din ve aksi takdirde, batıl din veya hak ve batıl karışımı bir din olarak sayılır.

HAK DİN

Din, toplumsal hayata yön vermek ve insanları eğitmek gayesini taşıdığından, onun kanun ve kurallarının toplumun gerçek ihtiyaçlarıyla ve toplumsal değişikliklerle uyumlu, insanın özü ve ruhuna uygun olması, onun hak ve doğru olmasının bir ölçüsüdür.

İnsanlık kafilesi evrenin tamamen birbiriyle uyumlu parçalarından ayrı bir parça değil aksine kendi ölçüsünde ona etki eden ve ondan etkilenen, evrenin bir parçasıdır. Bu yüzden insanı yönlendirecek ona rehberlik edecek olan kimsenin onu çok iyi tanıması ve onun yaratılış alemi ile olan ilişkisinden de haberdar olması gerekmektedir. İnsan ve dünyayı yaratmayan bir kimse insanı ve dünyayı da hakkınca doğru bir şekilde tanıyamaz. Sonuç olarak sadece insan ve dünyayı yaratan kimse, insanı, dünyayı ve bu ikisi arasındaki irtibat ve ilişkiyi kâmil bir şekilde tanır ve neticede ona rehberlik edebilir.

Yalnızca o yaratıcı başkalarının da hedeflerine ulaşmalarına engel olmadan evrenin bütün parçalarına kılavuzluk edebilir.

Bu açıklamadan hak din, inanç sistemi, çeşitli kuralları Allah tarafından gelen dindir. Batıl din ise Allah’tan başkası tarafından düzenlenen dine denir.[1]

 

Dinin Yapısı

İlahi dinler genel olarak inanç ve amel olmak üzere iki bölümden oluşmaktadır. İnanç bölümü, insanın kendi hayatının temellerini, üzerine kurması gereken, üç genel ilkeden ibarettir; tevhid, nübüvvet ve mead. Bunlardan birisinin bozulması dine uymayı engellemektedir.

Amel bölümü ise, insanın Allah’a ve topluma karşı olan görevlerini içeren bir takım ameli ve ahlaki vazifelerdir. İlahi şeraitte insan için düzenlenen ferdi vazifeler iki kısımdır; ahlak ve ameller.

Bunların her biri de yine iki kısma ayrılır; imani özellikler, ihlâs, teslimiyet, huşu, namaz, oruç ve kurban kesmek gibi Allah’a yönelik olan ve “ibadetler” diye bilinen amel ve özellikler.

Diğer bölüm de insan sevgisi, hayırseverlik, adalet, cömertlik, insani ilişkiler, alış veriş ve bunun gibi toplumla irtibatı olan ahlak ve amellerdir. Bu kısma “muamelat” da denmektedir.[2]

 

DİNİN GEREKLİLİĞİ

Allame Tabatabai (r.a.) dinin gereklilik ve zorunluluğunu iki delille açıklamaktadır.

Birinci yöntem:

1- İnsan başkalarını hizmetine almak isteyen bir varlıktır.

2- Her şeyi kendi hizmetinde kullanma özelliği, insanın yapı ve tabiatında yatmaktadır.

3- Başkalarını kendi hizmetine alma istemi, hayatın bütün kısımlarında uyumsuzlukların çıkmasına sebep olur.

4- İnsanın layık olduğu kemale ulaşabilmesi için bu uyumsuzlukların ortadan kalkması gerekmektedir.

5- Bu uyumsuzlukların ortadan kalkması, ancak toplumsal hayatı düzenleyecek ve insanı saadete ulaştıracak bir kanunun olmasıyla mümkündür.

6- İnsan, tabiat ve yapısı gereği böyle bir işi yapamaz çünkü bizzat kendisi bu uyumsuzluğun asıl sebebidir.

7- İnsan düşüncesiyle oluşturulan kanunla bu uyumsuzluklar giderilemez.

8- Yukarıda açılamalardan anlaşılıyor ki:

Allah’ın doğa ötesi bir yolla insana doğru yolu göstermelidir ve buna vahiy denmektedir.

İkinci yöntem:

1- İnsan bu evrenin bir parçasıdır.

2- Yaratılış sistemi insanın kemale ermesi için ona gerekli donanım ve yapıya sahip kılmıştır.

3-)İnsanın doğal yapısı sosyal yaşamı gerektirmektedir.

4-)İnsan hayatı ölümle son bulmayan kalıcı ve sonu olmayan bir hayattır.

5-)İnsan dünya hayatında öyle bir yol izlemelidir ki hem bu dünyada ve hem de daimi hayatında saadete ermelidir.

6-)Bu hedefi güden yol ve yönteme din denmektedir.[3]

DİNİN HEDEFLERİ

İnsanı saadete ulaştıracak ve onun dünyevi işlerini düzenleyecek tek yol, ilahi bir dindir. Fıtratı fıtratla düzelten, çeşitli güçleri taşkınlık halindeyken dengeleyen, insanın dünya ve ahiret, maddi ve manevi hayatını düzenleyen, dindir.[4]

Din gerçeği, hayat sürecinde toplumu dengeleyen ve sonuçta doğal olarak her ferdin de hayatını düzenleyen faktördür. Din insanları fıtrat ve yaratılış yoluna koyarak ona, adaletinde gerektirdiği gibi, fıtri hürriyet ve saadeti bağışlamaktadır. Aynı şekilde, her ferde topluma zarar vermemesi şartıyla, fikrinin ve düşüncesinin onu yönlendirdiği şekilde, hayatın çeşitli alanlarından yararlanması için sınırsız bir özgürlük tanımaktadır.[5]

Dinin İnsanın Gerçek Kimliğindeki Yeri:

İnsan, bir taraftan doğa, yer ve zamanla ilişki içindedir ve diğer bir taraftan da evrendeki ilahi gücün tecelli ve göstergesi olmuştur. Doğa ve doğaüstünün insan vücudunda birleşmesi, onu, maddi ve manevi konularla yüz yüze getirmiştir. Ancak bu konuların hangisinin, insanın asıl kimliğinde etkisinin olduğu ve hangisinin olmadığı, bazen insan için bir takım hatalara sebep olmaktadır ve bu durum onu bir anda melekût âleminden ayırarak maddi bir varlık haline getirmektedir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim insanın asıl iş ve görevlerini açıklamakta ve onu sıradan günlük işlerden ayırarak, gerçek kimliğini şekillendirip onun hareket yolunu bu gerçek kimliğe doğru yönlendirmektedir.

İnsan hakikatinin dışında olan konular, örneğin; ırk, dil ve iklimsel özellikler tek başına ne insanın değer ve itibarını artırır ne de onun faziletlerini azaltır. Çünkü bu özelliklerin insanın sosyal ilişkisi ve uluslar arası tanınmasında rolü olmasına rağmen, kalıcı ve sonsuza kadar onun yanında yer almaz. Bu da söz konusu özelliklerin insanın daimi kimliğinde hiçbir rolünün olmadığının delilidir. Hatta bu özellikler, insan hayatı boyunca bile değişmekte ve insanın bir yerden diğer bir yere göçmesi sonucu, sadece onun doğum yerini terk etmesine sebep olmakla kalmayıp, kendi dil ve ırkını da unutmasına neden olmaktadır.

Her halükarda insanın ölümüyle birlikte bütün bu özellikler etkinliğini kaybetmekte ve berzah alemine girmesiyle birlikte onun, doğulu veya batılı olmasının ve hangi ırka mensup oluşunun onun asıl kimliğine herhangi bir etkisi kalmaz. Çünkü bu yolculukla birlikte hem yeryüzünden ve hem de zaman sınırlarından dışarı çıkmaktadır. İnsanın gerçek kimliğini belirleyen özellikler sürekli insanla birlikte olan, ölüm, berzah, cennet ve cehennemle değişmeyen unsurlardır. Kur’an-ı Kerim bu konuda, akaid, ahlak ve ameller adı altında üç unsurdan bahsetmekte ve bunları insanın asıl kimliğini oluşturan temeller olarak saymaktadır. Bu üç unsur, insanın Allah’la olan irtibatının durumunu simgelemektedir ve din kültüründe, bu özel irtibata “Teellüh” denmektedir. Eğer bu üç unsur yani akaid, ahlak ve ameller, ilahi peygamberlerin öğretilerine göre şekillenirse onların toplamı “din” olarak adlandırılır. Allah’ın Al-i İmran Suresinin 19. ayetinde “Allah katında din İslam’dır.” diye buyurmasından resmi ve kabul edilen tek ayinin İslam olduğu anlaşılmaktadır. Bu sözü edilen temel unsurlara sahip olan kimse gerçek manada insandır.

Sonuç olarak her insan kendi inanç, ahlak ve amel sofrasının kenarında oturmakta ve asıl kimliğini bu unsurlarla belirlemektedir yani imanlı olan, ilahi ahlakı özünde uygulayan ve o iman ahlaka dayanarak amel eden kimse, Kur’an kültüründe insan sayılmaktadır. Bu insani kimlik, onu sadece dünyada diğer insanlardan ayırmakla kalmayıp, berzah aleminde ve cennette de diğerlerinden seçkin kılmaktadır.[6]



[1] Bk. Cevadi Amuli, Abdullah, Şariat der aine-i marifet, İsra yaınları, Kum, S. 11-112.

[2] Tabatabi, Seyyid Muhammed Huseyn, Şia der İslam, s. 86.

[3] Tabatabi, Seyyid Muhammed, Berresihayi İslami, s. 35-37; Ferazhayi ez İslam, s. 23-25.

[4] Tabatabi, Seyyid Muhammed, Elmizan Tefsiri Farsça tercüme, c. 3. s. 159.

[5] Aynı kaynak.

[6] Cevadi Amuli, Abdullah, Suret ve Siret-i İnsan der Kur’an, 5. Bölüm, s. 339-340.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Hafızayı takviye etmenin yolları nelerdir?
    8761 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/04/04
    Peygamber efendimiz ve masum İmamlardan bizlere ulaşan rivayetlerin bir kısmı bazı bitkilerin özellikleri, ilaçlar ve yiyecekler hakkındadır. Birçok rivayette hafızayı takviye etmenin yolları ve hangi yiyecekler ve ilaçların kullanılması gerektiği açıklanmıştır. Zikri geçen rivayette İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Her kim biraz halis safranı, ayak otu ve ...
  • İnsan kıyamette bu dünyada sevdiği ve ilgi duyduğu insanlarla mı haşır olacak?
    3207 Hadis 2020/01/20
  • Hz. Fatıma Zehra (a.s) nerede toprağa verildi?
    47421 تاريخ کلام 2011/10/23
    Fatıma Zehra (a.s), İslam Peygamberinin (s.a.a) elçiliğe seçilmesinden sonra[1] ve hicretten sekiz yıl önce (peygamberliğin beşinci yılında) Mekke’de doğmuş[2] ve dokuz yaşındayken İmam Ali (a.s) ile evlenmiştir.[3] Peygamberden (s.a.a) sonra Hz. Fatıma’ya (a.s) zulüm ...
  • İslamın beşer medeniyetinin ilerlemesindeki rolü nedir?
    10791 Fıkıh Tarihi 2012/02/15
    Medeniyet her milletin yücelişi ve ilerlediğinin göstergesidir. İslami ülkelerdeki medeniyetin icat edilişinin geçmişi şu anlamdadır: Müslümanlar fikir, düşünce, servet, sermaye ve hakeza kudret üretmiş olmalarıdır. Eğer böyle bir durum olmamış olsaydı hiç bir medeniyet şekillenmezdi.Medeniyet şu anlamdadır: Şehirleşmeyi, düzen ve kanunu, ...
  • Hac ve umre giderlerini hayırlı işlerde kullanmak hac ve umrenin sevabını taşır mı?
    14834 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/06/14
    Tüm ömür boyunca bir defalığına Allah’ın evini ziyaret etmek gerekli şartları taşıyan herkese farzdır ve bu farzdan yüz çevirmek diğer farzlarda olduğu gibi hiçbir bahaneyle caiz değildir. Ama müstehap hac ve umre gibi müstehap amellerin tümüyle ilgili olarak genel bir kaide vardır ve bu kaide esasınca içinde ...
  • Ehlisünnetin kadınları kabirleri ziyaret etmekten men etmesinin nedeni nedir?
    8975 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/08/21
    Ehlisünnet kitaplarında kadınların kabir ziyaretinde bulunmasının mekruh veya haram olduğunu yansıtan bir takım rivayetler mevcuttur. Lakin böyle ziyaretlerin caiz olduğunu belirten daha güçlü hadislerin varlığı ve birinci grup hadislerin senet ve muhtevasındaki zayıflık, birçok Ehlisünnet âlimini şer’i şart ve durumlara riayet etmesi halinde kadınların da erkekler gibi ...
  • Namazda kırattan sonra rükû’a gitmeden önce azıcık beklemek gerekiyor mu? Rükû’a bitişik kıyamın hükmü nedir?
    11569 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Namazda kırattan sonra biraz bekleme ve rüku’a bitişik kıyamın hükmü konusunda büyük taklit mercilerinin görüşleri şöyledir: Ayetullah Uzma Hamanei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Cevap 1: Durmak vacip değildir ve tekbirin söylenmesi de farz değil, müstehaptır. Cevap 2: Rükün olan ...
  • Hz. Ali’ye (a.s.) göre vacip nedir? Vacipten daha vacip nedir? Zor nedir? Daha zor nedir? Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir? Yakın nedir? Yakından daha yakın olan nedir?
    13965 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2012/02/14
    Allame Meclisi’nin “Biharu’l Envar” adlı kitabında da naklettiği bir rivayette: Şahsın birisi Hz Ali’den (a.s) şu sorularına cevap vermesini istedi; vacip nedir? Vacipten daha vacip hangisidir? Acayip nedir? Acayipten daha acayip nedir? Zor olan hangisidir? Zordan daha zor olan nedir? Yakın nedir? Yakından daha ...
  • Güvercin oynatmanın İslamdaki hükmü nedir?
    10378 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/29
    Bu işin kendiliğinden şer’i bir sakıncası yoktur, ancak genel olarak başkalarını ve komşuları rahatsız ve eziyet edecekse ve bazı bölgelerede bunu yapan ciddiye alınmayacaksa sakıncalı olduğu söylenebilir. Bütün bunları göz önüne alan büyük taklit merciileri şöyle fetva vermişlerdir:Hz. Ayetullah Hamanei’nin Bürosu:
  • Anne rızası olmadan Müslüman olmayan bir kızla evlenmenin hükmü nedir?
    9048 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2010/09/22
    İslam dini insanların bozulması ve yozlaşmasını önlemek ve ahlakî yozlaşmalardan kaynaklanan problemlerden birey ve toplumu korumak ve aynı şekilde aile müessesesini güçlendirmek için evlenmeyi çok tavsiye etmiştir. Elbette gencin hayatı ve geleceği için karar alabileceği bir erginlik ve rüşt yaşına ermesi de İslam dini tarafından önemsenen ...

En Çok Okunanlar