Gelişmiş Arama
Ziyaret
12859
Güncellenme Tarihi: 2008/10/27
Soru Özeti
İslâm dışındaki diğer dinler sayesinde kemale erişilebilir mi? Tevhide ulaşmak nasıl?
Soru
İslâm dışındaki diğer dinler sayesinde kemale erişilebilir mi? Tevhide ulaşmak nasıl?
Kısa Cevap

Bugün dünyada var olan dinlerde bazı hakikatler vardır. Ama hakikatin kâmil şekli olan tevhit sadece İslâm dininde görülebilmektedir. Bu iddianın ispatlanmasındaki en açık delil, güvenilir kaynakların olmaması, tahrifin olması ve bu dinlerin metni kaynaklarındaki aklî çelişkiler ve bunun karşısında ise Kuran’ın tahrif olmaması, güvenilir kaynak ve tarihin olması, dinin evrensel olması ve onun öğretilerinin salim akılla uyumlu olmasıdır.

Ayrıntılı Cevap

Verilecek cevabın daha iyi anlaşılabilmesi için, diğer dinlerin günümüz dünyasında delillerinin doyurucu olmaması ve İslâm dinin üstünlüğü ve haklığına dair deliller vb. konuları incelememiz gerekmektedir.

A) Dünyada bulunan dinlerin (İslâm dışında)delillerinin doyurucu olmaması hakkında:

Dünyada bulunan dinlerin delillerinin doyurucu olmamasını açıklamadan önce şu iki noktayı hatırlatmak yerindedir:

Birinci nokta: Kastımız günümüz dinlerinde olan her şeyin batıl olduğunu ve onlarda hiç hak sözün olmadığını söylemek değildir. Kastımız, günümüz dinlerinde kabul edilmesi mümkün olmayan konuların olduğunu ve bu dinlerin hakikati kâmil olarak açıklayamayacaklarını söylemektir.

İkinci nokta: Biz bu kısa araştırmada günümüz dünyasındaki en önemli iki dinin, Yahudilik ve Hıristiyanlığın delillerinin doyurucu olmadığına işaret edeceğiz. Bu şekilde bu iki dinden daha az kabul gören ve geçerliliği daha az olan diğer dinlerin değeri ve itibarı da anlaşılacaktır.

Hıristiyanlığın, bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğini ispatlayan delililer şunlardır:

1) İncil mutevatir ve senedi de katî değildir:

Hz. İsa (a.s.) İsrail oğullarındandı ve dili de İbranîce idi. Beyt-ul Mukaddes’te peygamberlik iddiasında bulunmuştur. O bölgenin halkı da İbranî idi ve sadece az bir grup dışında ona iman getirmediler. İman getirenler hakkında fazla bir bilgimiz yoktur. Yunancayı bilen Beyt-ul Mukaddes halkından birkaç kişiydiler ve Asya kıtasındaki küçük şehirlere dağılarak insanları Hz. İsa'nın (a.s.)  dinine davet ettiler. Yunan dilinde kitaplar yazmışlardır. Bu kitaplarda bazı konular yer almaktadır ve Yunan ve Rum halkına şöyle yazmışlardır: İsa şöyle demiş ve böyle yapmıştır. Hz. İsa’yı (a.s.) görenler, amel ve sözlerine şahit olanlar ve onun dilini bilenler Filistin’deydiler ve Hz. İsa’yı (a.s.) peygamber olarak kabul etmediler. Yunanca yazılan hikâyelerin uydurma olduğunu söylediler. Bu hikâye ve kitapları kabul edenler, Hz. İsa(a.s.) ve Beyt-ul Mukaddesi hiç görmeyen ve onun dilini hiç bilmeyen uzak bölgelerin halklarıydılar. Eğer İncil’de yazdıkları hikâyeler yalan olsaydı, ne yazarların yazmalarını engelleyecek ve ne de dinleyenlerin yalanlamalarını sağlayacak bir durum vardı.

Örneğin; İncil’de şöyle yazmaktadır: Hz. İsa doğdu, birkaç kişi doğudan geldiler ve yeni doğan Yahudi padişahının nerede olduğunu sordular. Biz onun yıldızını doğuda gördük dediler. Onlar yerini göstermediler. Birden aynı yıldızı gökyüzünde gördüler ve yıldız hareket ederek Hz. İsa’nın bulunduğu evin üzerinde durdu, o evde olduğunu anladılar. Böylesine kesin uydurma olan bir hikâyeyi rüsva olmaktan korkmadan İncil’de yazmışlardır. İbranîce olarak Beyt-ul Mukaddes ehli için yazmadılar ve başkaları için yazdılar. Başkaları için çok şey söylenebilir. Yıldız bilimcilerinden hiçbirisinin, bir kimsenin doğmasıyla beraber bir yıldızında ortaya çıktığına ve onun başı üzerinde hareket ettiğine inanmadığına yakinimiz vardır. Ne Mecusîler ve ne de başkaları böyle bir şeye inanmaktadır.

Aynı şekilde, Hıristiyanların eski büyüklerinin Hz. İsa’nın öldürülmesinde ihtilâfları vardır. Bazı İncillerde o hazretin öldürülmediği yazmaktadır; çünkü eğer bir şehirde birisi öldürülse, özellikle asılarak, halkın çoğunun buna dikkat edeceğinden dolayı gizli kalması mümkün değildir. Ama İncili yazanlar, onu yabancıların dilinde yabancılar için yazdıklar ve bu yabancılar Beyt-ul Mukaddes’te bulunmadıklarından dolayı da Hz. İsa’nın öldürülüp öldürülmediğinden habersiz oldukları için de yazarlar hiç korkmadan özgürce kendileri için neyi maslahat gördülerse yazdılar. Üç yüz yıl sonra Hz. İsa için bir toplantı düzenleyerek aradaki ihtilâfları nasıl ortadan kaldıracakları üzerine Yahudi âlimleriyle meşveret ettiler. Bütün İnciller arasından sadece dört incili seçerek onları doğru ve haddi hesabı belli olmayan diğer İncilleri de batıl kabul etme kararını aldılar ve Hz. İsa’nın öldürülmediği, reddedilen İncillerde bulunmaktaydı ve resmiyetten düşürüldü.[1]

2) Hıristiyanlığın, bugün hakikati tam olarak gösteremeyeceğine dair ikinci delil, bugünkü İncil’de birçok tahrif ve eksikliklerin olmasıdır. Daha fazla bilgi edinmek için Allâme Şe’rani’nin yazdığı “Saadet Yolu”[2], Fazıl Hindi’nin yazdığı “İzhar-ul Hak” ve Şehit Haşimi Nejat’ın yazdığı “Kuran ve Diğer İlâhî Kitaplar” kitaplarına başvurabilirsiniz.

3) Üçüncü delil, Hıristiyanlığın bazı inançlarının, akıl ve mantık kurallarıyla olan uyumsuzluğudur. Örneğin, tanrı oğlun, insan şekline girdiğine, insanların günahlarını kendi üstüne alacağına ve çarmıha gerilmesi günahların keffaresi olduğuna inanmaktadırlar. Yuhanna İncilinde şöyle yazmaktadır: "Allah, âlemi muhabbet kudreti kıldı ve ona iman getiren kimselerin helak olmaması ve kalıcı olmaları için biricik oğlunu verdi. Çünkü Allah oğlunu bu âleme dünyaya hâkimlik yapması için değil onun sayesinde dünya kurtulsun diye göndermiştir."[3]

 

Yahudilik hakkında da aynı problemler vardır. İlk olarak: üç tane Tevrat vardır.

1) Yahudiler ve Protestan âlimlerinin geçerli saydıkları İbranîce nüshası.

2) Samirilerin (Ben-i İsrail’in başka bir grubu) geçerli saydıkları Samiri nüshası.

3) Protestanların dışındaki Hıristiyan âlimlerinin geçerli saydıkları Yunani nüshası.

Samirilerin nüshası, sadece Musa’nın (a.s.) beş kitabını ve Yuşe’ ve hâkimler kitabını kapsamaktadır ve Ahd-i Atik’in diğer kitaplarını geçerli saymamaktadır. Hz. Âdem'in (a.s.) yaratılması ile Nuh tufanı arasında birinci nüshada 1657 yıl, ikinci nüshada 1307 yıl ve üçüncü nüshada 1362 yıl yazmaktadır. Buna göre bu üç nüshanın hepsi doğru olamaz. Sadece birisi doğru olabilir ve hangisi olduğu da belli değildir.[4]

İkinci olarak: Tevrat’ta akılla uyuşmayan konular vardır.

Örneğin, Tevrat’ta Allah, yol yürüyen, şarkı söyleyen, yalancı ve kandıran insan şeklinde tanıtılmaktadır; çünkü Hz. Âdem'e, iyilik ve kötülük ağacından yerse öleceğini söylemiştir ama Âdem ve Hava, o ağacın meyvesini yemelerine rağmen ölmemişler tam tersine iyilik ve kötülükle tanışmışlardır.[5]Yahut Tevrat’ta geçen Allah ile Hz. Yakup’un güreşmesi.[6]

 

B) İslam dinin üstün ve hak olduğuna hakkında:

1) İslâm dinin canlı ve kalıcı mucizesi; bu dinin asıl mucizesi kitap, mantık ve ilim alanında olan Kuran-ı Kerim'dir, ama önceki peygamberlerin mucizeleri hissedilir konulardadır. Bu yüzden Kuran-ı Kerim, sürekli canlı ve Peygamber’in (s.a.a) yaşayıp yaşamamasına bağlı değildir. Bundan dolayı İslâm dininin mucizesi kalıcı ve ebedidir.

Buna ilâve olarak Kuran-ı Kerim, meydan okumasıyla günden güne insanlara hayat ve kalıcılığını ilân etmektedir. Örneğin: “Eğer kulumuza indirdiklerimizden herhangi bir şüpheye düşüyorsanız, haydi onun benzeri bir sure getirin.”[7]

2) Kuran-ı Kerim’in tahrif olmayışı; yani onda hiçbir değişiklik gerçekleşmemiştir. Allah’ın Kuran’ı koruma sözü[8] vermesine ilâve olarak Peygamber (s.a.a) de onun korunmasına özel bir dikkat göstermekteydi. Vahiy kâtibi olarak meşhur olan bir gruba, ayet ve sureleri yazma emri vermiştir. Yaranlarını ve sahabelerini sürekli Kuran ezberlemeye teşvik etmiştir ve bu yüzden Peygamber(s.a.a.)’in zamanında büyük bir grup Kuran hafızları olarak meşhur olmuşlardır. Kuran okumaya teşvik etmiştir; yani sadece mütalâa etme ve anlamlarını öğrenme değil lâfızları tam olarak özelliklerine ve tecvit kurallarına göre okunmasını istemiştir.[9]Bu çalışmalar Kuran-ı Kerim’in tahrif olmasını engellemiştir.

3) İslâm dinin haklılığını ispatlamada üçüncü delil ise, İslâm Peygamberi’nin (s.a.a) son peygamber olmasıdır. İslâm dininin yazılı kaynakları[10], İslâm Peygamberi’nin (s.a.a.) son peygamber olduğunu ve ondan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceğini onaylamaktadır.

Bütün toplumlarda bir müdür ve patronun en son verdiği talimat yapılan iş için kriterdir ve bu talimatın uygulanması gerekir. Yeni bir talimatın gelmesiyle de önceki talimatlar kendiliğinden geçerliliklerini kaybederler.

Diğer dinlerin yazılı kaynaklarında peygamberlerinin son peygamber olduğu geçmemektedir. Tam tersine İslâm Peygamberi’nin (s.a.a) geleceği müjdesini kendi takipçilerine vermiştir.[11] Yani kendisinin geçici olduğunu bir şekilde açıklamıştır.

4) Göz önünde bulundurulması gereken dördüncü konu, İslâm dininin toplumsal olduğudur; İslâm dininin, bireysel ve sosyal psikoloji, maddî ve manevî gibi insan hayatın değişik ve çeşitli alanlarında öğretileri vardır. İslâm dininin konularının toplumsallığını ve üstünlüğünü anlamak için, İslâm dininin yazılı metinleriyle diğer dinlerin yazılı metinlerini kıyaslayarak mütalâa etmek gerekir. Böylesi bir durumda, İslâm öğretilerinin, üstünlüğü ve toplumsal olduğu, inançta, tevhitte, Allah’ın sıfatlarında, bireysel ve toplumsal ahlâkta, hukukta, iktisatta, siyasette, hükümette vb. açıklığa kavuşacaktır.

5) Beşinci nokta; günümüz dünyasında var olan dinler arasında, canlı ve geçerli tarihi olan tek din İslâm dinidir. Tarihçiler Peygamber’in (s.a.a.) çocukluk çağının en ince ayrıntılarını dahi kaydetmişlerdir. Ama diğer dinlerin geçerli tarihi kaynakları yoktur. Bu yüzden bazı batılı düşünürler Hz. İsa’nın (a.s.) varlığında şüphe etmektedirler. Eğer biz Müslümanların Kuran'ı, Hz. İsa (a.s.) ve diğer peygamberlerin isimlerini zikretmemiş olsaydı, belki Hıristiyanlık, Yahudilik ve peygamberleri, dünyada şu anki gibi geçerlilikleri ve resmiyetleri olmazdı.[12]



[1] Şe’rani, Eb-ul Hasan, Saadet Yolu, s: 187–188–197–221.

[2] Aynı kaynak.

[3] Yuhanna İncili, 3, 16–17.

[4] Saadet Yolu, 206–207.

[5] Tevrat, Ortaya Çıkma Yolculuğu, İkinci ve Üçüncü bölüm.

[6] Aynı kaynak, 21. bölüm, 24. ayet.

[7] Bakara Suresi, 23. ayet.

[8] Hicr Suresi, 9. ayet.

[9] Saadet Yolu, s: 22, 215, 24 ve 25.

[10] Ahzab Suresi, 40. ayet; Sahih-i Buhari, c: 4, s: 250.

[11] Saadet Yolu, s: 226–241; Yuhanna İncili, 21–41.

[12] Eserler Külliyatı, c: 16, s: 44.

Diğer Dillerde Soru Tercümesi
Yorumlar
yorum Sayısı 0
Lütfen soruyu doğru giriniz
örnek : Yourname@YourDomain.com
Lütfen soruyu doğru giriniz
Lütfen soruyu doğru giriniz

Konusal Sınıflandırma

Rastgele Sorular

  • Zikir nedir ve türleri nelerdir?
    17011 Pratik İrfan 2012/09/24
    Zikir ve Allah’ı anmanın birçok ruhi ve ahlaki yapıcı etkisi vardır ve bunun karşısında Allah’ın kulunu hatırlaması, kalbin aydınlanması, kalp huzuru, Allah’a itaatsizlik etmeden korkmak, günahların bağışlanması ve ilim ve hikmet bunlardan sayılır. Genellikle zikir kalpsel ve dilsel olarak iki türe ayrılır. Dille yapılan zikre “vird” de ...
  • Zatı âlinizin Kur’an’ın tahrif edildiği hadisler konusundaki görüşünüz nedir?
    5973 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/03/10
    Hz. Ayetullah Mehdi Hadevi Tahrani’nin bu bağlamdaki görüşü şöyledir: Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyen hadisler ya senet bakımından zayıftırlar ya da sadır olma cihetinden hüccet değildirler veya delaletleri kabul edilebilinir durumda değildir. Kur’an-ı Kerim hiçbir zaman tahrif olmamış ve olmayacaktır. Kur’anın tahrif ...
  • Hangi ameller insanı güzel ve nuranî kılar?
    11448 Pratik Ahlak 2011/07/21
    İslam’ın bakışında güzellik zahirî güzellik ve batınî güzellik diye iki kısma ayrılır. Muteber ve mütevatir rivayetler açısından insanın batınî güzelliğini sağlayan bazı etkenler sabır, tahammül, vakar, sükûnet, takva ve sakınmadan ibarettir. Aynı şekilde rivayetlerde insan yüzünün nuraniyet ve güzelliğini sağlayan birçok amil zikredilmiştir. Abdest, az ...
  • İnsan olağan üstü işler yapabilir mi? Bu tür işleri yapmanın faydası nedir?
    10290 Teorik İrfan 2009/09/07
    Sizin işaret ettiğiniz şey, insanın ruhi güç kazanmasının sayesinde gerçekleşir; bu ruhi güç bazen dinin emirlerine uyarak ve şer’i riyazetler çekerek kazanılır; yani insan Allah’a yakınlaşarak İsm-i A’zama sahip olur. Bu güç sayesinde maddi alem üzerinde etkili olabilir ve iradesiyle bir takım işler yapar. Ancak bazen de ...
  • Musa (a.s.) Kısasının Kuranda Tekrar Edilmesinin hikmeti nedir?
    10556 Tefsir 2015/05/20
    Hazreti Musa’nın (a.s.) kur’anı kerimde tekrar edilmesinin hikmeti için hatırlatmalıyız; evvelen; Anlamsız ve lağviyete (boş) neden olacak kâmilen bir tekrar söz konusu değildir. Belki her surede, o surede zikir edilenin muhteva ve içeriğe uygun olan kıssanın kısmına işaret edilmiştir. Saniyen; kuranı kerimde hazreti Musa’nın (a.s.) hayatının diğer ...
  • Acaba humsu ve seyitlere ait olan hakkı taklit merciinin izni olmadan ödemek caiz mi?
    8976 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2009/10/18
    Bu sorunun kısa cevabı yoktur. Ayrıntılı cevap seçeneğini tıklayınız. ...
  • Tabiatı doğru bir şekilde kullanmanın yolu nedir?
    6091 Pratik Ahlak 2012/02/04
    İslam, başka mektepler gibi insanın ihtiyaçlarına tek bir açıdan bakmamış, tek maddi yönüne veya tek manevi yönüne odaklanmamış, aksine orta yolu tutmuştur. İlahi nimetleri doğru bir şekilde kullanmak, maneviyatla ve ahiretle çelişmediği gibi insanın saadet yolunda ilerlemesini de sağlar. ...
  • Ziyaret-i Aşura’da ki ‘Beri’tu ilellah ve ileykum minhum’ (Önce Allah’a sonra size onlardan dolayı beri oluyorum) cümlesinde Allah’a ve masumlara beri olmak ne demektir?
    6433 Diraytü’l-Hadis (Hadis Etidü) 2011/03/03
    Beraet lügatte birinden veya bir şeyden ayrılmak, uzaklaşmak manasına gelmektedir. Bu manalar eğer ‘İla’ ile birlikte olmazsa beraet için kullanılır. Ama ‘İla’ ile birlikte olursa bizarlık manasının yanı sıra sığınma manası da vermektedir. Buna göre ziyaretteki sığınma cümlesinin manası şöyle olur: Hak Teala’ya ve siz Ehl-i Beyt’e (a.s) ...
  • Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) cariye ve kölelere sahip olmaları kölelik sistemini benimsemek değil midir?
    19729 Eski Kelam İlmi 2009/07/04
    Kölelerle evlenme, onlarla mahrem olma, mukatebe (kölelerin özgürlük anlaşması) vs. hükümlerin Kur’an’da gelmesi Peygamber (s.a.a)’in zamanında köleliğin olduğunu ispat etmektedir, ama belirtmek gerekir ki, İslam’ın köleleri azat etmek için çok kapsamlı projeleri vardır. Bu projenin neticesinde bütün köleler zamanla özgürlüklerine kavuşmuşlardırlar. ...
  • Derslerimin Cuma namazına denk gelmesi nedeniyle Cuma namazını kılamamaktayım. Bunu telafi etmek için ne yapmalıyım?
    9607 Hukuk ve Şer’I Hükümler 2012/11/17
    Değerli kullanıcı! İmam Zaman’ın (a.c.f) gıyabı döneminde Cuma namazı taklit mercilerinin çoğunluğunun fetvasına göre seçimli bir farzdır; yani yükümlü Cuma gününde şartlar mevcut ise Cuma namazını veya öğle namazını kılmada özgürdür. O halde eğer bir kimse Cuma namazını kılarsa, öğle namazını kılmasına gerek kalmaz. Elbette ...

En Çok Okunanlar