Gelişmiş Arama
Ziyaret
6474
Güncellenme Tarihi: 2012/05/16
Soru Özeti
Toplumun tüketime yöneldiği, ümmetin darmadağın olduğu ve yalan, hilekârlık ve düzenbazlığın çokça yaygın olduğu şartlarda İslam’ın buyruklarına göre doğru bir şekilde nasıl amel edilebilir?
Soru
Toplumun tüketici ve ümmetin darmadağın olduğu ve de yalan, hilekârlık ve düzenbazlığın çokça yaygınlaştığı bu şartlarda doğru bir şekilde İslam’ın buyrukları esasınca nasıl hareket edilebileceğini açıklar mısınız?
Kısa Cevap

İslam dininin hüküm ve buyrukları iki alanda icra edilir. Bazıları ferdi ameller ve bazıları da toplumsal meseleler alanına girer. Ferdi ameller her toplumda uygulanabilir; yani eğer bir Müslüman İslam hüküm ve buyruklarını ferdi ve şahsi boyutta uygulamak isterse; örneğin namaz kılmak ve oruç tutmak isterse, toplum bozuk olsa da bu bozukluklar insanın ferdi amelleri için ciddi bir tehdit oluşturamaz. İslam’ın bir dizi buyrukları da toplumsal yön taşır ve ancak bir tür toplumsal muhitte uygulanabilir. İnsan toplumsal bir varlık olduğundan ve işi ve gücü toplumla olduğundan, çaresiz olarak toplumda yer almalı ve ihtiyaçlarını toplumda aramalıdır. Görevlerin bu boyutunda insan, gücü oranında ve edebildiğince normları savunmak ve anormalliklerin karşısında durmakla yükümlüdür. İnsan iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak ve de toplum karşısında sorumluluk almak doğrultusunda bu işi yapar. Eğer davranışlarının faydalı olamayacağı bir yere ulaşırsa, artık kendi görevini yerine getirmiş sayılır. Eğer böyle bir toplumda inanan bir insanın yaşamı, toplumun akıbetine bağlıysa ve o bir şekilde böyle işlerle uğraşıyorsa, minimum ölçüde kendini meşgul etmelidir.

Ayrıntılı Cevap

İslam dininin hüküm ve buyrukları iki alanda icra edilebilir. Bazıları ferdi ameller ve bazıları da toplumsal meseleler alanıyla ilgilidir. Günümüz dünyası tehlikeli bir ortam oluşturmaktadır ve bu dünyada hilekârlık ve düzenbazlık ahlaki değerlerin yerini almıştır. İnsan dini yükümlülük ve görevlerini nasıl yerine getirmelidir ve toplumsal zararlardan nasıl korunmalıdır? Bu meseleyi aydınlatmak için konuyu iki boyutta inceliyoruz:

1. İslam’ın Ferdi Hükümleri

İslam’ın ferdi hüküm ve buyrukları, insanı toprak âleminden yaratılışın hedefi olan saadet ve tekâmülün zirvesine ulaştırmak gayesiyle kutsal şeriat sahibi tarafından insanların hidayete ermesi için oluşturulmuş kanunlar manzumesidir; yani yaratılışın hedef ve gayesine ulaşmak için insanın bir dizi hüküm ve yükümlülükleri yerine getirmesi gerekir. Hakeza insanın uzak durması gereken bir takım işler vardır. Bunlar uzak durulması gereken fiillerdir ve bunların yapılması durumunda insanın tekâmül yönündeki hareketi aksayacaktır. Ferdi amellerden ibaret olan bu tür ameller her toplumda uygulanabilir; yani bir Müslüman ferdî boyutta İslam’ın hüküm ve buyruklarını uygulamak isterse her ne kadar toplum bozuk olsa da bu bozukluk insanın ferdi amelleri için ciddi bir tehdit oluşturamaz. Böyle bir atmosferde inanan insan görevlerini yerine getirir. Her ne kadar böyle bir toplumda amel ve yükümlülükleri yerine getirmek zor olsa da muhal değildir. Kur’an-ı Kerim bu hususta şöyle buyurmaktadır:  Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.[1] Bu ayet açıkça herkesin hesabını belirlemekte ve başkalarının sapmasının hidayete ermiş fertlerin hidayet ve imanına bir zarar ve darbe vuramayacağını, hatta sapmış fertlerin insanın yakınları olsa dahi olsa bunun değişmeyeceğini ve bundan dolayı onları takip etmemek ve insanın kendini kurtarması gerektiğini belirtmektedir. Ama insan böyle bir toplumda imanını koruyabilmek için ilahi ip Kur’an ve Ehlibeyt’e sarılmalı ve bu çok tehlikeli yolda onlardan yardım dilemelidir. Dinsel öğretiler bu hususta bize şöyle demektedir: Her ne zaman toplum dağılmaya yüz tutar ve durum sizin için kötü olursa, Kur’an’a yönelin; zira Kur’an saadete ermede sizin en üstün kılavuzunuzdur:

 .فَإِذَا الْتَبَسَتْ عَلَيْكُمُ الْفِتَنُ كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ فَعَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ

Her kim Kur’an öğretilerini başucu kılavuzu yaparsa akıbeti saadeti olur; çünkü Kur’an’ın öğretileri nurdur.[2] Tarihin her zaman böyle olduğu, mümin ve muvahhit insanlar için toplumdaki durumun zor olduğuna dikkat edilmelidir; İslam’ın ortaya çıkmasından bugüne dek ve İslam’dan önce geçmiş peygamberler ve onların takipçileri döneminde de durum bundan ibaretti. İnsanlık tarihi incelendiğinde insanların kaygıdan uzak bir şekilde ve barış ve huzur içinde ilahi hükümleri icra ettiği ideal bir toplumun bulunduğu bir zamanı bulmak mümkün değildir. Var olan her şey bundan ibaretti. Bunun için Allah erlerinin hüneri, bu tür ortamlarda kendi dinlerini korumaktır.

2. İslam’ın Toplumsal Hükümleri

İslam’ın bazı kanun ve buyrukları toplumsal boyut taşır. İnsan toplumsal bir varlık olduğundan ve işi gücü toplum ile olduğundan çaresiz olarak toplumda yer almalı ve ihtiyaçlarını toplumda gidermelidir. Bu hususta da söylemeliyiz ki atmosferin karanlık, hilekârlık ve düzenbazlıkla kirlendiği bugünkü toplumun Hz Ali (a.s) zamanında da olduğunu söylemeliyiz. İmam Ali bu hususta şöyle buyurmuştur: Ey insanlar bugün zulüm, sitem ve nankörlük ile dolu bir dönemde yaşıyoruz; hayırsever ve kötüler size gelmekte ve zalim zulmünü artırmaktadır…[3] Din ve ahlak karşıtı işlere yönelmiş böyle bir toplumda eğer bir şahıs dürüst olmak ve dini ve insani görevlerini yerine getirmek isterse onu kınayacaklardır.  İnsan iyiliği emretmek, kötülükler karşısında tavır almak isterse yerilecektir. Görevlerin bu boyutunda insan gücü olduğu ve edebildiği ölçüde normları savunmalı ve kötülükler karşısında durmalıdır. İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak ve toplum karşısında taşıdığı mesuliyete binaen, bu işi yapar ve davranışlarının faydalı olamayacağını gördüğü bir yere ulaştığında da kendini artık vazifesini yapmış sayar. İmam Ali (a.s) böyle koşullarda yaşayan ilahi ve mümin erler hakkında şöyle buyurmaktadır: Gerçek olarak Allah’ı isteyenler şöyle der: Kıyameti hatırlamak ve hesap gününü anımsamak ve mahşer korkusu onların gözlerini yaşartır. Onlar halktan kaçmış ve yalnız başına kalmışlardır. Toplum onların kalplerini ağartmıştır. O halde onlar sanki bir heyecan denizinde bulunurlar.[4] İmam Ali’nin bu sözü esasınca üstün insanlar için şartlar ve ortamlar fark etmektedir. Onların halktan ve toplumdan umutsuzluğa düştüğü bir ortamda bulunmaları, toplumdan uzak bir köşede ve yalnız başına veya bastırıldıkları ve kontrol edildikleri bir ortamda yer almaları veyahut topluma sözlerini söyledikleri ama bir netice elde etmediklerinden susmayı tercih ettikleri bir muhitte bulunmaları muhtemeldir. İmam Ali’nin Allah erlerini tuz gölünde olan kimselere benzetmesi, tuzlu suyun insanın susuzluğunu gidermek için kullanılamayacağını belirtmek içindir; yani insan kendi ruhuyla bağdaşmayan bir toplumda yaşarsa, o topluma yabancıymış gibi sayılır. Elbette insanların şartları değişik toplumlarda farklılık gösterir. Bir fert bir toplumda çalışma ve çabalamayla az bir gurubu hidayete erdirebilir ve çalışma ve çabası bu az grup içinde netice verebilir. O, bu oranda yükümlülük taşır; çünkü Kur’an Allah hiç kimseye gücünden fazlasını yüklemez[5] diye buyurmaktadır. Bundan dolayı tüm inananlar böyle toplumsal görevlerde eşit şartlarda yer almazlar. Eğer inanan bir insanın hayat ve kaderi, insani ve İslami ülkülerle bağdaşmayan bir toplumun içinde yaşamak ve çaresiz olarak böyle bir ülkede hayat sürmek ise, insanın minimum ölçüde kendini toplumsal meseleler ile uğraştırması ve dünyevi meseleler bağlamında minimum ölçülerle yetinmesi gerekir. Aksi takdirde Kur’an’ın buyruğu esasınca insanın bu gibi topluluklardan uzak durması ve başka bir bölgeye hicret etmesi icap eder. Kur’an-ı Kerim kendi zayıflık ve gevşekliğini toplumun üzerine atan kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır: Kendilerine zulmetmekteler iken meleklerin canlarını aldığı kimseler var ya; melekler onlara şöyle derler: “Ne durumdaydınız? (Niçin hicret etmediniz?)” Onlar da, “Biz yeryüzünde zayıf ve güçsüz kimselerdik” derler. Melekler, “Allah’ın arzı geniş değil miydi, oraya hicret etseydiniz ya!” derler. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. O ne kötü varış yeridir.[6]

İlgili başlık:

Dinsel araştırmalar ve İslam’ın yeni bir yorumu, 13684 (Site: tr13513).

 


[1] Maide Suresi, 105. ayet.

[2] "قَالَ فَقَامَ الْمِقْدَادُ بْنُ الْأَسْوَدِ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَ مَا دَارُ الْهُدْنَةِ قَالَ دَارُ بَلَاغٍ وَ انْقِطَاعٍ فَإِذَا الْتَبَسَتْ عَلَيْكُمُ الْفِتَنُ كَقِطَعِ اللَّيْلِ الْمُظْلِمِ فَعَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ فَإِنَّهُ شَافِعٌ مُشَفَّعٌ وَ مَاحِلٌ مُصَدَّقٌ وَ مَنْ جَعَلَهُ أَمَامَهُ قَادَهُ إِلَى الْجَنَّةِ وَ مَنْ جَعَلَهُ خَلْفَهُ سَاقَهُ إِلَى النَّارِ وَ هُوَ الدَّلِيلُ يَدُلُّ عَلَى خَيْرِ سَبِيلٍ وَ هُوَ كِتَابٌ فِيهِ تَفْصِيلٌ وَ بَيَانٌ وَ تَحْصِيلٌ وَ هُوَ الْفَصْلُ لَيْسَ بِالْهَزْلِ وَ لَهُ ظَهْرٌ وَ بَطْنٌ فَظَاهِرُهُ حُكْمٌ وَ بَاطِنُهُ عِلْمٌ ظَاهِرُهُ أَنِيقٌ وَ بَاطِنُهُ عَمِيقٌ لَهُ نُجُومٌ وَ عَلَى نُجُومِهِ نُجُومٌ لَا تُحْصَى عَجَائِبُهُ وَ لَا تُبْلَى غَرَائِبُهُ فِيهِ مَصَابِيحُ الْهُدَى وَ مَنَارُ الْحِكْمَةِ وَ دَلِيلٌ عَلَى الْمَعْرِفَةِ لِمَنْ عَرَفَ الصِّفَةَ فَلْيَجْلُ جَالٍ بَصَرَهُ وَ لْيُبْلِغِ الصِّفَةَ نَظَرَهُ يَنْجُ مِنْ عَطَبٍ وَ يَتَخَلَّصْ مِنْ نَشَبٍ فَإِنَّ التَّفَكُّرَ حَيَاةُ قَلْبِ الْبَصِيرِ كَمَا يَمْشِي الْمُسْتَنِيرُ فِي الظُّلُمَاتِ بِالنُّورِ فَعَلَيْكُمْ بِحُسْنِ التَّخَلُّصِ وَ قِلَّةِ التَّرَبُّصِ"، کلینی، محمد بن یعقوب، الكافي، ج 2، ص 599، 600، دارالکتب الاسلامیة، تهران، 1365ش.

[3] Nehcü’l Belağa, 32. hutbe.

[4] A.g.e, "وَ بَقِيَ رِجَالٌ غَضَّ أَبْصَارَهُمْ ذِكْرُ الْمَرْجِعِ وَ أَرَاقَ دُمُوعَهُمْ خَوْفُ الْمَحْشَرِ فَهُمْ بَيْنَ شَرِيدٍ نَادٍّ وَ خَائِفٍ مَقْمُوعٍ وَ سَاكِتٍ مَكْعُومٍ وَ دَاعٍ مُخْلِصٍ وَ ثَكْلَانَ مُوجَعٍ".

[5] Bakara Suresi, 286. ayet.

[6] Nisa Suresi, 97. ayet: "إِنَّ الَّذينَ تَوَفَّاهُمُ الْمَلائِكَةُ ظالِمي‏ أَنْفُسِهِمْ قالُوا فيمَ كُنْتُمْ قالُوا كُنَّا مُسْتَضْعَفينَ فِي الْأَرْضِ قالُوا أَ لَمْ تَكُنْ أَرْضُ اللَّهِ واسِعَةً فَتُهاجِرُوا فيها فَأُولئِكَ مَأْواهُمْ جَهَنَّمُ وَ ساءَتْ مَصيرا"

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Vaktin başında namaz kılmak mı iyidir yoksa iki doğuş arasında yatmamak mı?
    5640 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/04/11
    Her şeyden önce bir noktaya dikkat etmeniz lazımdır:Kerahete neden olan uyku ister sabah namazından sonra olsun, ister ondan önce olsun iki doğuş arasındaki uykudur. Bu yüzden sorunuza göre siz iki doğuş arasında uyuduğunuzdan dolayı her iki durumda da kerahete mürtekip olmuş bulunmaktasınız. ...
  • Ahmet ismi İncil’in neresinde gelmiştir?
    26742 Eski Kelam İlmi 2011/11/12
    Bu konuda dikkat edilmesi gereken önemli nokta şudur: Kur’an, İncil’de İslam Peygamber’inin (s.a.a) müjdeleyici olduğunu söylüyorsa, tahrif edilmiş İncil’i değil, Hz. İsa’nın (a.s) getirdiği incili kastetmektedir. Elbette tahrif edilmiş hali hazırdaki İncil’de de, bu meseleye işaret edilmesi dikkate değer bir konudur.Hz. Mesih (a.s), “Farkilit”ın geleceği müjdesini vermişti. Bu kelime ...
  • Bazen kıbleye doğru oturuyor ve temiz imamlar (a.s) ile sohbet ediyorum ve bu esnada bedenimde özel bir hal hissediyorum ve deyim yerindeyse tüm tüylerim ürperiyor. Bu hal neyin işaretidir?
    10283 Pratik Ahlak 2012/01/18
    Bildiğiniz gibi masum hazretler (a.s) bizim amellerimizi gözetlemektedir ve rivayetlerde de bu konuya işaret edilmiştir. Kesinlikle bu ilgi onların haremindeyken veya dikkatle kendilerine sevgi ifadesinde bulunduğumuzda daha çok ve belirgindir. Öte taraftan bedenin heyecanlıyken ve manevi hallerde reaksiyon göstermesi, hepimiz için vuku bulmuştur ve ayet ve rivayetlerde de bunun ...
  • Bankanın halktan geciken taksitten dolayı aldığı “gecikme parası” faiz sayılıyor mu?
    5983 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/09/09
    Banka aracılığıyla gecikmiş taksitten dolayı alınan gecikme parasın hükümü hakkında bazı mercilerin görüşleri aşağıda açıklandığı şekildedir: Ayetullah Uzma Hamenei’nin (Allah onun ömrünü uzun etsin) Defteri: Çalışmalarını “İslami Şura Meclisi’nin” tasvip ettiği kanunlar esasına göre yapan ve “Gözetleme Şurası’nın” teyit ettiği bankanın uygulamasında bir ...
  • İlahi yaşam nasıl bir yaşamdır? Şu andaki yaşamla bir tezaddı var mı?
    7834 Pratik Ahlak 2012/01/05
    Kur’an’a baksak ve ‘’Neden yaratıldık? sorusunu ona sorsak şu cevabı verecektir: ‘Ben, cinleri ve insanları, sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.’ İbadet nedir? İbadet yani Allah’a kulluk etmektir. Yani yaptığımız bütün işler, hatta yemek içmek gibi günlük ve çok normal işlerimiz bile ilahi ve ibadi ...
  • Acaba Şia mezhebinden Sünni mezhebine geçmek caiz mi?
    4784 Diğer Konular 2018/12/08
    Esasen din ve inanç insanın akıl ve mantık yoluyla hakikati araştırması ve araması sonucu kendi seçimiyledir. İnsan temel inançlarında araştırma yapmalı ve hakikate ulaştıktan sonra onu seçmelidir. Din ve mezhep insana büyüklerinden miras kalmaz. Buna binaen dinin temel inançlarında taklit caiz değildir.[1] Zira din, ...
  • Rivayetlere göre iyi bir ortağın taşıması gereken özellikler nelerdir?
    3561 Şirket 2020/01/20
  • Anne (kadınlar) yoluyla da seyitli intikal eder mi?
    16105 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/06/20
    Hz. Zehra’nın (a.s) tüm evlatlarının Peygamberin (s.a.a) evlatları olduğu hususunda hiçbir şüphe yoktur. Ama Allah Resulü’nün (s.a.a) evladı olmak sıfatı ile seyit ve Haşimi olmak sıfatı arasında fark bulunduğuna dikkat etmek gerekir. Soyu Fatıma Zehra’ya (a.s) ulaşan herkes İslam Peygamberinin (s.a.a) neslindendir, ama seyitlerden değildir; zira seyit ve Haşimî ...
  • Bilal-i Habeşî Ve Hilafet Meselesi
    9683 تاريخ بزرگان 2011/08/03
    Tarihten anlaşıldığı kadarıyla Bilal-i Habeşî halifeler biat etmemiş, bazı yerlerde onlara itiraz etmiş ve hilafet sistemi için ezan okumaktan uzak durmuştur. Bu yüzden Şam’a sürgüne gönderilmiş ve orada vefat etmiştir. ...
  • “Farz” ve “vacip” hangi manaya gelmektedir? Bu iki kelime arasındaki fark nedir?
    10232 مبانی فقهی و اصولی 2014/01/21
    Farz ve vacip eğer değişik durumlarda ve özellikle ayrı (birlikte değil) bir şekilde kullanılırsa, kesinlik ve belirleme anlamına gelir[1] ve ıstılahtaki manası ise mütealliklerinin zorunlu olmasıdır. Ama bu iki kelime arasında bir farkın olduğu bazı lügat kitaplarında zikredilmiştir. Farz ve vacip arasındaki fark, farzın ...

En Çok Okunanlar