Please Wait
7400
Bir grup Müslüman düşünürlerin inancına göre her hangi bir konuyla alakalı gerçekleşen bir olay hakkında peygambere (s.a.a) vahiy gelmemişse, hz. Resul (s.a.a) o olay hakkında karar alıyordu. Elbette Onun (s.a.a) aldığı karar evlaya veya maslahata ters gelebilirdi. Bu iki olaya bağlı olarak Kuranda zikir edilen şey şudur: Allah 'u Teâlâ peygamberi azarlamış ve Onu; neden evlaya veya maslahata ters hareket etti diye kınamıştır. Müslüman düşünürlerden bir diğer grup ise şu inancı taşımaktadır; ismetin evlayı terk etmekle tezat teşkil etmemekle birlikte kati delillere dayanarak ayetler hakkında şöyle diyorlar:
"Yeryüzünde kendi gücünü sabitleştirmeden hiçbir peygamberin esir alması uygun değildir" şeklinde olan Enfal süresinin 67. ayetinde azarlanıp kınanan kimse, yüce İslam peygamberi değil, bedir savaşına katılanlardan bir kısım insanlardır. Hakeza "tebük savaşından geri kalanlara izin verdiğinden dolayı seni af etti" şeklindeki tevbe süresinin 43. Ayetinde konu olan izin ne örfe ve ne lügate göre günah değildir. Söz konusu olan kınanış da ciddi bir kınanış değildir. Aslında bu peygamber için yapılan dua, takdir ve ikram anlamındadır. Dolayısıyla bu olaylarda bile peygamber (s.a.a) maslahatı veya evlayı ter etmemiş değildir.
Bir grup Müslüman düşünürlerin inancına göre her hangi bir konuyla alakalı gerçekleşen bir olay hakkında peygambere (s.a.a) vahiy gelmemişse, hz. Resul (s.a.a) o olay hakkında karar alıyordu. Elbette Onun (s.a.a) aldığı karar evlaya veya maslahata ters gelebilirdi. Bu iki olaya bağlı olarak Kuranda zikir edilen şey şudur: Allah 'u Teâlâ peygamberi azarlamış ve Onu; neden evlaya veya maslahata ters hareket etti diye kınamıştır. Müslüman düşünürlerden bir diğer grup ise şu inancı taşımaktadır; ismetin evlayı terk etmekle tezat teşkil etmemekle birlikte kati delillere dayanarak ayetler hakkında şöyle diyorlar:
" Yeryüzünde kendi gücünü sabitleştirmeden hiçbir peygamberin esir alması uygun değildir " şeklinde olan Enfal süresinin 67. ayetinde azarlanıp kınanan kimse, yüce İslam peygamberi değil, bedir savaşına katılanlardan bir kısım insanlardır. Hakeza " tebük savaşından geri kalanlara izin verdiğinden dolayı seni af etti " şeklindeki tevbe süresinin 43. Ayetinde konu olan izin ne örfe ve ne lügate göre günah değildir. Söz konusu olan kınanış da ciddi bir kınanış değildir. Aslında bu peygamber için yapılan dua, takdir ve ikram anlamındadır. Dolayısıyla bu olaylarda bile peygamber (s.a.a) maslahatı veya evlayı ter etmemiş değildir.
Detaylı cevap
Acaba peygamberlerin masum oluşları, onların evlayı terk etmemelerini gerektiriyor mu yoksa böyle bir gereklilik söz konusu değil midir? Noktasında İslam düşünürleri tarafından değerli ve kayda değer açıklamalar yapılmıştır:
Peygamberlerin İsmeti noktasında şöyle demişleridir: burhanın delalet ettiği nihai durum peygamberlerin, günahtan, hatadan ve unutkanlıktan masum olmalarıdır. Burhan evlayı terk etmemelerine delalet etmemektedir. Allah u Teâlâ da bazen peygamberlerini iki güzel şey; birisi güzel diğeri daha güzel, o iki güzel şeylerden "daha güzel" olanını terk ettiklerinde bir şekilde onları cezalandırmış. [1]
Bir diğer grup ise şöyle diyor: hakkında vahiy daha inmemiş herhangi bir konu ve olay söz konusu olduğunda, peygamber (s.a.a) onunla ilgili bir karar alıyordu. Alınan karar daha iyi olabilirdi yönünde olmamış olsaydı, aradan zaman geçmeksizin vahiy inerdi ve peygamberin görüşünün olduğu istikametinin tersine daha iyi olan yöne dönmesi noktasında peygamberi uyarıyor. "Bedir" [2] vakıasında esirlerle alakalı gerçekleşen karar ya "tebük" [3] vakıasında bir grup münafığa verdiği izin nedeniyle inen ayetler de bu doğrultuda değerlendiriliyor. [4]
Şia düşünürlerinin ekseriyeti ise evlanın terki, peygamberlerin ismetine her hangi bir zarar getirmediği anlayışına sahip olmalarıyla birlikte, bu iki ayetten peygamberin evlayı terk ettiği anlayışını anlamıyorlar. Bedir vakıasıyla ilgili olan ayetteki kınama ve azarlama İslam peygamberine yönelik olmadığını söylüyorlar.
Allame Tabatabai el-mizan tefsirinde şöyle yazıyor: ayetin manası şudur: Allah kendi peygamberlerinin arasında cari kıldığı yasada (sünnette) görülmemiştir ki, bir peygamber kendi dinini sabitleştirmeden önce bir esir almış ve almış olduğu esir vesilesiyle malı hak etsin.
Bütün müfessirler görüş birliğindedirler ki, bu ayetlerin inişi bedir vakıasından sonra gerçekleşmiş ve bedir savaşına katılanları azarlayıp onları kınamış ve sonuç itibariyle de ganimeti onlar için mubah kılıyor. [5] Gerçi bazıları da şöyle demişlerdir: ayetteki kınama şuna dönüktür ki, neden fidye aldılar veya neden ganimeti Allah tarafından mubah kılınmadan önce helal saydılar. Bu surette peygamber (s.a.a) de kınanmaya tabi tutulmuş oluyor. Zira kendisi ilahi izin gelmeden önce fidye konusunda Müslümanlarla istişare yaptı. Ancak bu söz doğru olamaz. Zira Müslümanlar bu ayetin inişinden önce değil, belki ayetin inişinden sonra fidye aldılar. Dolayısıyla kınamalarına neden olan bir durum söz konusu değildir. Allahın Resulü (s.a.a) hakkında da Allahın izni olmadan ve vahiy gelmeden önce bir şeyi helal yapacak ihtimalini vermek bile onun şanına yakışmıyor. Mukaddes makama sahip olan Allah da kendi peygamberini büyük azapla tehdit etmekten münezzehtir. Zira suçun olmadığı bir yerde azabı göndermek Onun makamına yakışmaz. Oysa Onun kendisi kendi peygamberini günahlardan koruyor ve malumdur ki, büyük azabın inişi büyük günahın olduğu yerlerde ancak olabilir. [6]
Tefsir-i Nümünede konuyla ilgili şöyle yazılmaktadır: yukarıdaki ayetlerin zahiri, savaştan sonra fidye alıp almama konusuyla alakalı değil, savaşta esirleri alıp almama konusuyla alakalıdır. Dolayısıyla ayetin tefsiriyle alakalı olarak bazı müfessirler için söz konusu olan soruların birçoğu kendiliğinde çözülmüş olur. Hakeza ayetteki kınama ve azarlama olayı da savaşa katılan bir grup insanlara yöneliktir. Zira savaş daha bitmemiş onlar maddeyi (dünya malını) gaye edinerek insanları esir almakla meşgul oluyorlar. Bu kınama ve azarlama peygamberin (s.a.a) şahsı ve cihadın hedefini takip eden müminler grubuyla hiçbir irtibatı yoktur. Dolayısıyla burada peygamber günah işlemiş mi, işlememiş mi, işlemiş ise, bu onun masumluk makamıyla nasıl cem ediliyor gibi meselelerin bütünü yersizdir.
Hakeza ayetin tefsiriyle alakalı olarak "Allahın izni olmaksızın bedir savaşından sonra, savaşta esir alınan kimseler karşısında fidye almak için harekete geçen peygamber ve Müslümanlarla alakalıdır" şeklinde ehlisünnet kitaplarında nakil edilen rivayetler de temelsizdir.
Ama tebük vakıasında peygamberin izni konusunda ise, Fahr-u Razı ve başkalarının da içinde bulunduğu bir grup şöyle demiş: ayetteki "af", evlayı bırakmak karşısındadır. Yasama literatüründe evlayı terk etmek günah sayılmaz ve azabı da gerektirmez. Bir diğer grup ise şöyle demiş: ayetteki "af" daha maslahat karşısındadır. Daha maslahatı terk etmek lügat literatüründe zenb (günah) sayılsa bile ama zenb ile masiyet arasında fark var. Her halükarda Hazreti Resulün vermiş olduğu izin, onun kendi içtihadıncadır. Zira daha önce bu konuyla ilgili kendisine vahiy olaşmış değildi. Bu durumlarda peygamberlerden günahın sudur bulması caiz ve mümkündür. Caiz olmayan şey vahye ve Allahın emirlerine karşı gelmektir ki bütün peygamberler (a.s) bu bakımdan kesinlikle masumdurlar. Allah resulünün yalan söylemesi ya kendisine vahiy edilmiş olan şey hakkında hata yapması veya pratikte ona muhalefet etmesi imkansızdır.
Allame Tabatabai bu görüşleri nakil ve eleştirdikten sonra şöyle yazıyor: bu ayet (savaştan) geri kalanların yalan ve nifaklarını ortaya koymak iddiasını ortaya koymak makamındadır; Onlar ufak bir imtihanla kendi asıl hakikatlerini açığa verir ve haysiyetlerini ortaya koyarlardı durumunu açıklamaktadır. Bu makama uygun olan açıklama, azarlama ve kınamalar ayete muhatap olan kimselere yönelik olması en doğalıdır. Güya peygamber izin vererek ayetin muhatabı olan münafıkların haysiyetlerinin gizli kalmasına neden olmuş ve kendi haysiyetiyle onların bu utanç verici durumlarını örtmüş. Ayetin bu şekilde konuşması konuşma adaplarından birisini izlemiş ve bu vesileyle sadece ve sadece konuyu açıklamak gayesindedir. Bunun ötesinde başka hiçbir şeyi ifade etmiyor. Aynen şu deyime benziyor: duvara konuşuyor, gelin duysun diye. Yani dolaysız mana değil, dolaylı mana maksattır.
Bu cümlede bu da maksat değildir ki, suçu peygamberin boynuna atsın ve sonra Allah senin suçundan vazgeçti desin. Peygamber (s.a.a) Allahın emirlerini ihya etme bağlamında kötü tedbirler alarak ve böylece günaha bulaşmış olmaktan yücedir. Ayetten maksat ayetin ifade ettiği münafıkların açık ve net yalanlarındır başka hiçbir şey değildir. "niçin onlara izin verdin" şeklindeki sözün manası şudur: onlara izin vermeseydin onlar daha iyi ve daha erken rezil olurlardı. Onlar kötü huy ve fasit niyetlerinden dolayı bunu hak etmişlerdir. Ayet şunu söylemek istemiyor ki, onlara izin verilmemesi dinin maslahatına daha yakın ve daha çok maslahatı taşıyor. [7] Dolayısıyla peygamberin vermiş olduğu izin ne örf literatüründe suçtur ne lügat literatüründe. Ayetteki azarlama da ciddi bir azarlama olmayıp aslında "Allah seni af etti" şeklindeki söz haber değil, duadır. [8]
Daha fazla bilgi edinmek için bkz.
1- Teammulat der ilm-i usul-i fıkıh, silsilei dershai harıc-i ilm-i usul, kitabi evel, defter-i pencum, mebadi-i suduriy-i sünnet, s. 31-33. Ustad Mehdi Hadevi Tahrani.
2- Endex: ismet-i enbiya ez didgah kuran, sual: 1706 (sayt: 1824).
3- Endex: ayat-i ismet ve âdem-i ismet enbiya (a) der kuran, sual: 129 (sayt: 1069).
[1] Hadevi Tahrani, Mehdi, Teammulat der ilm-i usul-i fıkıh, silsilei dershai harıc-i ilm-i usul, kitabi evel, defter-i pencum, mebadi-i suduriy-i sünnet, s. 21-22.
[2] Kuran "bedir" vakıasıyla alakalı şöyle buyuruyor: "(kendi dinini) yeryüzünde sabit kılıncaya kadar hiçbir peygambere esir almak yakışmaz".(enfal 67).
[3] Münafıklardan bir grup peygamberin (s.a.a) yanına vardılar ve hata yemin içtiler ve farklı özürleri beyan ederek peygamberden, savaşa katılmamaları için izin vermesini dilediler. Peygamber de (s.a.a) onlara izin verdi. "Allah seni bağışladı, neden onlara izin verdin…" ayetteki istifham inkar ve kınama anlamında olması hasebiyle ayetin anlamı şudur: savaştan geri kalmaları ve savaştan ayrılmaları için hiçbir şekilde izin vermemeliydin. (tevbe 43).
[4] Abdulgani, Hatip, kuran ve ilm-i imruz, s. 64.
[5] Yani Allah u Teâlâ bedir savaşına katılıp kâfirlerden esir aldıktan sonra Allah resulünden yaptıkları şu istekden dolayı onları muhatap alır ve kınıyor. Savaşta alınan esirlerin öldürülmeleri hakkında emir verilmesin, onlardan fidye alınıp serbest bırakılsınlar. Böylece fidye adıyla alınan mallarla düşmanlarımıza karşı kendi eksikliklerini gidererek kendilerini takviye etmiş olsunlar. Allah Teâlâ onları, bu isteklerinden dolayı şiddetli bir şekilde kınadığı halde bu isteklerini kabul ediyor ve ganimetlerde tasarruf etmelerini mubah kılıyor.
[6] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-mizah (farsça tercüme), c. 9, s.
177-180.
[7] . Bu anlamın delili söz konusu olan ayetten sonra gelen dördüncü ayettir ki şöyle buyuruyor: "sizinle çıkmış olsalardı zihinleri karışmak ve aralarınızda fitne, ihtilaf ve… Çıkarmaktan başka bir faydaları size olmazdı…" zira şu ayetten haddi zatinde peygamberin (s.a.a) izin vermemesinde maslahatın olmadığı anlaşılmıyor, bilakis izin vermekte maslahatın daha fazla olduğu anlaşılmaktadır. Zira izin vermemiş ve münafıkları kendileriyle birlikte götürmüş olsaydı onlar diğer Müslümanların kafasını da karıştırırlardı. Yani onların düşüncelerini fasit ederlerdi. Onların birlikteliklerini tefrika ve ihtilaflara tebdil ederlerdi. Dolayısıyla onlara verilen izinde daha fazla maslahatın olduğu anlaşılmaktadır. (el-mizah tercümesi c. 9, s. 383).
[8] Daha fazla bilgi edinmek için bkz.Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-mizah (farsça tercüme), c. 9, s. 388-381.