Gelişmiş Arama
Ziyaret
6501
Güncellenme Tarihi: 2010/01/31
Soru Özeti
Naiplikle yapılan ibadetler, ibadetleri satın almak gibi değil midir?
Soru
Bakara suresinin 182. ayeti oruç tutmayı tavsiye etmekte ve bu buyruğun sakınmak için olduğunu belirtmektedir. 183. ayette ise eğer yolculuk veya hastalık gibi nedenlerden ötürü oruç tutamazsanız her gün için bir kefaret veriniz diye buyrulmaktadır. Bu, aç bir fakiri doyuracak miktarda bir gıda malzemesidir. Eğer orucun faydası takvaya ulaşmak ise, aç bir insanı doyurmak beni takvalı yapar mı? Böyle bir ayetin varlığı, din tacirlerinin diğer ibadetsel hususlarda da kendileri için rasyonel olmayan bir takım kurallar çıkarmaya ve bu kurallarla hedeflerine ulaşmaya çalışmalarına neden olmuştur; örneğin ölen bir şahsın büyük oğlu onun kılınmamış namazlarını kılmakta ve eğer ölen şahsın oğlu yoksa kılınmamış namazlarını kılmak için bir seyide para verilmektedir. Veya hacca gidememiş bir şahıs bu ibadetsel meselede kendine naiplik edecek birine para vermektedir. Bu farz ibadetleri yerine getirmede hiçbir etkenliği olmayan şahsın bu ibadetlerin feyzinden nasıl yararlandığı belli değildir. Bundan dolayı herkes kendine ait tüm namaz ve oruçları satın alabilir veya iki kat para verip kendi için daha fazla namaz kıldırabilir ve böylece diğer dünyada elde edeceği cennet hurilerini iki kata çıkarabilir!
Kısa Cevap

Kanun eksenli her toplumda ve her kanun koyucunun görüşünde asıl kanunların uzantısında bir takım kanunların bulunması kesin bir husustur. Asıl kanunlardan sonraki merhalede yer alan kanunlar, kanundan kötü yararlanmanın caiz oluşu manasına gelmez. Namaz, oruç ve hac gibi yükümlülükleri her şahsın kendi hayatı döneminde ve yaşarken yapması gerekir. İnsan yaşadığı müddetçe (zorunluluk durumları hariç) bu yükümlülükler bir başkasına yüklenemez ve bu amellerin terk edilmesi durumunda insan azaba müstahak olur. Bu dünyada zorluklara tahammül ederek kendi amel ve vazifelerini yerine getiren bir şahıs, asla kendi hayatı döneminde hiçbir bahane taşımaksızın vazifelerini yerine getirmeyen ve sadece ölümünden sonra bazı görevleri başkası tarafından telafi edilen bir şahıs ile eşit olmaz. Orucun kefareti hakkında da şöyle söylemek gerekir: Açları ve yoksulları doyurmak, sadece insanın itaatsizliğinin kefaretidir ve oruç tutmak aynı şekilde bu şahsın boynunda bir borç olarak kalır. İnsan öldükten sonra eğer kaza edilmiş oruç ve namazlarının yerine getirilmesi için bir miktar para ödeniyorsa, bu sadece bu ibadetsel amellerin bir kısım maslahatlarını yerine getirmek içindir, tüm maslahatlar için değil. Bundan dolayı insanın ne kadar parası olursa olsun kendi oruç ve namazını satın alamaz ve bu ikisinden müstağni olamaz.  

Ayrıntılı Cevap

İnsanlar kanunları yerine getirmede üç kısma ayrılır:

1. Bazı insanlar tabii bir halde yer alır, asıl kanunu yerini getirme gücü taşır ve bunu yapmak için hareket eder. Böyle bireyler genellikle toplumun büyük kesimini oluşturur ve esasen kanun her toplumun bu büyük kesimi için oluşturulur. İslam’ın ilahi kanunları ve toplumdaki kanunlar bu düzlemde oluşturulmuştur. Örneğin kılavuzluk ve şoförlük kuralları toplumun trafik meselesini kolaylaştırmak için bu büyük çoğunluğu oluşturan kesim için planlanmış ve yasalaştırılmıştır.

2. Bazıları, kanuna yönelik tabii bir hal içinde olmaz ve bir takım durumlardan dolayı asıl kanuna riayet etmezler. Genellikle kanun koyucu bu bireyler için asıl kanundan sonraki merhalede yer alan bir takım kanunları öngörmüştür. Örneğin kırmızı ışıkta geçmemek genel bir kanundur, ama özel durumlarda itfaiye araçları ve ambulanslar için bu kanuna riayet etmek lazım değildir. İslam kanunları da diğer kanunlar gibi bir takım istisnalar taşır. Bu istisnalar, kanuna inatçılık ve isyan yüzünden uymayanları kapsamaz. Yüce Allah oruç tutmayı emretmiştir, o halde oruç tutmak Müslüman’ca bir yaşamın kanunlarından biridir. Ama kesinlikle bir grup da belirli nedenlerden ötürü (hastalık, yolculuk ve bedensel ağır güçsüzlük) bu kanunla amel edemez. İslam kanunları bu bireyleri oruç tutmaktan muaf tutmuş ve kendileri için telafi kanunları öngörmüştür. Örneğin ramazan ayında yolculukta olan kimseler için orucu kaza etmek ve sonradan yerine getirmek bu tür kanunlardandır. Veya yolculuk esnasında namazları tabii halinden çıkan ve seferi hal alan insanlar da bu kabildendir. Veyahut belirli bir yaşta ekonomik olarak güç elde eden ama yaşlılık veya tedavisi mümkün olmayan bir hastalık nedeniyle hac farzını yerine getiremeyenler (yani bedensel güç taşımayanlar) kendileri için naip tutabilirler. Her iki kanun şıkkına göre amel etmek yani ister amelin kendisini yapmak veya onu bir şekilde telafi etmek, Allah’ın buyruklarına göre emel etmek sayıldığından mümin ve görevini bilen bir insan için bu açıdan eşit sayılır.

3. Bazıları da tabii bir halde bulunur ve normal şartlarda yer alır ve de herhangi bir zorunluluk ve bahane taşımazlar, ama kanuna yönelik isyan hali içinde bulunur ve kanunu yerine getirmemekte ısrar ederler. Genellikle kanun koyucu böyle bireyler için bir takım telafi eksenli kanunlar öngörmüştür. Ama bu kanunlar ikinci grup için yasalaştırılmış kanunlar türünden değildir; kanun koyucu bunlar için cezalandırıcı yöne sahip kanunları yasalaştırır. Bu tür kanunların bazı özellikleri şunlardır:

A. Şahsa daha fazla bir yükümlülük yükler.

B. Yükümlü yapmakla yükümlü olduğu fiilin tüm olumlu etkilerinden faydalanmaz.

Bunun beşeri kanunlarda birçok örneği mevcuttur. Eğer bir şahıs doğal şartlarda kırmızı ışıkta geçerse, kendisi için cezalandırıcı ağır kanunlar göz önünde bulundurulmuştur. İslam kanunlarında da (kefaretin) böyle bir yeri vardır.[1] Eğer bir şahıs tabii şartlar içinde yer alır ve kendi vazifesini yapmazsa, kanun onun için örnek hasebince fark eden bir takım cezalar öngörür. Örneğin bir şahıs namazını bilerek kılmazsa, bir günaha mürtekip olmakla birlikte[2] onun kazasını yerine getirmekle yükümlü olur. Eğer bir şahıs Ramazan ayı orucunu bilerek tutmazsa günah işlemekle birlikte, oruç tutmadığı her gün için bir köle özgürleştirmesi veya iki ay oruç tutması veyahut altmış yoksulu veya her bir yoksula bir miktar gıda malzemesi yani buğday veya arpa cinsinden şeyler vermesi gerekir ve tutmadığı orucu da kaza etmesi gerekir.[3] Böyle bir şahıs, kesinlikle Allah’a itaat etmek ve onun kulluğunu yerinde getirmek için kendi görevlerini yerine getiren bir insan gibi değildir. Rab karşısında cüret ve cesaret göstermek ve onun buyrukları mukabilinde baş eğmemek bu tür şahısların büyük bir sorunudur. Tıpkı beşeri kanunların olduğu bir yerde kırmızı ışıkta geçen bir şahsın cezalandırılması ve bu cezalandırmadan dolayı başka bir cezaya uğramaması ama halk ve kanun nezdinde yasaları çiğneyen bir insan olarak addedilmesi gibi. Bir şahsın bilerek terk ettiği namaz ve oruç gibi ibadetleri kendisinin ölümünden sonra yerine getirmek de bu kabildendir. Ölümünden sonra bir şahsın amellerini yerine getirdiklerini veya bir şahsa para vererek onun niyetine bunları yaptırdıklarını varsayalım, ölen şahıs namaz gibi amellerdeki mevcut tüm olumlu eser ve maslahatları elde edecek midir? Onun durumu, hayattayken bu amelleri kulluk niyetiyle yapan bir şahsın durumu gibi olur mu? Her ne kadar ölen şahıs bu amellerin bir başkası tarafından yapılmasıyla söz konusu amellerin bazı eserlerine ulaşsa da bu beşeri kanunlardaki aykırı hareket ettikten sonra bunu yapan şahıs için göz önünde bulundurulan cezalara benzer. Bu, asla amellerin alınıp satıldığı manasına gelmez. Bu cezaların başka bir takım maslahatları elde etmek için olduğu apaçıktır.

Netice:

A. Yukarıdaki sınıflandırmaya binaen, normal ve doğal şartlarda bulunan insanlar eğer kendi vazifelerini yerine getirmekten yüz çevirirlerse, bu merhalede asla Allah’ın buyruklarını iyice yapan insanların derecesinde bulunmazlar.

B. Namaz, oruç ve hac gibi yükümlülükleri her şahıs kendi hayat döneminde ve yaşarken yapmalıdır ve insan yaşadığı müddet boyunca bu yükümlülükler (hac konusu hakkında belirtilen zorunluluklar dışında)[4] bir başkasına intikal etmez. Bilerek bu amelleri terk etmek, insanın birçok cezaya müstahak olmasına yol açar. O halde yükümlünün hayatı döneminde amelleri satın alması diye bir şey söz konusu olamaz.

C. Oruç gibi bazı ameller eğer bilerek terk edilirse, amelin kendisinin iade edilmesine ek olarak kefareti de verilmelidir. Açları ve yoksulları doyurmak, salt insanın itaatsizliğinin kefaretidir ve orucu tutmak aynı şekilde onun boynunda bir borç olarak kalır. Bundan dolayı ne kadar parası olursa olsun insan oruç veya namazını satın alamaz.

D. Şahsın ölümünden sonra naiplikle onun adına birtakım amellerin yerine getirilmesi hakkında birkaç noktayı göz önünde bulundurmak gerekir: Birincisi, böyle bir şahıs kendi hayatı döneminde bu amelleri Allah’a itaat etmek için yapan bir şahıs gibi olmaz.[5] İkincisi, böyle bir şahsın yapılmamış amellerinin bir naip tarafından yapılması (ölümünden sonra yapılması) durumunda kendisi söz konusu amellerin tüm müspet eser ve maslahatlarına ulaşmaz. Üçüncüsü, bu telafi, beşeri kanunlardaki aykırı hareket etme sonrası suçlu için belirlenen cezalara tekabül eder ve asla amellerin alınıp satılması manasına gelmez.  

Bundan dolayı kanun eksenli her toplumda ve her kanun koyucunun görüşünde asıl kanunların uzantısında bir takım kanunların bulunması kesin bir husustur. Bu tür kanunların varlığı, kanundan kötü yararlanmanın caiz oluşu manasına gelmez. İstemeksizin ve bir takım şartlar nedeniyle kendi yükümlülüklerini yerine getiremeyen şahıslar her tür kanun açısından mazeretli sayılırlar. O halde eğer bir şahıs herhangi geçerli bir bahaneyle belirli bir müddet oruç tutma başarısını gösteremez, vefat eder ve orucu kazaya kalırsa, yerine getirilmemiş bu yükümlülüğü yerine getirmek için bir miktar para vermeyle telafi edilmesi, onun ibadetlerinin satın alınması anlamına gelmez. Müslüman bir şahsın öldükten sonra kaza namazlarının kılınması da bu kabildendir. Ama insan bu amelleri bilerek terk etmişse, bu amellerin başkaları tarafından şahıs hayattayken başkaları tarafından yerine getirilmesi caiz değildir ve onun ölümünden sonra bunu telafi ederlerse de  bu onun bu amelleri bilerek terk etmesinin bağışlandığı manasına gelmez. Her halükarda insan öldükten sonra eğer kendisinin kaza oruç ve namazlarını yerine getirmek için bir miktar para veriliyorsa, bu sadece bu amellerin bazı olumlu eserlerini elde etmek içindir, tümünü değil.  Bundan dolayı insanın ne kadar parası olursa olsun oruç ve namazlarını satın alması ve bu ikisinden müstağni olması mümkün değildir.     


[1] سميت الكَفَّاراتُ كفَّاراتٍ لأَنها تُكَفِّرُ الذنوبَ أَي تسترها (Kefarete kefaret denmesi onun günahları örtmesi ve telafi etmesi sebebiyledir) Lisanu’l Arap, c: 5, s: 148.

[2] Kâfi, c: 2, s: 267, بَابُ مَنْ حَافَظَ عَلَى صَلَاتِهِ أَوْ ضَيَّعَهَا.

[3] Tevzihü’l-Mesail (el-Mahşi lil-İmami’l-Humeyni), c. 2, s. 928.

[4] Levami’i Sahipgarani, c: 8, s: 82: انّ امير المؤمنين صلوات اللَّه عليه امر شيخا كبيرا لم يحجّ قطّ و لم يطق الحجّ لكبره ان يجهّز رجلا يحجّ عنه).

[5]Yüce Allah Hadid suresinin 10. ayetinde zorluk anında infak edenler ile rahatlık ve ferahlık anında infak edenlerin arasındaki fark hakkında şöyle buyuruyor: “Size ne oluyor da, Allah yolunda harcama yapmıyorsunuz? Hâlbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. İçinizden, fetihten (Mekke fethinden) önce harcayanlar ve savaşanlar, (diğerleri ile) bir değildir. Onların derecesi, sonradan harcayan ve savaşanlardan daha yüksektir. Bununla beraber Allah, hepsine de en güzel olanı (cenneti) va’detmiştir. Allah, bütün yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Gayri Müslüman Olan bir kimse bize “esselamu Aleykum” şeklinde Selam verse bizim ona karşı cevabımız nasıl olmalıdır?
    9463 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/04/07
    Dini öğretilerde çok dikkate alınmış ve kendisine çok tekit edilmiş olan konulardan birisi Müminlerin birbirine selam vermeleridir. Bu düsturdan istisna edilen bazı konular ve yerler var olmaktadır. Onlardan bir tanesi gayri Müslüman olan kimselere selam vermektir. Fıkıh kitaplarında Müslüman olmayanlara selam vermek mekruhtur denilmektedir: Kâfirlerin vermiş olduğu ...
  • Kur’an’da ‘Leyl’ (gece) kelimesi neden hep ‘Nehar’ (gündüz) kelimesinden önce gelmiştir?
    11620 Tefsir 2012/04/04
    Kur’an’da ‘gece’ kelimesinin ‘gündüz’ kelimesinden önce gelmesi konusunda müfessirlerin öne sürdüğü görüşlerin önemlileri şunlardır: 1- Bazılarına göre gecenin gündüzden önce gelmesinin nedeni Hak Teala’nın geceyi gündüzden önce yaratmasından dolayıdır.[1] 2- Bazılarına göre ‘gece’ kelimesinden sonra ve ‘gündüz’ kelimesinden önce gelen ...
  • Savunma hedeflerinin gerçekleşmesinde kadın ve kızların rolü nedir?
    7246 زن و حکومت اسلامی 2012/06/14
    Düşman karşısında savunma yapmak insan ve tüm diri varlıkların fıtri ve zati bir özelliğidir. İslam’ın hayat bahşedici mektebi de bunu değerli ve kutsal bir husus olarak değerlendirmiş ve takipçilerini buna çağırmıştır. Hatta savunma ve öncüllerini Müslümanlara farz kılmıştır. Bu, özel bir grubu özgü değildir. Kadın ve erkek ...
  • İslam’la Hıristiyanlık arasındaki Allah’ın oğlunun olması ve olmaması meselesindeki tezat ve zıtlık nasıl giderilebilir?
    8501 Eski Kelam İlmi 2010/06/12
    Müslümanlar, Tevhid suresi gereğince Allah-u Teala’nın kimseyi doğurmadığına ve kimseden doğmadığına inanmaktalar. Bu inanç bütün tevhidi dinlerde vardır. Hz. İsa’nın (a.s) dinide bu kaidenin dışında değildir; zira bütün semavi dinler akıl ve fıtrat üzerine kuruludur. Allah-u Teala’nın varlık aleminin yaratıcısı ve hiçbir şeye muhtaç olmadığı konusu akıl ...
  • Sami kavimlerinden olmayıp Avrupa, Hindistan vs. kavimlerden de peygamber gelmiş midir?
    17280 Eski Kelam İlmi 2010/01/02
    İnsan sorumlu bir varlıktır. Bu sorumlulukların hangi sorumluluklar olduğunun bilinmesi için Allah tarafından peygamberlerin gönderilmesi gerekir. Yoksa sorumluluğun manası olmaz.  Kur'an-ı Kerim, çeşitli ayetlerde nerede ...
  • Ben bir miktar çeyizimi kendi maaşımla hazırlayabilir miyim? Kocam, buna muhaliftir ve tüm çeyizi ailen hazırlamalıdır ve ben razı değilim demektedir! Ben onun görüşünün aksine davranabilir miyim?
    6029 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/01/18
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaşınızın tasarruf hakkı kendi elinizdedir ve eşinizin rızası şart değildir.Hz. Ayetullah Uzma Sistani’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Maaş size aittir ve her türlü tasarruf sizin için caizdir.Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin Bürosu (ömrü uzun olsun):Herkesin kendi malında tasarruf ...
  • Garanık efsanesi nedir?
    11106 Tefsir 2011/04/11
    Garanık efsanesi, Kur'an ve Peygamber'in (s.a.a) mevkisini düşürmek için çalışan düşmanlar tarafından uydurulan bir efsanedir. Onlar şöyle demişlerdir: Peygamber (s.a.a) Mekke'de en-Necm suresini okurken müşriklerin putlarının isimlerinin anıldığı ayete yani: "أَ فَرَءَیْتُمُ اللَّاتَ وَ الْعُزَّى‏ وَ مَنَوةَ الثَّالِثَةَ الْأُخْرَى"
  • İslam’ın telepati hakkındaki görüşü nedir?
    77921 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2008/03/15
    Telepati deyimi Yunanca bir deyim olup,uzaklık anlamında tele ve duygu anlamında patus sözcüklerinden oluşmuştur. Telepati kendi duygu organlarından yararlanmadan esrarengiz bir şekilde başkalarının hislerini bilmesi veya duymasını ifade eder. Telepati yanlıları şöyle diyorlar: Normal insanlar için bile yüzlerce kilometre uzakta bulunan dost ve akrabalarının ölümü zamanında tevehhüm ...
  • Tekvini velayet nedir? Tekvini velayet ile Masum İmamlar arasındaki irtibat nedir?
    5763 ولایت، برترین عبادت 2019/02/20
    “Velayet” kelimesi arapça bir kavram olup kök anlam olarak sözlükte “birbirini takip etmek,bir şey diğerinin ardı sıra gelmek ,aralarında mesafe olmaksızın bir şeye yakın olmak” anlamındadır. Bu bağlamda sevgi, bağlılık, yardım, nusret, uyum, egemenlik, rehberlik ve sorumlu anlamlarında kullanılmıştır. “Tekvini velayet” ise varlık alemindeki mahlukat üzerinde egemenlik ...
  • Cebrail sadece vahiy esnasında mı Peygamber-i Ekrem’e nazil oluyordu yoksa sürekli Peygamberin yanında mıydı?
    9267 Eski Kelam İlmi 2011/09/21
    Cebrail Peygamber-i Ekrem’e sadece vahiy indirme esnasında gelmekteydi; çünkü rivayetlerde mesela Peygamber-i Ekrem (s.a.a) filan işle meşgulken Cebrail kendisine nazil oldu diye ifade edilen birçok örnek mevcuttur. Bu, Cebrail’in her zaman Peygamberle birlikte olmadığını yansıtıyor. Eğer Cebrail sürekli Peygamberin yanında olsaydı, artık nüzulün bir anlamı kalmazdı; zira nüzul mertebenin ...

En Çok Okunanlar