Gelişmiş Arama
Ziyaret
9311
Güncellenme Tarihi: 2009/11/01
Soru Özeti
Acaba İnsanın tekâmülü sadece özgür irade ve ihtiyari ameller ile mi mümkün?
Soru
Ayetler ve rivayetlerden istifade ediliyor ki insanın tekâmülü sadece özgür irade ve ihtiyari ameller ile mümkündür. Acaba bunun anlamı şu mudur ki insanın tekâmülü gerçekleşmesi özgür iradeye bağlı (zati itibar ve haddi zatinde) ve bu iradenin olmaksızın gerçekleşmesi imkânsızdır? Eğer böyle ise bunun felsefi delili nedir? Ve eğer Allah insanı diğer yaratıklar gibi ihtiyarı olmaksızın kemale ulaştırsa bunun işkâlı olabilir mı? Lütfen felsefi açıdan cevap veriniz.
Kısa Cevap

Felsefi açıdan en aşağı dereceden vücudun en üst mertebesine varıncaya kadar varlıkların seyri her zaman öyle bir şekildedir ki vücutsal olarak en alttaki derece daha üsteki mertebenin tenezzül etmiş mertebesidir. Daha üst ve kâmil mertebe de, kendisinin aşağısında olan mertebenin kemaline sahiptir. Bu silsilenin bir ucunda bütün kemalleri mutlak bir şekilde kendisinde bulundura mutlak bir vücut karar almıştır. Vücut silsilesinin bir ucunda bulunan bu mutlak varlığın sahip olduğu kemallerden birisi de irade ve ihtiyar sıfatıdır. Bu sıfat vücudun tüm mertebelerine, her mertebenin sahip olduğu kabiliyet oranında tenezzül etmiştir. Bu bakışla irade ve ihtiyarın farklı türleri muhtelif dereceleriyle bütün varlıklarda var olmuş ve ilahi meşiyet yaratıkların vücut mecrasından cari olunuyor.

Buna binaen “eğer Allah insanı diğer yaratıklar gibi onların ihtiyarı olmaksızın kemale ulaştırsa bunun işkâlı ne olabilir” şeklinde sorulan bu sorunun temeli, felsefi açıdan yanlış faraziyelere bina edilmiştir. Cebri tekâmülün muhal oluşu şunun içindir ki irade ve ihtiyar vücudun zatındandır. Bu nedenledir ki varlığın tekâmülü cebri şeklinde olduğunu tasavvur etmek şu anlamdadır ki varlık vücutsal olarak tekâmüle ulaştığı halde tekâmüle sahip değildir. Oysaki her ikisi tek bir şeydir. Yani bir diğerinin aynısıdır. İhtiyarın en üst mertebesine haiz ve bundan dolayı ilahi hilafet makamına mazhar olan insan hususunda da durum aynıdır. Aslında ihtiyar sıfatının kendisi ilahi hilafet makamının kendisidir. İşte sahip olduğu bu ihtiyar makamından dolayıdır ki kendisi bütün yaratıklardan daha faziletli kılınmıştır. Bunu insandan selbetmek aslında bu makamın kendisini ondan selbetmek anlamındadır. Bu da nakti garaz yani hedefe aykırı ve ters hareket etmektir.

Başka bir tabirle tekâmül sadece vücudun mertebelerinde gerçekleşiyor. Vücudun mertebelerindeki tekâmül ise ihtiyarın mertebelerindeki tekâmülün aynısıdır. İşte örfte bu tür tekâmüle aşk denilmektedir. Bu da ilahi bir emanet ve ihtiyarın zatı ve aslı sayılmaktadır. İnsanın en üst mertebedeki tekâmülü ilahi hilafette asıl itibariyle ilahi aşkta fani ve Allah ile bakı (fenaü fillah bekaü billah) kalmaktır. İşte bu mertebenin kendisi zati itibariyle zaten en üst mertebeyi gerekmektedir.        

Ayrıntılı Cevap

İnsanın tekamülünde ihtiyarın gerekliliği hakkında sorulan soru felsefi bir cevap gerektiren felsefi bir soru olmaktansa kelami ve kelami konuların etkisinde kalınarak ortaya atılan bir şüphedir.   Ama eğer felsefi görüşle bu konuya değinmek istesek tekâmül hakkında da vücut ve ilahi adalette ihtiyarın konumunu vücutsal bakımından değerlendirmeye tabi tutmak gerekmektedir. 

“Felsefe-i Mutalilye” ve “teorik İrfan” bu konular hakkında önümüze, birçok müphem ve sorun için cevap olabilecek bir yol haritasını sergileyebilir. Varlık âlemine yönelik olan bu bakış açısında derinleşmenin kendisi söz konusu şüphelerin kendiliğinden ortadan kaldırmasını sağlıyor.

Felsefe açısından tekamülde ihtiyar ve iradenin konumunu açıklamak için şu mukaddimenin beyanı lazım gelmektedir: Yükselişe doğru (kavsi sudi) şekillenen vücutsal hareket, madde merhalesinden başlamış ilahi makama varıncaya kadar devam ediyor ki ilahi hilafet varlık aleminin gayesi sayılmaktadır.

Vücudun her mertebesi ve tekâmülün her derecesi; en alt ve düşük mertebesinden en yüksek ve yüce mertebesine kadar “vücudi repti’n” (bağ konumunda olan vücut) bir derecesine sahiptir. Sahip olduğu bu vücut varlığının sahip olduğu mertebenin hak Teâlâ’dan yakınlık derecesini gösteren mizandır. Her mertebe kendisinden düşük olan kemal mertebesine sahip ve aşağıdaki mertebelerde kendilerinden üstün olan mertebelerin sahip olduğu kemale sahip, elbette kendilerinin bulundukları mertebeye münasip bir şekilde.

Böylece vücudun muhtelif kemalleri her mevcutta sahip olduğu vücutsal şiddet oranında yükseliyor ve bu kemalin aşağıdaki menzilelere tenezzül etmesi sahip olduğu kabiliyet oranında zahir oluyor. Vücutsal olan bu kemallerden birisi irade ve ihtiyar sıfatıdır. Her mertebede onun has bir miktarı zahir oluyor.

Arifler bütün yaratıklarda cari ve sâri olan bu genel ve kapsamlı kavrama aşk tabirinin yakıştırmışlardır. Kuranı kerimde de yaratıkların secdesi ve tesbihi şeklinde tabir edilmiştir. Bu bakış açısıyla hiçbir varlık ne cemadat ve nede bitkisel varlıklar bundan müstesna değildirler.

Nitekim Molla Hadi Sebzevari ihtiyarin mertebelerinin vücut âleminde cereyan ettiği konusu hakkında şöyle diyor: “Bütün eşyalar muhtar, irade, ihtiyar ve kudret sahibi olan varlığın (Allahın) mazharı olma gereğince bütün varlıklar ihtiyar sıfatına sahibidirler. Cemadatlar bile sahip oldukları kabiliyetlerince (zarfiyet) ihtiyar sahibidirler. Öyle ise insan ihtiyar ve kudret sahibi olan varlığın zuhurudur. Bu nedenle onda kudret ve ihtiyar vardır”.[1]

Buna binaen irade, belki ihtiyarı vücudun zatında ve onun tüm mertebelerinde var olduğunu ve onun zatından olduğunu kabul edersek (ki felsefi olarak kabul etmek gerekir) bunu göreceğiz ki felsefi açıdan ihtiyar ve iradesiz bir varlığın tekâmül bulacağını tasavvur etmek imkânsızdır. Bir varlığın cebri ve iradesiz bir şekilde tekâmüle vardığını tasavvur etmek şu anlamdadır ki vücutsal tekâmülün olduğu halde ihtiyardaki tekâmüle sahip değildir. Oysaki bu ikisi tek bir şey idi ve lazim melzum idiler. İhtiyarın en üstün mertebesine sahip olan insan hususunda da onun ilahi hilafet makamı yüce ihtiyar makamının aynısı ve onun bütün yaratıklardan daha faziletli olmasına neden olan unsurda işte bu niteliktir. İhtiyar sahibi olma niteliğini insandan selbetmek onun sahip olduğu bu makamı ondan selbetmek demektir. Bu da nakdigarez sayılmaktadır.

Başka bir beyanla vücudun her mertebesinde var olan ihtiyar ikincisel bir şey değildir. Bilakis her mertebenin zatından sayılıyor. Buna binaen ihtiyar niteliği vücudun zatından ayırt edilemez.

Böylece felsefi açıdan varlık âleminde ki onun bütün mertebelerinde şuur ve bilinç var olmaktadır cebir diye bir şey hâkim değildir ki insan ondan istisna edilmiş olsun. Bilakis tam tersine insan yalnız değil bütün varlık âlemindeki tüm yaratıklar tefviz olmaksızın ihtiyar sahibi olma kapsamındadır. Ama insanda, onu ilahi hilafet makamına layık kılacak derecede has bir irade var olmaktadır. Sahip olduğu has iradeye ilahi emanet de tabir edilmiştir. İnsanın asıl makamı olan makam işte bu makamdır. Evrenin tüm varlık ve yaratıklarından farklılaştıran ve daha değerli hale getiren makamda bu makamdır. Kuran kerimde bu bağlamda şöyle buyrulmaktadır: “Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir”.[2]

Bu nedenle insan bağlamında ihtiyar sahibi olmaksızın genel anlamıyla tekâmüle erişmek ve has anlamıyla ilahi hilafete ve velayete varmak akli olarak imkânsızdır. Bu bakımdandır ki Allahın iradesi ilk baştan beri yaratıklar bazında en üstün feyze taalluk etmiştir. Ama yaratıkların iktizaları zati olarak bunun kâmil bir şekilde zuhur etmesine mani olmuştur.

Her çı hest ez kamet-i na saz bi endam-i ma’st

Ver ne teşrif tu ber balayi kesi kutah nist

Yani ne varsa bizim endamsız ve uygun olmayışımızdandır Yoksa senin kimsenin üzerine teşrif buyurman hiçte zor değildir.

Yapılan açıklamalardan vücutsal tekâmül ihtiyarın tekâmülün aynısı ve onun en yüce ve yüksek mertebesi Allahın halifesi olmaktır. İrfan bakımından da ilahi hilafet zati itibariyle bu anlamdadır ki nihayet insan aşkta Allah’ta fani olup Onun la baki kalmaktır. Bu da aşkın en üstün derecesini gerektirir. Aşk da ihtiyarın kendisidir. Buna binaen insanın nihai tekâmülü ki Allahın meşiyet aynası olmaktır aşk denilen cevherin olmaksızın gerçekleşmesi zati itibariyle imkânsızdır. Aşk ile cebrin arası kesinlikle iyi değildir. Bilakis aşk ihtiyarın asıl tözüdür.[3]

 


[1] Kadrdan Karameliki, Muhammed Hüseyin, “Nigahi Sivum bı Cebr ve İhtiyar”, s. 159. (Molla Hadi Sebzevari, “Esraru’l-Hikem” adlı esierinden alıntı yapılmış, s. 113).

[2] Ahzap, 72.

[3] Bu konu bağlamda daha fazla bilgi edinmek için filozoflar perspektifinden  “emrun beynel ermen” konusuyla alakalı bahislere bakınız. Hakeza barzah alminde irade ve ihtiyar ve hakeza vücudun mertebeleri konusunda yazılan açıklamalara müracaat ediniz.

 

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Eğer Ehlibeyt (a.s) «خُزّان العلم» ilmin madeni iseler neden kumeyl duasını Hz. Hızır İmam Ali (a.s)’a öğretmiştir?
    6102 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2019/04/07
    Kumeyl duası Şeyh Tusi’nin “Misbah’ul-Muteheccid”[1] ve Seyit ibn. Tavus’un “İkbal’ul-Emal” adlı eserlerinde nakledilmiştir. Seyit ibn. Tavus bu duayı eserinde naklederken şöyle açıklama yapmaktadır: Şeyh Tusi’nin naklettiği rivayetten başka bir rivayette gördüm ki Kumeyl ibn. Ziyad Neğei diyor ki: Basra mescidinde İmam Ali (a.s)’ın yanında ...
  • Şia neden abdeste ayaların yıkanmasını terk ederek farzı terk ediyor?
    20362 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Her fırka ve gurubun kendisini fırka-i Naciye (kurtuluşa eren fırka) bilmeleri gayet doğaldır ama biz, sizin aksinize kendi teklifimize boyun eğdiğimizi, farzı yerine getirdiğimizi ve Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin farzdan uzaklaştıklarını kabul ediyoruz ve bu iddiamızın delillerini Kur'an ve rivayetlerle ortaya koyacağız. Şia; ...
  • Mehdiliği tehdit eden şeyler nelerdir?
    7147 Eski Kelam İlmi 2012/08/22
    Mehdiliği tehdit eden hususlar çoktur. Biz burada sadece üç önemli şeye işaret edeceğiz: 1. Eğer en üstün kanunlar ehil olmayan uygulayıcıları eline düşerse veya eğer en pahalı şeyler ehil olmayan insanların elinde bulunursa, ne kanundan ve ne de belirtilen değerli şeyden bir sonuç alınamaz. Mehdilik ...
  • Müslümanlar neden biribirleriyle musafaha ederler?
    9443 Pratik Ahlak 2011/07/14
    Müfaala kipinden olup iki kişi arasında gerçekleşen musafaha, el vermek manasına gelmektedir. Birisi ‘Safehtuhu’ derse bu ‘Elimin içi onun elinin içine değdi’ anlamına gelir. Musafahatun, birbirine el vermek, ellerin içini biribirine değdirmek, demektir. Selam vermek ve tokalaşmak güzel davranışın örneğidir. İslam Peygamberi (s.a.a) ve Masum ...
  • Niçin bazıları ölülerin kabirlerini yarıp araştırma yapıyorlar? Acaba bu iş haram mıdır?
    5503 Hukuk ve Şer’I Hükümler Felsefesi 2012/04/09
    Büyük taklit mercilerinin bu soruya cevapları şöyledir: Müminin kabrinin açılması haramdır. Ama aşağıda zikredilen konularda kabrin açılmasının sakıncası yoktur: 1. Cenaze gasbi yere defnedilmiş olursa ve yerin sahibi, cenazenin orada kalmasına razı olmazsa. 2. Cenazeyle birlikte defnedilen kefen veya başka bir ...
  • Alkol kullanmaktan nasıl uzak kalınabilir ve bundan tövbe etmenin yolu nedir?
    22117 Teorik Ahlak 2011/10/23
    Her günahtan tövbe etmenin dayanağı, şahsın gerçekten kabul ettiği inanç ve değerlerdir. Eğer insan Allah’a ve diriliş gününe iman ederse, diğer bir dünyada amellerinin neticesini göreceğini bilirse ve kendisini gafletten kurtarmak gerektiğine kanaat getirirse, rahatlıkla günahlardan el çekebilir. Eğer insan haram işlerin kendisini nasıl bir bedbahtlığa ve ...
  • Türkiye bankalarında yatan paramla devlete ait borç bonosu satın alıp karından yararlanabilir miyim?
    5422 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2011/03/02
    Hz. Ayetullah Uzma Hamaney’in (Ömrü uzun olsun) Bürosu:Orası İslam ülkesi olması nedeniyle onlardan kar almak sakıncalıdır. Elbette orada şubesi olan İslamî olmayan bankalar veya gerçekten katılım bonosu olması müstesnadır.  Hz. Ayetullah Uzma Mekarim Şirazi’nin (Ömrü uzun olsun) Bürosu:
  • Namazda âmin söylemenin yasaklanmasının felsefesi nedir?
    9495 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/05/16
    Ehlibeyt rivayetleri esasınca namazda âmin sözünü söylemek caiz değildir ve bunu söylemek namazın geçersiz olmasına neden olur. Artı, caiz olmaması delile ihtiyaç duymaz; yani namaz ibadetsel bir fiil olduğundan ve insanın kendi tarafından namaza bir şey eklenemeyeceğinden, eğer şeriat tarafından bir şeyin caiz oluşu ispatlanmazsa, bunun kendi ...
  • Bahaîlerin düşüncelerinin yanlış oluşu, necis olmalarının nedeni ve onların inançlarını saflıkla kabul edenlerin durumu hakkında açıklamada bulununuz.
    11426 Eski Kelam İlmi 2008/02/17
    Bab adıyla tanınan Alimuhammed, ilk olarak 1847 yıllarında çok farklı inanç ve kurallar ortaya çıkarmaya başlamıştır. Sonraları onun düşüncelerini kabul eden ve daha da genişleterek Bahaîliği kuran Mirza Hüseyinali Baha'dır. Bu şahıs kitaplarında; kendisinin ve Alimuhammed Bab'ın gelmesiyle İslam dinin geçerliliğini yitirdiğini, İslami hükümlerin yürürlükten kalktığını ve Hz. Muhammed'in risaletinin ...
  • Raksetmenin haram olduğunu söyleyen hadisleri senetleriyle beraber zikrediniz.
    7033 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/06/16
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...

En Çok Okunanlar